Divan Şiirinin Son Örneklerinden Biri: Reyahin-i Aşk

TAKİP ET

Ahmed-i Hani'nin halk arasında anlatılagelen bir destandan yola çıkarak Kürtçe yazdığı Mem ü Zin mesnevisini klasik edebiyat anlayışıyla Türkçe'ye Nazmi mahlaslı Âşık-ı Sıpki, 'Reyahin-i Aşk' adıyla 1856 yılında tercüme etmiş. Mustafa Öztürk de bu tercümeyi inceleme ve tenkitli metin olarak yeniden ahzırlamış. Yasemin Kapusuz yazdı.

Mem ü Zin, Memê Alan destanından esinlenerek kaleme alınmış bir mesnevidir. Tanıdık bir macera. Yakıcı bir öykü. Botan havzasında başlayan ve kabirde biten bir sevda. Tıpkı Leyla vü Mecnun’da, Ferhat ile Şirin’de, Kerem ile Aslı’da olduğu gibi. Yani yine aşkın tek çaresinin yanmak olduğunu gösteren bir şaheser. Aşkın bu defa da Botan’da (Cizre) ebedileşmiş halidir Mem ü Zin.

17. yüzyılda Ahmed-i Hani’nin halk arasında anlatılagelen bir destandan yola çıkarak Kürtçe yazdığı Mem ü Zin mesnevisini klasik edebiyat anlayışıyla Türkçe’ye Nazmi mahlaslı Âşık-ı Sıpki, “Reyahin-i Aşk” adıyla 1856 yılında tercüme etmiştir.

Mem ü Zin mesnevisini yeniden 2017’de Nazmi çevirisinden inceleme ve tenkitli metin olarak Mardin Artuklu Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Mustafa Öztürk hocamız hazırlamış. Hocamız halen üniversitede Kürt edebiyatı ile ilgili çalışmalarına devam etmekte.

Nazmi’nin Mem ü Zin’den çevirdiği eseri tercüme olmasına rağmen Yrd. Doç. Dr. Mustafa Öztürk’ün tesbitiyle özgün üslubu, nitelikli tasvirleri ve sürükleyici anlatımıyla orijinal bir eser özelliği taşır. Eser, Türk ve Kürt edebiyatının ortak bir eseri olması yönüyle ayrıca kıymetlidir. Ama hocamızın özellikle belirttiği şudur ki; Mem û Zîn’in tercümesi olmasına rağmen Reyahin-i Aşk, orijinal eserin birebir çevirisi değildir. Nazmi’nin çevirisi daha kısa tutulmuş ve Kürtlere ait milli vurgulara pek yer vermemiştir.

Hani’nin amacı sadece bir aşk hikayesi anlatmak değildir

Kürt dili ve sınırları dışında en çok tanınan, benimsenen bir eserdir Mem ü Zin. Edebiyat dünyasında seçkin bir yeri vardır. Büyük bir onura sahiptir. Kürt halkının kültür, edebiyat ve düşünce dünyasını dünyanın diğer halklarına tanıtan bir eserdir de.

Molla Ahmed olarak da bilinen Hani, Doğubeyazıt medreselerinde müderrislik ve İshak Paşa Sarayı’nda kâtiplik yapmıştır. Dört dil (Arapça, Farsça, Kürtçe ve Türkçe) bilen Hani, eserlerini, dönemin tercih edilen edebiyat dili olan Farsça yerine Kürtçe yazmıştır. Bugün türbe olarak ziyaret edilen Hani’nin mezarı, Ağrı’da İshak Paşa Sarayı civarındadır.

Ahmed-i Hani'nin en bilinen ve meşhur eseri, 17. yüzyılda Kürtçe'nin Kurmanci lehçesiyle yazdığı "Mem û Zîn"dir. Hâni, Mem û Zîn adlı eserinde, Emir Zeynettin'in güzellikleriyle dillere destan olan Zin ve Siti adlı iki kız kardeşinin Mem ve Tajdin ismindeki iki gençle olan aşklarını şiir şeklinde anlatır. 

Mem û Zîn mesnevisinde de Leyla vü Mecnun’da olduğu gibi beşeri aşktan ilahî bir aşka yükseliş vardır. Bu aşk etrafında Hanî, çağının sosyal, kültürel, dini ve idari durumunu güçlü bir şekilde tasvir etmiş, Botan bölgesinin törelerini, bayramlarını, şölenlerini, düğünlerini, av partilerini, eğlencelerini yani yaşam tarzını vermiştir. Dağlar, nehirler, tabiat güzellikleri gözümüzde canlandıracak şekilde yer almıştır eserinde.

Hani’nin amacı sadece bir aşk hikayesi anlatmak değildir anlaşıldığı üzere. Eserini de padişahlara değil Kürt halkına armağan etmiştir: “Eserini oluştururken toplumsal katmanlardan herhangi bir sınıfın çıkarlarına uygun olarak düzenlememiş ve mutlak ammenin menfaatini esas almıştır.”

Sıradan aşklarla gerçek aşkların farkı

Mem û Zin’de alışılagelen klasik Şark mesnevilerine göre birkaç fark var Mustafa Öztürk hocamızın araştırmaları ve tespitlerine göre: Örneğin hikayenin sonunun “kötü son” veya “mutlu son” olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği okuyucuya bırakılmış. Dünyada kavuşamayan âşıkların ahirette buluşuyor olmasıyla dünyevi açıdan kötü sonla tamamlanmış bir aşk hikâyesi, uhrevi manada mutlu sona evrilmiştir. Kötü karakter olan Beko’ya ahirette olumlu bir rol biçilmiştir ve bunda da tasavvufi bir yan vardır. Aşk zaten bir vuslattır. İki ruhun birbirini bulmasıdır. Beko ne yaparsa yapsın onların kavuşmasını engelleyemeyecektir.

Hikayede birbirine paralel giden iki ayrı aşk vardır. Biri olumlu, diğeri olumsuz neticelenmiştir. Tacdin ile Siti evlenip çocuk sahibi oluyorken Mem ve Zin aşk ızdırabını yaşar ama dünyada kavuşamazlar. Burada müellif, sıradan aşklarla gerçek aşkların farkını aynı zeminde anlatmak ister gibidir.

Mustafa Öztürk hocamızın Mem ü Zin’in Reyahin-i Aşk adıyla Nazmi çevirisini inceleme ve tenkitli metinle yeniden edebiyatımıza kazandırmış olması Kürt ve Türk edebiyatı açısından güzel bir adım, mühim bir çalışma hakikaten.

Mustafa Öztürk şunları söylüyor: “Nazmî’nin Reyâhin-i Aşk çeviri eserinin dışında ayrıca Akif-i Vanî adlı başka bir kimsenin de aynı isimli bir çevirisi var. Bu iki örnek, Mem û Zin’in Türkçeye Reyahin-i Aşk ismiyle mal edilebilmesine imkan tanıyor. Her iki çeviride de Osmanlı klasik şiir geleneği esas alınmış. Bu iki çeviri kronolojik olarak Divan şiirinin son örnekleridir. Burdan hareketle, Mem û Zin tercümelerinin Divan şiirinin son numunelerinden olduğunu ve bu eserin Türk ve Kürt edebiyatlarının müşterek konusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu tür örneklere bakarak Osmanlı şiirinin dilleri ve milletleri aşan bir derinliğe sahip olduğunu, Osmanlı çatısı altında diğer dil ve kültürlerde üretilen eserlerin de Osmanlı Edebiyatı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kuvvet kazanır.” Eserin kıymetini belirleyebilmede çok kıymetli tespitler bunlar.

Bu eseri Nazmi, Reyahin-i Aşk adıyla neden çevirmiştir acaba Türkçeye? Aşkın Reyhanları veya Aşkın Çiçekleri olan Reyahin-i Aşk kavramı, Jaba tarafından “PlantesAromatigues de L’amour” şeklinde Fransızcalaştırılmıştır da. Aşkın binbir türlü hali binbir türlü rengi vardır ya hani binbir türlü kokusu da mı vardır acaba? Aşkın varoluşu aslında zaten kavuşma değil midir? Sembollerle bezeli olan Mem ü Zin mesnevisi de aşkın sonunun vuslat olduğunu anlatır. Bununla birlikte geçtiği coğrafyanın ki Botan havzasıdır özelliklerini de ele almıştır. Hem aşk hikayesi hem de bir milletin tarihi, kültürü, kimliğidir.

Ahmed-i Hanî, her şeyden önce bir İslam âlimidir

Kürt dilinin ve zengin kültürünün ispatı olan bu esere farklı çevreler farklı yorumlar getirmiş, kişileri ve olayları Zerdüştlükle bağdaştırmak istemişlerdir. Hani ve eserinin hüviyetini kendi fikirlerine yaklaştırmak için değerlendirmelerini kendi görüşleri doğrultusunda yapmışlardır. Bu konuda da Mustafa Öztürk hocamızın tespiti şöyledir: “Hanî, her şeyden önce bir İslam âlimidir. Yapıp ettiği her şeyde İslamî değerleri ana unsur olarak yansıtmıştır. Evet o dönemde Kürtlerin Osmanlı ve İran sınırında sıkışmalarının getirdiği bir travma ve küçümsenmenin sıkıntılarını nisbeten yansıtmıştır; fakat fikirlerinin ana eksenine bunları yerleştirmek yine de gerçekçi değildir.”

Ferhat Dağı’na bakarak Mem ü Zin’i anlamaya çalışmıştım vaktiyle. Nevruz ateşiyle başlayan bir aşk hikâyesinde, aşk ızdırabı, dostluk, fedakarlık, yanma, yakılma ve pişmanlıkla gelen kavuşturma…

Beko, âşıkta karar olmayacağını, akıl kalmadığını biliyor olmalıydı ki Mem ile Bey’i satranç oyununda bir araya getirmişti. Mem oyunu kazanacakken Zin’i gördü. Aklı gitti. Kaybetti. Ama âşık değil midir ki onun için ayrılıkla kavuşma birdir. Ve “Aşkın insanlar üzerinde, akıldan daha etkili bir gücü vardır.”

Aşksızlık… Aklımızda idare etmeye çalıştığımız fani sevgiler… Nefretler, intikamlar, hırslar, menfaatler…

Biraz dünyanın deniliğine ara verip Kürt ve Türk edebiyatının ortak şaheseri olan Mem ü Zin mesnevisinin dizelerine dalmalı… Vuslat için…

“Gel Hani bu razı açma tekrar

Artar elemim gam ile her bar

Her kim okur ise bu kitabı

Hakdan irişe ana sevabı”

 

Reyahin-i Aşk, Haz. Mustafa Öztürk, Lis Yayınları

 

Yasemin Kapusuz


eskişehir escort