Ben Bir Okula Müdür Olsaydım!

TAKİP ET

Beni bir İmam Hatip Okuluna yönetici yapsalardı önce kendi konumumu, müktesebatımı ve çevresel şartları bir güzel kolaçan ederdim. Öğrencilere tarihin yükünü yıkmaz, kendi kaybettiklerimi onlarda bulma gafletinden uzaklaşır, onların kendi gerçeklik dünyalarında insan olarak gelişmelerine önayak olurdum. Necdet Subaşı yazdı.

Beni bir İmam Hatip Okuluna yönetici yapsalardı önce kendi konumumu, müktesebatımı ve çevresel şartları bir güzel kolaçan ederdim. İdarecilikle aram nasıldı, ne diye müdür olmuştum sorularını zihnime yerleştirir, çeker balkona gider, kendime bir kahve yapar, sokağın ağzında bağıran satıcılardan gözümü ayırmadan bir güzel tefekkür ederdim. Beni hangi itkilerin buraya taşıdığını, hangi iklimde idareci olmak için öne atıldığımı, dahası başkalarının benden ne beklediğini, kendimin hangi misyonla tanımlanmasının en doğru olabileceğini oturur bir yol tahlil ederdim.

Bağlı olduğum hiyerarşi içinde en başta bulunduğum şehrin dinî, sosyolojik evreni, ardından belli başlı öğrencilerimin referans dünyaları, dinî, siyasi ve ideolojik evrenleri hakkında kaba da olsa bir gözleme ihtiyaç duyardım. Öğretmenlerim nerden gelip nere gidiyor, bilgi dünyaları güncel mi? Kendilerini bırakmışlar mı? Okuyorlar mı yazıyorlar mı? Hep birlikte nelere kadiriz, ideallerimiz örtüşüyor mu?

Bana bakan herkese bir rol model olma sorumluluğum olduğunu bilirdim

Sonra vakit geçirmeden şu bildik bürokratik hiyerarşiyi de es geçmeden devletin din politikalarının, eğitim müfredatının ve tabii ki insan yetiştirme düzeninin bana ve topluma ne vaat ettiği hakkında biraz kendim kafa yorar biraz da bu işten anlayanlarla müzakerede bulunurdum.

Müdür olmanın keyif ve şehvetiyle kendimi kaybetmemek için daha ilk günden üzerimde tertemiz ve şık bir elbise, yüzümde düzgün çehre ve bütün bedenime sirayet etmiş pozitif bir enerjiyle işe koyulur, kendimi pek de süslü bir şeye döndürmeden ve asla paspallığa prim vermeden bana bakan herkese bir rol model olma sorumluluğum olduğunu bilir, ilk önce kendimde bir kılık kıyafet devrimi yapardım.
Sonra bağlı bulunduğum Milli Eğitim Müdürlüğü’nün belli başlı prensipleri ve perspektifleri hakkında bilgi edinirdim. Nedir ana sorunlar, okullarda yaşanan problemlerin kaçından haberdarım, kaçı beni aşar; üşenmez hepsine bir yol dikkat kesilirdim.

Misyoner okulları ve Köy Enstitüleri üzerine derinleşirdim

Sonra idealizm üzerine biraz okumalar yapardım. İdeal sahibi olmanın gereklilikleri hakkında kafa yorardım. Benzer yüksek motivasyonlu okullar hakkında ilgilerimi yoğunlaştırır, mümkünse Robert Kolej’den başlayarak Alliance okullarına kadar belli başlı misyoner okulları hakkında derinleşmeyi denerdim. Asla misyoner olmayacağım, asla dinimi pazara sunmayacağım, ama vaktim var, boş işlerle uğraşacağıma onlarla ilgilenirim. Piyasada ne kadar misyoner hatırat varsa hepsini alır, onların türlü meşakkatlerle neler yaptıklarını öğrenmenin yollarını bulurdum. Şu dinden semiren çeteleri de ihmal etmez, ülkede sunumlanan din söyleminin ne gibi eksikleri, ne gibi zaafları var ki önüne gelen herkes bu milletin inancını miri malı gibi sövüşlemekte hiçbir sınır tanımıyor? Nerede hata yapılmış, nerede kusurlu bir şekilde işleyen şeyler var, bir bir ortaya çıkarırdım. Yobaz ne diye var, softa niye var, terörist nereden besleniyor, benim onlardan farklı olarak üreteceğim nasıl bir program olmalıdır? Sahih bir itikadî formasyonun kütüphanedeki kitaplardan mı okulun kapısının önüne sıra sıra dizilmiş tezgahlardan mı yoksa gerçek bir hayat içinde mi sahici örneklerden mi edinileceği konusunda kendimi yoracak derecede cehd eder, ulaştığım sonuçları değerlendirirken de asla ipe un sermezdim. Bu ilgi ve yönelimlerin çoğunun beni aştığını bilir, başkalarının özellikle de yukarıdakilerin işlerine fazla "maydanoz" olmaksızın yine de benim kendi şahsi mührümde hangi harflerin, hangi simgelerin olması gerektiğini emek verir öğrenirdim. Hiç atlamaz, kınayanın kınamasına aldırmaz, bir de Köy Enstitüleri hakkında adam akıllı okumalar yapardım. Mümkünse o okullardan mezun bir kaç saygıdeğer öğretmenle de görüşür, onların deneyimlerine kulak vererek aslında ne yapılması gerektiği konusunda biraz daha gayret ederdim.

Okumalarını salık verir, bunun için elverişli projelere destek olurdum 

Öğrencilerimin gözünde bir kült olmamak, yeni bir cemaat lideri olarak arzı endam etmemek için elimden geleni yapardım. Onların okuldan daha çok ailelerine düşkün olmalarını, anne ve babalarıyla iyi geçinemeyenlerin esaslı bir ruhsal tedaviye ihtiyaçları olduklarını aklımdan çıkarmazdım. Okumalarını salık verir, bunun için elverişli projelere destek olurdum. Ama okuyup en başta kendinden kopmaya başlayanların vebalini taşıyamayacağımı bilir, bunlar için de özel ve kalıcı tedbirler alırdım. Okumayı değil tefekkürü abartırdım: Tefekkürün de onsuz olmayacağını bilirdim. Onları kendime âşık etmez, hayatlarında tek âşık olacakları insanın vakti zamanı gelince önlerine çıkacağını her fırsatta beyan ederdim. Bütün bunları hiçbir öğretmen arkadaşımı geride ya da kenarda bırakarak değil, her birini birer yoldaş, her birini birer refik bilerek hayallerime ortak ederdim.

İyi olmalarını, güzeli aramalarını ve doğruda karar kılmalarını her fırsatta telkin ederdim

Sabah daha ilk içtimadan başlayarak karşımızda sıralanmış İmam Hatip çocuklarına sevecen bir selamla “merhaba” der, onları asla ve asla incitmezdim. İncitmeyi alışkanlık hâline getirmiş hocalara da kibarca yol gösterirdim. Öğrencilere rol modellik gibi ağır ve külfetli görevler yüklemez, ilerde ne elde edeceklerse bunu emek ve liyakatle elde etmelerine fırsat verirdim. Onlara tarihin yükünü yıkmaz, kendi kaybettiklerimi onlarda bulma gafletinden uzaklaşır, onların kendi gerçeklik dünyalarında insan olarak gelişmelerine önayak olurdum. Dayağı kesinlikle reddeder, çocukları geldikleri yerlerin, çıktıkları muhitlerin hepimizin aşina olduğu ezik dünyasında yeniden yeniden karşılamaya hazır olan o bildik gerici pedagojiye dünyayı zindan ederdim. Onları kimsenin odununu taşımamaya, hiçbir koşulda muhbir olmamaya, kimsenin arka bahçesinde komut beklememeye, kişiliklerini kolayca silikleştiren her türden ilişki ağlarından uzak tutmaya dikkat ederdim. Ahlaklı olmayı gözetip önceledikten sonra, her durumda Allah’la aralarındaki ilişkiyi sağlam tuttuktan sonra yeri geldiğinde siyasete ilgi duymalarının, yeri geldiğinde çok kazanan bir sarraf olmalarının ya da etkili bir hoca efendi olmalarının hiçbir sakıncası olmadığını üzerine basa basa söylerdim. İyi olmalarını, güzeli aramalarını ve doğruda karar kılmalarını her fırsatta telkin ederdim.

Sonra akşam arkadaşlarla bir araya gelir, bütün bu bilgi, deneyim ve gözlemlerim üzerine onlarla bir muhabbete girişir, fikirlerini alır, döner bildiğimi okurdum.

 

Necdet Subaşı