Doğu'dan Batı'ya Ulaşan Bir Işık

TAKİP ET

Erol Deneç, düş gerçekçiliği olarak da adlandırılan Fanyastik Realizm ekolünün dünyadaki en önemli sanatçılarından biri. 25 yıl Avrupa'da kalan ve bugüne kadar 150'nin üzerinde sergiye imza atan sanatçının eserleri Avrupa'nın birçok önemli koleksiyonunda yer alıyor. Önder Hanelçi, Erol Deneç'le görüştü ve Deneç'in sanat serüvenini yazdı.

Tabiatın gerçekçi görüntüsü yerine bilinçaltı ve rüyaların resme aktarıldığı bir ekol: Fantastik Realizm.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan buhran döneminde, Viyanalı bir grup ressam tarafından oluşturulan ekolün dünyadaki en önemli temsilcileri arasında bir Türk ressam da yer alıyor. Erol Deneç, düş gerçekçiliği olarak da adlandırılan bu ekolün dünyadaki en önemli sanatçılarından biri.

2017 yılı Şubat ayında İstanbul'da düzenlediği retrospektif sergisinde tanışma şansı bulduğum Deneç ile Kasım ayının ilk günlerinde yeniden buluştuk.

Kız Kulesi, tarihi yarımada ve yeni İstanbul silüetini karşımıza aldığımız Üsküdar sahilinde usta sanatçının bir rüya ile başlayan ve bir mektup üzerine Avrupa'da devam eden sanat yaşamı üzerine konuştuk. İşte ünü kendi toprakları dışında büyüyen ve bugün hâlâ Avrupa'da adından övgüyle söz edilen Erol Deneç'in hikayesi...

Matbaacılık okulundan Güzel Sanatlar’a

1941 yılında İstanbul'un tarihi Kadırga semtinde dünyaya gelen sanatçı, Kadırga İlkokulu'nu tamamladıktan sonra Gedikpaşa Ortaokulu'na kaydolur. Müfredatla pek barışamayan Deneç'in başarılı bir öğrenci olduğu da söylenemez. İmkanların oldukça kıt olduğu yıllarda renk tutan her zemine hayallerini karalar, kimi zaman portakalların sarıldığı kağıtlara, kimi zaman kaldırım taşı, bazen de marangoz babasının ıskarta tahtaları.

Aklında eğitim hayatını en kolay şekilde tamamlamak vardır. Bu doğrultuda matbaacılık okulunu en doğru tercih olarak görür ve kaydolur.

Dönemin şartları, bir an evvel meslek sahibi olması gerektiği gerçeğini vurur durur zihnine. Ressamlık, sanatçı olmak aklından dahi geçmez. Gelecek kaygısı içinde ufak tefek çalışmalar dışında resme pek zaman ayırdığı da vaki değildir. Matbaacılık mezunlarının gidebileceği yüksekokul sayısı da sınırlı olunca 21 yaşında, bugünkü adı Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olan Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu'na kaydolur.

Deneç'in yeni okul hayatı geçmiş eğitim sürecine nazaran daha istekli ve mutlu bir şekilde devam eder. Sanat okulundadır, uzun süre ara verdiği resme zaman ayırdıkça yetenekleri de yeniden dışa vurmaya başlar. Farklıdır, ondan bekleneni aşan çalışmalar ortaya koyar. Bu durum yeni de değildir elbet, gördüğünü olduğu gibi resmetmek pek ilgisini çekmemiştir küçük yaşlarından beri. Bir insanı ise çizmesi gereken iki kol ve iki bacakla sınırlamaz, yahut tabaktaki bir balığın dış görünüşü yerine iç detaylarını çizmeyi tercih eder.

5 ayda tuvale aktarılan rüya

Sıradışı tasvirlerle diğer arkadaşlarından kısa sürede ayrılmıştır Deneç. Ancak hâlâ gelecekte bir sanatçı olabileceği ihtimalinin uzağında görür kendini. Tam da bu dönemde 'ilahi bir lütuf' olarak nitelendirdiği bir rüya görecek ve gördüğü bu fantastik rüyayı hemen ertesi gün resmetmeye başlayacaktır. Deneç, rüyasını tasvir ettiği bu çalışmanın ona hayalini dahi kuramadığı bir yol açacağından habersizdir.

Deneç, yaşadığı bu hadiseyi şu şekilde aktarıyor: "1960'lı yıllarda akademiye giderken aklımda sürekli; 'herkes bir yolunu buldu, ben ne olacağım, benden sanatçı olur mu, geç mi kaldım?' soruları vardı. Tam da bu dönemde bir rüya gördüm. Fantastik bir gökyüzü, muazzam bir mimari ile evrensel bir müzik eşliğinde nefes alıp veriyor. Semaya uzanan fantastik görünümüyle minare boyunda iki ayak hareket ediyor. Uykumdan uyandığımda 'ben yolumu buldum' dedim ve gördüklerimi 5 ay gibi bir sürede tuvale aktardım. O dönem misafir sanatçı olarak okulumuzda bulunan Avusturyalı ünlü sanatçı Prof. Dr. Anton Lehmden resmi gördüğünde büyük bir heyecan yaşadı. Ben Almanca, o Türkçe bilmez. Asistanı vasıtasıyla eserlerimi çok beğendiğini, Avusturya'ya gelmek isteyip istemediğimi sordu ve beni ülkesine davet edeceğini söyledi."

O dönem misafir sanatçı olarak okulda bulunan Prof. Dr. Anton Lehmden, uzun bir süredir Deneç'in sıradışı yeteneklerinin farkındadır. Bir süre sonra ülkesine dönecek olan Lehmden, Deneç'in çizimlerinden birkaçını yanına almayı ihmal etmez. İstanbul'dan ayrılıp evine döndüğünde Deneç'in çizdiği karakalem çalışmasını duvarına asar.

Kendisi bir sanatçı olmayı dahi hayal edemezken rüyalarından sızan bu küçük eser Viyanalı tanınmış bir ressamın evinin girmeyi başarmıştır. Peki İstanbul'daki durum?

''Kim bu sanatçı?''

Anton Lehmden'in giderayak sarfettiği davet sözü o kadar etkilemiştir ki Deneç'i, hocasının ayrılışının ardından ders çalışmayı ve okula gitmeyi bırakmış, gelecek daveti beklemektedir. Günler geçer, okul biter. Ne umudunu yitirir ne de olumsuz sonucu düşünmeye cesaret eder.

İşin aslı Prof. Dr. Lehmden genç öğrencisine verdiği sözü unutmuştur, Kadırgalı gencin hayalleri hocasının duvarında büyük buluşmayı beklemektedir.

Anton Lehmden, bir gece önemli bir misafir ağırlar. Bu isim fantastik realist resim ekolünün kurucusu, şair, bestekar, mimar Ernst Fuchs'tur.

Fuchs'un duvardaki karakalem çalışmasını farketmesi çok zaman almaz. Yaklaşır, uzun süre bakar, inceler ve Lehmden'e o soruyu sorar: "Kim bu sanatçı?"

Genç Deneç'in aylardır yolunu gözlediği davet hocası Lehmden'den değil, beş parasız bir gençken Salvador Dali'nin destekleri ile dünyaca ünlü bir sanatçı olan Ernst Fuchs'tan gelecektir: "Lehmden'in sözü üzerine gelecek daveti bekliyordum; tam 1 sene geçti, haber yok. Dersleri bıraktım, babam askere gitmiyorum diye kızıyordu. O gün bir mektup geldi. Gönderen Viyana Fantastik Gerçekçilik Okulu'nun kurucusu Ernst Fuchs idi. Lehmden'in evinde çalışmamı gördüğünü ve hayran kaldığını söylüyor. Derhal Viyana'ya gelmem gerektiğini yazdığı mektupla birlikte bir tren bileti ve yanına bir miktar cep harçlığı koymuş. Hiç vakit kaybetmeden hazırlığımı yapıp çıktım yola.''

7 milyonluk şehir, 30 bin sanatçı ve bir 'sufi ressam'

Viyana'ya giden Deneç 5 ay boyunca Fuchs'un malikanesinde misafir edilir. Pek fazla dışarı çıkmaz, evde tamamen çalışmalarına yoğunlaşır. Yaptığı çalışmalar çok geçmeden bu tarzın en ünlü isimleri ile aynı sergide yer alır. Doğu kültürlerine büyük ilgi duyan, tasavvufa da pek yabancı olmayan Fuchs, Anadolu'dan gelen bu genç sanatçıya bir isim dahi vermiştir: 'Sufi Ressam'

7 milyonluk nüfusun arasında 30 bin sanatçıyı barındıran Viyana, kısa sürede Erol Deneç'i de hak ettiği yere taşıyacaktır. Henüz ilk sergisinin ardından sanatçılar ve sanatseverler arasında popüler bir isim haline gelmiştir bile: “1965 yılıydı Viyana'daki ilk sergim açıldığında. Kendi sergimin açılışına gidebileceğim uygun bir kıyafetim yoktu, gitmedim. Arkadaşlarım gece 11'de yatağımdan kaldırıp yaka paça götürdüler. Galeriye girdiğimde yerler izmarit doluydu. Anladım ki, epey ziyaretçi gelmiş. Aslında sadece küçük ebatlardaki kara kalem çalışmalarım sergileniyordu ama arkadaşlarımı da şaşırtan büyük bir ilgi görmüş, gün boyu dolup taşmış salon. Ertesi gün erkenden gittiğimde insanların merceklerle resimlerimi incelediklerini gördüm. Bu sergi sayesinde çok çabuk tanındım ama bu ilgi maddi bir kazanç sağlamadı. Viyana halkı sanattan anlayan ama kendi sanatçısını önde tutan bir yapıya sahip. Diyorlar ki 'sen çok iyi bir sanatçı olabilirsin ama biz vatandaşımızın resimlerini alır, onun önünü açarız. Sen bugün buradasın, yarın gideceksin.' Buna rağmen ertesi yıl resimlerime büyük bir talep oldu. İnişli çıkışlı zamanlarım olsa da sevilen bir sanatçı olmayı başarabildim.”

1965-1969 yılları arasında yaptığı çalışmalarla Viyana Güzel Sanatlar Akademisi tarafından üst üste iki kez Meister Ödülü'ne değer görülen sanatçı, Alp dağlarının eteklerinde kendi yaptığı evinde çalışmalarını büyük bir aşkla sürdürür.

Çok yönlü bir sanatçıdır Deneç, sadece resim yapmaz, küçüklüğünden beri ilgilendiği müzikal çalışmalarına da devam eder. Müzisyen bir babanın oğlu olan Deneç; ud ve keman çalmayı daha çocuk yaşlarda kendi kendine öğrenmiştir. Hint kültürüne olan ilgisiyle bu kez de bir Hint enstrümanı olan 'Sitar' çalmayı öğrenir.

Türkiye’ye döndü, ama…

Deneç'in bir mektupla başlayan Avrupa'daki sanat serüveni 1989 yılına değin sürer. Deneç, 25 yılın ardından sanatçı dostlarının tüm ısrarlarına rağmen Türkiye'ye dönme kararı alır.

Ancak ülkesinde pek tanınmayan bu resim tarzı nedeniyle karşılaştığı sorunlar dönüş kararını da sorgulatacaktır: "Döndükten sonra İstanbul'da ilk sergimi açtım. Sergiyi ziyaret edenler resimlerimin önünden hızlıca geçip gidiyorlardı. Bu durum beni çok etkiledi. Zira Avrupa'da açtığım sergilerde insanlar tek bir çalışmamın önünde dakikalarca durup inceliyor, hatta sergiyi büyüteçle dolaşıyorlardı. Bu manzarayı görünce açıkçası 'eyvah' dedim."

"Mikro evrene daldığımız şu zamanda çağdaş sanat fantastik realizmdir"

Fantastik gerçekçilik tarzının hem teknik açıdan zor hem de derin bir hayal gücü gerektirdiğini savunan Erol Deneç, günümüzde özellikle çağdaş sanat adı altında yapılan anlaşılması zor çalışmalara duyulan hayranlığa şaşırdığını ifade ederken, bu durumda galerici ve sanat eleştirmenlerinin de büyük payı olduğunu düşünüyor: "Günümüzde öyle ki, bazı sanat galerileri kişileri ünlü yapabiliyor. Ne kadar yeteneksizseniz o kadar çağdaş sanatçı oluyorsunuz. Kimi kirli çamaşırlarını asıyor tuvale, biraz da kirletip bir şovla sergiledikten sonra sanat eseri diye satıyor. O gün bunu satın alan insanın torunu muhtemelen çöpe atacak.

Bir de izm'ler var, empresyonistlerden sonra o kadar ekol türedi ki; füturizm, dadaizm, taşizm, bir sürü -izm. Bunların birçoğu moda akım, gelip geçiyor. Ama sürrealizm veya fantastik realizm modası geçmeyenlerden. Baktığınız zaman binlerce yıllık mağara resimlerinde dahi görebiliyorsunuz. Kabuk, renk değiştiriyor, zamana uyuyor. Bugün uzaya açıldık, denizlerin diplerine dalıyoruz, elektro mikroskoplarla mikro evrene girebiliyoruz, gördüklerimizin hepsi fantastik. Böylesi bir zamanda çağdaş sanat fantastik realizmdir. Dünya bir boşlukta asılı, sular bu boşluğa dökülmüyor veya topraktan bir tohum büyüyüp gül oluyor. Toprakta koku yok ama gülün mis gibi kokusu var. Baktığınızda bu da fantastik bir olay değil mi? Daha pek çok misal verilebilir. Evet, bu ekolün modası geçmiyor, dünya durdukça da var olacak.

Biz ülke olarak bazı konularda tutucuyuz. Bazı tuttuklarımızı da bir daha bırakmıyoruz. Biliyor musunuz, Balkanlar'da şahane fantastik sanatçılar var fakat aynı ekol Kapıkule'den içeriye giremedi, Türkiye'ye girişi benimle oldu."

“Doğu'dan Batı’ya ulaşan bir ışık: Erol Deneç”

Bazen yüzlerce küçük detayın oluşturduğu farklı konuları aynı tuvalde buluşturabilen bir tarzın temsilcisi Erol Deneç. Öyle ki kimi eserlerini karşınıza aldığınızda 'insan böylesi girift bir kompozisyonun neresinden başlar, ne kadar sürede tamamlar' sorusunu sormadan edemiyorsunuz. Deneç, bu süreci şu şekilde aktarıyor: "Resme başlarken tuvale rastgele lekeler yapıyorum. Hayal gözüyle o lekelerin içinde farklı figürler görüyorum. Lekeler üzerinde çalışmaya başlıyorum. Tuval üzerindeki o renkli lekeler beni kullanmaya başlıyor. Resim bitene kadar ben ona hizmet ediyormuşum gibi. Resim bittiğinde ise 'bunu ben mi yaptım, nasıl yaptım?' diyorum. Bazen çok uzun zamanlar alabiliyor. Örneğin büyük bir karakalem tablom var tam 9 yıl süren. Sabır gerek; sabır, yetenek ve hayal gücü. Sürekli kendimden öğreniyorum, kendimi kopya etmeyi de sevmiyorum. Tekamül için yaratılmış insan. Sürekli bir değişim var, ben değişiyorum resimlerim de değişiyor. Bazı insanlar örneğin bir kedi veya çiçek çiziyor. Baktı ki resim satıldı, 'tamam' deyip bir ömür çiçek, papatya yapıyor. Halk da 'bu adam kendini bulmuş' diyor, ben de diyorum ki, bu adam tavuk mu ki kendini burada bulmuş olsun."

Deneç'in eserleri bugün Viyana'daki Albertina ve Belveder müzeleri ile Avrupa'nın birçok önemli koleksiyonunda yer alıyor. Bugüne kadar 150'nin üzerinde sergiye imza atan sanatçı 1989 yılında döndüğü İstanbul'da yaşamını sürdürüyor. Deneç, resim çalışmalarının yanında Emin Ongan Musiki Derneği çatısı altında da müzik çalışmalarına devam ediyor.

Yazımıza ona bu sanat yolculuğunda en önemli desteği veren ve dünya sanatına kazandıran Ernst Fuchs'un hakkında sarfettiği cümlelerle son verelim: "Resim yapan Türk, Doğu'dan bize ulaşan bir ışık: Erol Deneç. Onun kişiliğinde burada tüm Doğu'yu konuk ediyoruz. Deneç'in yapıtlarında kullandığı biçimler gizemlerle doludur; o bu gizemleri resimlerinin her karesinde mikroskop altında işlenmişçesine net ayrıntılarla, esinin ve ümitsizliğin oluşturduğu bir labirent gibi işler; ve onun kendi dünyası, ustaca kesilmiş bir kristalin yüzeylerinden dağılan ışınlar gibi bu gizemlerde belirir."

 

Önder Hanelçi