Bir Şairin Gözünden Kahire ve Paris

TAKİP ET

Piramitler'den Montmartre'a, Necip Mahfuz'un romanlarından Aragon'un dizelerine uzanan zengin içeriği ile Nil'in ve Seine'in suları gibi akıp giden bir kitap olmuş Mehmet Narlı'nın 'Kahire ve Paris Notları'. Yasemin Dutoğlu yazdı.

Edebiyat alanına, yayınladığı incelemeleriyle önemli katkılar sunan bir akademisyen ve şair olan Mehmet Narlı Hoca’nın Kahire ve Paris Notları adlı kitabı Ekim 2017’de Cümle Yayınları’ndan çıktı.

Adından da anlaşılacağı üzere, tarihi süreçte çokça etkileşimde bulunduğumuz iki farklı kültürün kadim başkentleri hakkındaki kitap, yazarın üniversite hocası olarak 2004-2005 arası 14 ay süreyle bulunduğu Kahire ve 2011’de dil öğrenmek maksadıyla iki ay süreyle bulunduğu Paris’te tuttuğu notlardan oluşuyor. Kahire notları Hocanın ‘Ahmet Abi’ diye hitap ettiği yakın bir dostuna yazılmış mektuplar şeklinde düzenlenmiş. İkinci bölümde Paris hakkında yazılan günlükler, daha kısa cümlelerden müteşekkil ve daha küçük bir yekun oluşturuyor. Bu durum, yazarın Paris’te daha kısa süre kalmış olmasının yanı sıra şehrin yazar üzerinde bırakmış olduğu etki ile de alakalı diye düşünüyorum.

109 sayfadan ibaret olup bir çırpıda okunan kitabın önsözünde yazar; yakın geçmişimizde Jön Türkler ve İttihat-Terakki mensupları gibi muhalif grupların genellikle kaçak veya sürgün olarak yaşadıkları Kahire ve Paris’i bir gezgin, safderun bir hayran, bir sanatkâr, ekmek peşinde bir göçmen, kariyer peşinde bir öğrenci veya bir sürgün olarak görmediğini, belki hepsinden bir parça taşısa da, yazdıklarının, tarihsel, kültürel ve mekansal anlamda bütünlüklü şeyler olmayıp sadece şehirlerle kurduğu öznel temasın sonucu yazılmış sıradan cümleler olduğunu özellikle vurguluyor. İşte tam da bu nedenle, bir şair ruhun öznel dokunuşu sayesinde kitap, bir yandan şehirlerin mekanları, yaşam biçimleri, eğitim sistemleri, sanatları, edebiyatları vs. hakkında bazı kesitler sunarken, öte yandan yazarının iç dünyasını yansıtan lezzetli cümleleriyle, keyifle okunan bir edebi eser halini alıyor.

Kahire’de, söylediğim her türkü, bir kuyuya söylenmiş gibi

Kahire’de yazarın halkın kitabi Arapça dışında farklı bir lehçe ile konuşuyor olması nedeniyle yaşadığı iletişim zorlukları, yalnızlık ve memleket özlemi gibi gayet insani duygular kendini şu satırlardan ayan beyan ele veriyor: “Ahmet Abi, insanın kendi evinde, kendi yurdunda, kendi sokağında söylediği türküyü aslında yalnız söylemediğini Kahire’de öğrendim. Aynı dilin çocukları türkülerini yalnız söyleyemezler. Kahire’de, evde veya dışarıda söylediğim her türkü, bir kuyuya söylenmiş gibi.” (sayfa 15)

Kahire’nin tozlu ve sıcak sokaklarında gezerken bu şair duyarlılığına eşlik eden bir aklıselim, görülenleri tefekkür ve firasetle okumanın sonuçları da kitapta hemen kendini belli ediyor. Bir yüzüyle uygarlığın zaferi sayılan piramitlerin ardında insanlığın doymazlığı sorgulanıyor mesela. Veya toplumda yaygın anlayış olarak tevekkül gibi görünen şeyin aslında bir çaresizliği perdeliyor oluşu gözler önüne seriliyor: “Tahrir meydanı: İki yakası bir araya gelmeyen ölü kuşlar biriktiren gözleriyle kalabalıklar kalabalıklar… Gözetleniyor bu insanlar ama gözetilmiyorlar. Yüzeydekini esas alırsan burada insanlar kendi cehennemlerini hazırlayanlara meftun. Onların içinde insanın kalbini kirleten yüzünü görmemesi imkansız.” (sayfa 26)

Nil üzerindeki köprülerden geçip, gökdelenlerle tarihi meydanları bir arada barındıran zıtlıklar şehri Kahire’nin zengin ve yoksul mahallelerinde kah İstiklal marşı şairimizin izini sürüp kah Osmanlı hanedanın torunlarıyla karşılaştıktan sonra bu bölüm, orada yazılmış şiirlerden oluşan bir Kahire Divanı ile sona eriyor.

Eşya, mekan ve insanla kurulan öznel temas

İkinci bölümde Paris, mektuptan çok günlük üslubuyla yazılmış. Özellikle ilk günlerdeki notlar kısa ve öz betimlemelerden oluşuyor ve Paris’in yazarımız üzerinde bıraktığı ilk intibaın pek de hoş olmadığını hissettiriyor: “Paris dediğin renk renk, biçim biçim, pis pis, cins cins insanlar şehriymiş Ahmet Abi.” (sayfa 71) … “Akşamüzeri neredeyse 20 metrede bir sıralanan cafelerin neden daima dolu olduğuna dair çıkarsama: adamların evleri dar.” (sayfa 79)

İlk iki haftanın ardından şehir hakkındaki yazılar uzayıp detaylanmaya başlıyor ve yazarımız Paris’le pek ünsiyet kuramamış olmasının izahını şu can alıcı satırlarla yapıyor: “Başka bir ülkede de olsa bir şehrin hiç olmazsa bir mekanıyla, bir görünüşüyle, bir sürpriziyle, sokakta yaşanan bir olayıyla aranızda aşinalık kök salmaz mı geriye doğru? Salmıyor; en çok tanıdık gelen sokak-cadde isimleri şairlerin, yazarların, düşünürlerin siyasi tarihin belli başlı isimleri. Bu tanışıklıkta da daima bir etkilenen olarak hatırlıyorsunuz kendinizi. Evet, günlerdir yasadığım buruklukla karışık çekingenlik bununla ilgili olsa gerek. Prizren’de, Üsküp’te ya da Kahire’de bunu yaşamazsınız. Çünkü şehirlerin sokaklarında taşıdığınız ‘kendinizi’, hem etkileyen hem etkilenen kolektif bir özne olarak duyarsınız.” (sayfa 83)

Yahya Kemal’in müdavimi olduğu kafeden Victor Hugo’nun evine, anıtsal mezarlıklarından Luxembourg bahçelerine, oradan bitmez tükenmez müzelerine kadar Paris’in türlü köşelerinden geçip kitabın sonuna geldiğinizde yazar, kendisininsadece eşya, mekan ve insanla kurduğu öznel teması yansıttığını söyleyerek mütevazı bir üslupla noktayı koyuyor.

Kendi adıma, görmek istediğim Kahire ve görmüş olduğum Paris hakkında yazılanları kayda değer buldum. Kitabı, bilhassa benzerlerinden ayıran o ‘öznel dokunuş’u çok severek okudum. Piramitler’den Montmartre‘a, Necip Mahfuz’un romanlarından Aragon’un dizelerine uzanan zengin içeriği ile Nil’in ve Seine’in suları gibi akıp giden bir kitap olmuş Kahire ve Paris Notları. Ayrıca ‘Ahmet Abi’ gerçek bir şahsiyet mi bilmiyorum ama eğer öyleyse, bu güzel mektupları aldığı için kendisine çok gıpta ettiğimi itiraf edeyim ve kitabın Sarakusta tarafından yapılmış olan kapak tasarımını da çok beğendiğimi ilave etmeden geçmeyeyim.

Kahire ve Paris Notları, edebiyat ve seyahat severlere can-ı gönülden tavsiyemdir.

Mehmet Narlı, Kahire ve Paris Notları, Cümle Yayınları

 

Yasemin Dutoğlu