her yönüyle pkk meselesi

TAKİP ET

 Daha önce, bu 'Milliyetçilik' melanetini yazdım… Bir hatırlayalım: 1777'de, dünyayı yönetmek üzere, milletleri bir araya getirerek devlet kuranlar, aynı yıllar itibariyle, o sırada dünyayı yöneteni bölmek için, Fransa'dan milliyetçilik melanetini pompaladılar. Başarılı da oldular. Osmanlı Devleti'ni, 'Milliyetçilik' melaneti üzerinden, önce Balkanları, sonra Mısır'ı, sonra da tüm Arap Dünyası ve Ortadoğu'yu kopartarak yıktılar.

Ardından da, Anadolu’da kalan 2 ana unsuru sürekli kavgalı tutacak imzayı attılar: Ulus Devlet…
İnönü Chp’si, devleti, Kürtler ile birlikte tüm farklı toplum kesimlerine küstüren bir siyaset izledi. Özellikle Kürtler, nüfus yoğunluklarından da kaynaklanarak, en rahatça, devlete karşı kışkırtılabilen (çoğu zaman, haklı oldukları durumlar oluşturularak) unsur oldular.
 
Bu durum, 1970’lerin sonlarında, “Eski Türkiye” nin içindeki, devlete dair unsurlar ve diğer devletlerin de yardımıyla örgütlü bir hal aldı: PKK (Partiya Kerkeranı Kürdistan – Kürdistan Kurtuluş Partisi)… Abdullah Öcalan adında, o zamanlar ki talebelerinin “Önce Mülkiye, sonra Türkiye” diye lobileştirdikleri Mülkiye’de öğrenci olan bir zat; üstelik de araştırmalara göre devlete çok da yakın olan bir zat, Mezopotamya’ya inerek önce “Apocular”, sonra “pkk” adını alan örgütü kurdu; ve ilk büyük eylemini 1984 yılında Siirt’in Eruh ilçesine yaptığı baskınla, ortaya koydu.
 


Türkiye’ 12 Eylül 1980 Darbesi ardından, önce 3 sene boyunca “Marksist Leninist terörist” haberleri duymaya alışmışken; 1983’te Özal’ın Anavatan’ının kazandığı seçimlerle, sivil hayata doğru tam geçerken, bu sefer de bu nereden geldiği ilk anda şaşırtan eylemler ve örgütle tanıştı. İlk etapta, 1984 ile 1992 yılı sonu arasında, binlerce şehit ve ölüm ile 12 Eylül 1980 sabahı “Pek masum (!) darbe ile Ertuğrul Özkök’ün tüm Türkiye adına çektiği “Ohhh!””, Türkiye’nin kursağında kaldı.
Birileri, yıllarca, önce İnönü ile, o gidince de sağ-sol kardeş kavgası ile oyaladıkları Türkiye için, yeni bir engelleyici bulmuştu bile… Özal ile, “çağ atlama” atağına giren Türkiye’nin yeni dizgini (!) maalesef pkk adındaki, o gün de bugün de ne idüğü belirsiz örgüttü.
Aslında, Türkiye bu örgütü, ilk eyleminin daha 10. Yılına gelmeden, bitiriyordu Özal ile… Ya da, hiç yaşanamadığı için şöyle diyelim en azından: DEVLETTE BİTİRME İRADESİ VARDI.
Son cümleyi büyük harflerle yazdım ki, meselenin kök sebebi belli olsun. Meselenin kök sebebi, Türkiye’nin (Osmanlı’nın) yeniden ayağa kalkmasını engellemek isteyen Dış Güçler ile pek tabii ki, onların devletin içindeki taşeronlarıydı. Ancak, bu taşeronları temizleyen ya da etkisizleştirebilen iktidar (1991-93 te çok azı; 2002-2009 da çok çok fazlası) bu iradeyi gösterebilirdi.
Nitekim, Özal önderliğinde, ana omurgasını Bakan Adnan Kahveci, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, duayen araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu’nun oluşturduğu ekip, bu konuda ciddi çalışmalara başlamışken, bu kitabın daha önceki sayfalarında da yazdığımız gibi 3ay içinde ORTADAN KALDIRILDILAR. Allah, her birine rahmet eylesin!
Bu ekibin ölümünün ardından, Türkiye, özellikle Özal’ın 1989’da Cumhurbaşkanı olmasının ardından iyice girdiği karanlık süreçleri, her gün biraz daha artarak yaşamaya başladı. Ülke bir faili meçhuller ve meçhul failler ülkesi haline geldi. “Devam eden terör, koalisyonlar curcunası, Başbağlar, Sivas, 33 er, Susurluk, binlerce faili meçhul, kumarhane çıkışı yumruklanan Başbakan, halka en ufak saygısı kalmayan devlet ve siyasiler, uydurulmuş ve bindirilmiş “irtica tehditi”, 28 Şubat Darbesi, anayasa fırlatma, 2 büyük kriz ve her birinde TC’nin yarı yarıya fakirleşmesi, vs…” Türkiye’yi içinden çıkılmaz gibi görünen bir kaos ve içine kapanmışlığa sürükledi.
Tabi bu ne idüğü belirsiz yöneticilerin (böyle diyerek daha ağır ithamlardan imtina ediyorum, bilesin okurum), kapkaranlık bir sirke çevirdiği ülkede terör de güldüren değil öldüren şeytani bir şaklaban gibi görevine devam etti.
2002’nin 3 Kasım’ında görevi devralan hükumet, önce antidemokratik bir durumu ortadan kaldırmak ile ilgilenerek, seçimi kazanan partinin gerçek liderini siyasi yasaklarından kurtararak işbaşına getirdi (Not: Recep Tayyip Erdoğan, kendi sonlarını ta o günden gören ve o gün “devlet” olanların tüm arayışlarına rağmen, Belediye Başkanı olarak 4 yıl 7 ayda hiçbir “yolsuzluk kırıntısı” bulunamadığından, OKULLARDA OKUTULAN BİR ŞİİR YÜZÜNDEN, 10 ay hapsedilip, siyasi yasaklı yapılmıştı).
Hükumetin, ikinci ve zorlu işi, “1 Mart tezkeresi” idi ki, hükumet kıl payı ile ABD’ye Türkiye üzerinden Irak’a girme iznini vermedi (iyi de etti). Ancak ABD hem şok yaşamış, hem çok sinirlenmişti. Ve gereğini de bir aç yıl boyunca yaptı. Ama Türkiye “HİÇ BİR ZAMAN BİR İRAN OLMADIĞINI” TÜM İslam Alemi’ne bir kez daha ispat etmişti. Evet, biz bu aradaki detayları çok uzatmadan, konumuza doğru tekrar süzülelim. Bu dönemde Türkiye, sağlık, eğitim, savunma sanayi, ekonomi vs konularında önemli dev adımlar atarken, asıl meselesine, yani İÇİNİ TEMİZLEYEREK, BOYUNDURUKLARINDAN KURTULMA meselesine de odaklanmış çalışıyordu.
Nitekim, Türkiye 2003-2009 arasında İÇİNİ İYİCE BİR TEMİZLEDİ. Bir diğer deyişle DEVLET İRADESİ ARTIK ÇOK YÜKSEK ORANDA SEÇİLMİŞLERİN ELİNDE İDİ 2009’A GELİNDİĞİNDE; BÜROKRATİK OLİGARŞİNİN DEĞİL…
2009-2010 yıllarında 4 önemli olay gerçekleşti: (1) “One Minute” ile tüm dünyaya ve özellikle de kendinden koparılanlara sinyali çakıyordu Türkiye: “Merkez’deki irade artık toplumun gücüyle ayağa kalkmıştır”. (2) Hemen ardından, Ahmet Davutoğlu dışarıdan Dış İşleri Bakanı olarak atanıyor ve (3) hemen ardından da Hakan Fidan MİT Müsteşarı olarak… Ve (4) basına da, çalışma çöksün diye sızdırılan, Oslo Görüşmeleri…
 
Neydi, Oslo Görüşmeleri ve Çözüm Süreci? Tabii ki, Pkk ve yandaşı partinin algılatmaya çalıştığı gibi bir müzakere süreci değildi, Çözüm Süreci… Mesele, tamamı ile şu idi aslında: Devlet, içinde, bu taşeron örgütün önünü açan, en azından ortadan kalkmasını engelleyen, cuntaları da, o cuntaların, Kürt vatandaşlarımız üzerinde oluşturdukları baskıları da ortadan kaldırdı. Kürt, artık kimliğini ifade edebilen, dilini konuşabilen, tüm vatandaşlık haklarından yararlanabilen, faili meçhullerle kaybolmayan, yakılan köyleri ve evlerini parasını alan, bölgesine çağdaş yaşama adına yatırımları alan, tam vatandaş haline gelmişti. Bir yandan da, çeşitli seviyedeki kürt liderler ile birlikte, 200 yıllık oyun çözülmüş, Kürt-Türk el ele olursa ne yapabilecekleri netleşmişti. Pkk lideri Abdullah Öcalan, şöyle ifade ediyordu 21 Mart 2013’teki mektubunda: “1000 yıldır birlikte yaşadıklarımızla, aynı bayrak altında yaşamak…”. Kuzey Irak Başkanı Barzani, daha da ileri gidiyordu; hem devletinin en önemli ürününü (petrolü), hem de bu petrolün parasını Türkiye’ye emanet ediyor; ayrıca, bu duruma karşı çıkanlara da şöyle sesleniyordu: “Biz, başkent seçmeyi de biliriz!”. Nitekim, her seferinde DAEŞ dolayısıyla ertelense de, önce 2014 yazında, sonra 2015 sonbaharında, Irak Merkezi Yönetimi’nden ayrılma referandumu hazırlıklarına başlama emri, veriyordu.
 
Çözüm Süreci, olarak adlandırılan süreç, aslında, Türkiye Devleti’nin, yeniden tüm halkları ile barıştığı ve tamamen Milletine ait bir anayasayı yapması süreci idi. Ama henüz yaptırmadılar görüldüğü üzere. Şöyle de diyebiliriz: “Türkiye’de son 5 yıldır kopartılan fırtınaların, algı ve yalan operasyonlarının tek sebebi, Türkiye’ye kendi milli, sivil anayasasını yaptırmamaktı.
Bu bağlamda, süreci Kürt aktörler açısından izlediğimizde, gördüğümüz ise, özellikle Selahattin Demirtaş önderliğindeki hdp ve Karayılan-Bayık önderliğindeki Kandil’in (pkk nın), bütün bu uzlaşma zemininden, yine özellikle 2013’ten sonra, hatta, Demirtaş Abd’de Fuller ile gezip dolaştıktan (!) sonra, kayması idi. Bu kayışı, en net olarak önce Kobani Olaylarında, sonra 21 mart 2015 itibariyle silahsızlanma mektubu konusunda, en sonunda da, Güneydoğu’da tekrar kalkışma başlattıkları, 2015 yazında gözlemledik. Şimdi sırasıyla bu olayları inceleyelim bakalım, kim samimi, kim değil…
Kobani Olayları

DAEŞ, birdenbire, Musul’u bırakıp, görece, stratejik önemi olmadığı var sayılan Kobani’ye doğru koşmaya başladı.

Ve ne hikmetse (bence helal olsun TC ve MİT’e), Kobani nüfusunun tamamı (yaklaşık 200.000 kişi), TC sınırına dayandı, ve TC bu insanlara da kucak açtı. Yani Kobani’de aslında SİVİL KALMADI.

1 Ekim 2014’te, meclise, Kobani konusunda gerekirse, yardım için, Türk Ordusunun girmesi veya Peşmerge’nin aynı amaçla Türkiye’den geçirilmesi konusunda bir tezkere geldi.  Ve bu tezkereyi, chp ve hdp reddetti.

4 Ekim 2014’te, chp’den Sezgin Tanrıkulu ve hdp’den Selahattin Demirtaş, Alman Milletvekili Claudia Roth ile Diyarbakır’da görüştü. Ne hikmetse?.. (bu, gezi olaylarının ortasında Divan Otel’den çıkan; Suruç bombası önceki günü Demirtaş ile görüşen olan aynı Roth, hani yıllar önce şu bizim Bakan Ayvaz Gökdemir ile, Bakan’ın bir sözü üzerine davalık olan…)

5 Ekim 2014’te, 4 gün önce mecliste tezkereye ret veren, bir gün önce Alman Milletvekili ile Diyarbakır’da buluşup görüşen Tanrıkulu ve Demirtaş, halkı sokağa döken açıklama yaptı. Dedikleri şunlar idi:(1)Kobani’de, siviller var. (aslında yok, hepsi Türkiye’ye geldi)
(2)TC, DAEŞ’i kurdu. (zaman gösterdi ki; DAEŞ’in tek zarar verdiği ülke, ve DAEŞ’in içinde eli bulunmayan tek ülke TC)
(3)TC, Kobani’ye yardım etmiyor. (yardım etmek için verilen tezkereye, siz ret oyu verdiniz. Ona rağmen tezkere geçti ve TC Peşmerge’yi sınırdan bölgeye doğru geçirdi)

Benim görüşümce, bu olaylar, çözüm sürecinin ve çözüm iradesi gösterenlerin (Devlet, Barzani, Öcalan…) altını oyarak, barışı sonlandırmak, Kürt halkını sokağa çekerek, pkk ya tekrar silah kullandırmaktı. Omadı. O gün başarılamadı. Çünkü, birkaç gözü dönmüş katil dışında, toplum, sokaklara çıkmadı. Zaten olan biten de bir toplumsal protesto eylemi şeklinde değil, katliam şeklinde gerçekleşti. 
Silahsızlanma Mektubu ve Oslo ile Başlayan Tüm Süreci Yok Etme Adımları
Önce, tam da 21 Mart’ta, Öcalan’ın “silahsızlanma kongresini toplayın” dediği mektubun açıklandığı gün, Bülent Arınç, her zamanki gibi ardı gelmeyen ama gündemi meşgul edip, asıl gündemin üzerini örten Melih Gökçek çıkışını yaptı. Türkiye, o hafta, silahsızlanma kongresinin toplanması konusu yerine, bu konuyu konuştu. Ve o gün itibariyle, Öcalan’ın mektubu bir nevi hasır altı edilmiş oldu.
 


Hemen, akabinde, Dolmabahçe Toplantısı, sanki Oslo olmamış, Öcalan’ın görüşmeleri ve mektupları olmamış gibi; bir müzakere sürecini başlangıcı gibi sunulunca, Cumhurbaşkanı, haklı olarak çileden çıktı ve böyle bir mutabakatın, ya da müzakere sürecinin olmayacağını ifade etti. Hemen ertesi günü de Genel Kurmay Başkanı’da, görünen siyasi süreçler dışındaki adımların misliyle karşılık göreceği şeklinde açıklama yaptı.
Yani, devlet diyordu ki: aslında süreç için gereken ne varsa yapıldı, sürecin sonuna gelindi, ancak siz, dış güdümlü olarak, “dur biz bu süreci yıkalım, yeniden başlatalım, müzakere olsun, hatta bunun içinde başka devletler de olsun” derseniz; art niyetiniz ortaya çıkar, ve bu durumda da devlet ne gerekiyorsa yapar.
 
İşte tam da bunun ardından, meclis grup toplantısında Demirtaş, eğer kendisini samimi bir Kürt vatandaş olarak kabul edersek, tarihe nankörlük belgesi olarak geçecek sözleri sarfetti: Erdoğan’a ithafen, “Seni başkan yaptırmayacağız, yaptırmayacağız, yaptırmayacağız”.
Bu durumda;
(1)Unuttuğu bir şey vardı ki; Türkiye Milleti, kendisinin de aday olduğu seçimde Başkan’ının seçmişti.
(2)Eğer o seçimde kendisi aday olmasa, anket ve görüşmelerimize göre Kürt vatandaşlarımız da Erdoğan’a oy verecekti.
(3)Son 100 yılda, sadace Türkiye’de değil, bütün Ortadoğu’da, Kürtleri eşit-gerçek vatandaş kabul edip, buna göre gereken her ne varsa yapan Erdoğan’a Kürt vatandaşımızın bu şekilde karşı çıkışı mantıklı değildi ama, Kürt vatandaşımız da, tekrar uyutuldu. Cumhurbaşkanımızın en son söylediği “Türkiye’de artık Kürt sorunu yoktur” sözleri, sanki Kürt düşmanlığı ya da ayrımcılığı gibi algılatıldı. Halbuki, yıllar önce “Kürt sorunu vardır” diyen de; 10 yılda bugüne kadar artık bu sorunun tüm unsurlarını halletiği için “Kürt sorunu yoktur artık” diyen de Erdoğan’dı. Kürt vatandaşımız, belki yıllarda oluşan hassasiyetler ve biraz da milliyetçi damardan dolayı bu ayrımı önce yapamadı. Ancak yaklaşık 8 ay sonra bu ayrımı yapmaya başladı. Gerçeği gördü.
 
Bu arada, Türkiye’de, 2 kez seçimler oldu. 2 seçimin arasında, bütün Türkiye, istikrarsızlığın neye mal olduğunu gördü. Ayrıca yalan ve algı operasyonları devam etti. Suruç; Diyarbakır ve Ankara patlamaları oldu. Tüm patlamalar Kürt kardeşlerimizin yoğun olduğu toplantılar olduğu halde, tümünde de hdp yöneticilerinin olmayışı ilginçti. Ve yie tabi, her bu tür olayda olduğu gibi, Suruç patlaması öncesi de Demirtaş’ın Claudia Roth ile görüşmüş olması kayda değer nottu.
 
Bir başka kayda değer not ise, daha önce de bahsetmiştik ama tekrar edelim ki; hdp nin, chp nin seçim startejistleri ile FETÖ nün stratejisti aynı çatıya bağlıydı: Graham Fuller…
 
Eğer siz bunlara tesadüf diyorsanız, ben tüm siyasi argümanlarımı geri çekiyorum, değerli okurum!
 
Tüm bunların ardından, pkk artık son saldırışına, bu sefer şehirlerden geçti. Amaç Türkiye’yi de Suriye’ye çevirmekti. Olmadı. Olmayacak. Bütün olan bitene rağmen, Birlik ve Kardeşlik Misyonumuz yürüyecek; Türk-Kürt-Arap yıllarca sürdürdüğü Birlik ve Kardeşliğini tekrar tesis edecek ve BU COĞRAFYAYI VE KAYNAKLARINI YENDİEN BU COĞRAFYANIN ÇOCUKLARI YÖNETECEK!
 
Ne bu coğrafyanın kaynaklarını hortumlamak derdinde olan Tröstler, ne onların yerli işbirlikçisi, siyasiler ve sömürge aydınları, bu kardeşi kardeşe kırdırıp suçu kardeşliğe ve diğer kardeşe atma stratejisinden bu sefer kazançlı çıkamayacaklar.
Bu zatlar, 100 yıl boyunca Türkiye’nin, ayağına vurulan prangalar ile aya kalkamadığı, her kalkmaya çalıştığında, tepesine balyozun indiği dönemi referans alıyor ve yanılıyorlar. Çünkü Türkiye bu sefer ayağa kalkmaya çalışmıyor; KALKTI. GEÇMİŞ OLSUN! Biliyoruz yine gelecekler, gelmeye devam edecekler. Ukrayna’da, Mısır’da, İran’da, Ortadoğu’da, Kafkaslar’da, Balkanlar’da ve Türkiye’nin içinde, siyaset üzerinden, halk üzerinden, operasyonlar yapacaklar. Sömürge aydınlarını her yerde peşlerine takacaklar, hep gelecekler, gelecekler, gelecekler. Ama biz de, bugün itibariyle tüm değerlerimizi ve milli var oluşumuzu simgeleyen bugünün Cumhur Önderini, BAŞKAN YAPTIK YAPTIK YAPTIK!!!
 

pkk pkk açılımı pkk nedir