DİLİMİZDE Kİ ASIL TEHDİT

TAKİP ET

rnBu ifadeyi dilimize ve algılarımıza yerleştirenlerin bariz olarak iki büyük hedefi olmuştur ve maalesef bu hedeflere ulaşmışlardır.rnrnBirincisi, Son Peygamber ifadesi ile, hitam bulan sadece Nübüvvet olduğu halde, Risaletin de son bulduğuna İslam Ümmetini inandırmaya kalkışmışlardır.

DİLİMİZDE Kİ ASIL TEHDİT

 

Tamam.

Alfabemizin değişmesi bizi geçmiş kaynaklarımızdan koparmıştır. 

 

Tamam.

Bu kopuş, tarihimizle irtibatımızı büyük ölçüde kesmiş ve aynen planlandığı gibi ciddi bir özgüven kaybına neden olmuştur.

 

Ne var ki;

Asıl sorunumuz bu değil bizim!

 

Türk’ün, Türk’lüğün özünde var olan büyük kuvveden korkan ve bu karşı konulamaz gücü kontrol altında tutmaya çalışan aktif oyun kurucular, sadece alfabemize değil, dilimize de müdahale ettiler.

 

Kelimelerimizin anlamlarına farklı anlamlar yükleyerek algılarımızla oynuyorlar.

Aynı toplumun bireyleri, aynı milletin evlatları, birbirimizi anlamayalım istiyorlar.

Hangi alfabe ile yazarsak yazalım, kendi öz dilimizde kullandığımız anlamların üzerlerini örttüler.

Sonuçta, alfabe, bir dilin, o dilin anlamlarının simgelere dökülmesidir. Önemlidir elbette.

 

Ancak birincil sorunumuz bu değildir.

 

Kelimelerimizin anlamlarını öğrenmek zorundayız.

Kavramlara önem vermek zorundayız.

Ortak tanımları araştırmak zorundayız.

Bilinçli olarak, planla programla kurgulanan bu bozulmaya karşı koymak zorundayız.

 

***

 

Açık bir örnekle ortaya koyalım.

 

Resul, (haber) taşıyan demektir.

Nebi, düzen kurucu demektir.

 

571 yılında beşeriyete tenezzül eden, 632 yılında gömlek değiştiren Hz. Muhammed (SAV) efendimiz, Şahs-ı Beşeriyesiyle “Hatem-ül Enbiyadır”. Yani Nebilerin, yani düzen kurucuların en sonuncusudur.

 

Öyle ilginç bir oyun kurulmuştur ki, ALLAH Resulü için, “Peygamberlik”  rütbesi türetilmiş ve Risaleti ile Nübüvveti bu tek kelimeye hapsedilmiştir.

Üstelik bu kavramın üzerine, bir de “Son Peygamber” kilidi vurularak, hem Risaletin, hem de Nübüvvetin sonlandığı zannı, bir algı operasyonu olarak İslam Mensuplarına kabule zorlanmıştır.

Oysa, ‘Peygamber’ ifadesi Arapça dilinde olmadığı gibi (ki farsçadır), kültürümüze de sonradan katılmıştır. Asr-ı Saadet döneminde hiçbir şekilde kullanılmamıştır.  Kur’an-ı Kerim’de de geçmez.

 

Bu ifadeyi dilimize ve algılarımıza yerleştirenlerin bariz olarak iki büyük hedefi olmuştur ve maalesef bu hedeflere ulaşmışlardır.

Birincisi, Son Peygamber ifadesi ile, hitam bulan sadece Nübüvvet olduğu halde, Risaletin de son bulduğuna İslam Ümmetini inandırmaya kalkışmışlardır.

İkincisi ise, NübüvvetinHz Muhammed(SAV)’ın Şahs-ı Beşerinde, Risaletin ise Şahs-ı Manevi’sinde bulunmasına karşın, her iki yetki ve görevin de efendimizin Şahs-ı Beşer’inde olduğuna İslam Ümmetini inanmaya zorlamışlardır.

Böylece İslam’ın temel şartı olan Şahadet’te geçen “şahitlik ederim ki; Muhammed Allah Rasulüdür”  ifadesindeki Muhammed kavramını Efendimizin Şahs-ı Beşeri ile kısıtlamışlardır.

Öyle ki; Ümmeti, Kelime-i Şahadet’i ifade ederken, Muhammed ifadesine  ‘Hz Muhammed(SAV)’ yazacak/söyleyecek noktaya kadar getirmişlerdir.

Hz Muhammed(SAV)’e Şahitliğin imkansızlığından hareketle,  İslam’ı yaşanamaz hale getirmeye kalkışmışlardır.

 

Hz Muhammed(SAV) söylemi, efendimizin Şahs-ı Beşer’ini ifade eder. Şahs-ı Manevisi Muhammed olarak ifade edilir.

 

Yani İslam’ın en temel şartı ile, en temelden oynanmıştır.

 

***

Dilimizi de, Dinimizi de öğrenirken, KAVRAMLARI muhakkak surette anlamak ve değerlendirmek zorundayız.

 

Harflere, alfabeye, simgelere bugün artık takılmamak lazım…

Aynı dili konuşamayan toplumlar,  “Millet” olamaz.