Klasik Edebiyatımıza Kapı Aralayan Kitaplar

TAKİP ET

YÖK başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç'ın Gökkubbe Yayınlarından çıkan Belagat, Klasik Edebiyat Bilgisi Biçim-Ölçü-Kafiye ve Divan Şiirinden Seçmeler kitapları bizi klasik edebiyatımızın ufuklarında dolaştırıyor.

Yekta SaraçBelagat kitabında belâgatin “Yerinde söylenmiş doğru ve güzel sözü” konu ve gaye edinen bir ilim dalı olduğunu söyleyerek belâgatin iki yönü olduğunu şöyle açıklar: “Biri meleke, diğeri ilim olma durumudur. Her insan bir sözü zamanında, yerinde ve olması gereken şekliyle söyleyebilme yeteneğini doğuştan kendisinde taşır. Diğer bir ifade ile belli bir dönem belâgatin eş anlamlısı olarak kullanılan “beyan” insan ile var olmuştur.”

“Belâgat, bir düşünce ve duygunun yerinde ve zamanında en açık şekilde ve akıcı bir dille ifade edilmesidir. Kelimenin temel anlamı ulaşmak, bir şeyin son noktasına erişmek, olgunlaşmaktır.”

Kitap, belâgatin öğrenilen ve öğretilen, kuralları belirlenmiş, konu çerçevesi çizilmiş bir disiplin halini almasının çok sonralarda geliştiğini dile getirilir. Yazar, belâgat üstadı olarak anılan Abdülkahir Cürcanî’nin yazmış olduğu iki kitapla belâgat ilmine yeni bir bakış açısı getirdiğini söyler. Abdülkahir Cürcanî Delâilü’-İ câz isimli eserinde Kur’an-ı Kerim’in belâgat yönünden icazını Abdülcebbar’ın görüşünden de hareket ederek sözün fesahatine dayandırır. Fakat bu lafzın güzelliği veya manaların etkileyiciliği, orijinalliği anlamında değil, maksadın ifade şekli ve sözün nahivle ilgili bağlantıları anlamındadır.

“Belâgat kitaplarında sözün fasih olmak şartıyla muktezâ-yı hâl ve makam denilen söyleyenin, söze muhatap olanın ve dile getirilecek düşünce, duygu ve hayalin durumuna uygun şekilde söylenmesi olarak tanımlanır. Muktezâ-yı hâl ve makam, lafızların gösterdiği anlamların belirlenmesi ve anlaşılmasında da önemlidir. Aynı kelime farklı bağlamlarda farklı anlamlar kazanabilir. Belâgat ile iki şey nitelenir; kelâm/söz ve bu kelâmı dile getiren.

Söz söylenmesi gereken durumlar, ifade edilecek duygu ve düşünceler sayısız ve birbirinden farklıdır. Ayrıca bunları ifade edecek şahsın önünde de kendisinin ve karşısındakinin fikri, zihni ve psikolojik haline, eğitim durumuna göre değişen ve çeşitlenen çok farklı seçenekler vardır. Söz, ifadesi kastedilen tek bir manayı birden fazla şekilde dile getirebilir. Mananın bu seçeneklerden kendisine uygun olanıyla birleşmesi sonucu belâgat gerçekleşir.”

Belâgat için öncellikli şartın fesahat olduğunu belirten kitap, fesahatın ilgisini daha çok lafzın niteliklerine yönelttiğini belâgatın ise tek tek lafızla ilgilenmediğini söyler.

“Bir sözün beliğ niteliğini kazanması için lafzın kulağa ulaşması, yani sesin algılanması ile kazanmanın zihne ulaşmasının aynı zamanda olması da gerekir. Bu ise ifade de vuzuh/açıklık demektir. Bunu, fesahat kendisine konu edinir. Fesahat sözün doğru ve açık olması ile ilgilenir. Bununla birlikte her beliğ, değerli sözde vuzuh/açıklık tek başına belirleyici bir şart değildir. Böyle olsa idi mecazlı bir söyleyişin gerçek anlamında kullanılan sözden üstün olmaması, dilde istiarenin reddedilmesi gerekirdi. Hâlbuki bunun aksine sözün müphemiyeti/kapalılığı birçok sanatta ifade şekilde özellikle aranır.

Belâgat bir ilim olarak üç kısma ayrılır: Meânî, beyân, bedî. Meâni sözün duruma uygun bir şekilde nasıl ifade edileceğini, beyân bir maksadın birbirinden farklı usullerle ne şekilde dile getirileceğini, bedî ise maksadı ifadede yeterli olan söze mana ve ahenk açı­sından güzellik verme yollarını gösterir.”

Klasik Edebiyat Bilgisi Biçim-Ölçü-Kafiye

Yazar, klasik edebiyat bilgisinin hem içerik hem de biçim yönünden bir takım kurallar koymuş olduğunu, bu kurallarında edebiyat dili ve özelliklerini oluşturduğunu söyler.

“Kaside kelimesinin asıl anlamı kast etmek, bir şeye yönelmek, doğru yolda bulunmaktır. Bir edebiyat terimi olarak ilk beyti kendi içinde, diğer beyitleri ilk beyitle kafiyeli olmak üzere en az 15 beyit uzunluğunda ve aynı vezinde söylenilmiş nazım biçiminin adıdır. Genellikle 31 beyitten 99 beyte kadar uzunlukta yazılsa da beyit sayısı konusunda kesinlik bulunamamaktadır. Tanımlarda geçen “uzun şiir” ise görece bir niteleme olup terkîb-i bend, tercî-i bend dışındaki nazım şekillerine göre daha uzun yazılmasındandır. Kasidenin uzunluğu aslında kafiye bulma zorluğu ile de ilişkilidir. Kasideler divanlarda ilk başta yer alırlar.”

Divan Şiirinden Seçmeler

“Türklerin İslâmiyet ile 8. yüzyıldan itibaren temas kurduğu kabul edilir. Topluca ve yaygın bir şekilde İslâmlaşma ise 10. yüzyılda görülür. İslâmî Türk edebiyatının ilk önemli eseri olan Kutadgu Bilig’in yazıldığı tarih 1069’dur. Bu eser, Doğu Türkçesi ile yazılmıştır. Doğu Türkçesi Türk edebi dillerinden birisi olup diğer dolu olan Batı Türkçesine göre daha önce edebi ürünler vermiştir.”

Yazar, Osmanlı döneminde ortaya konulan edebiyat ürünleri incelendiğinde bu dönemde tek bir edebiyat geleneğinin bulunmadığının görüldüğünü söyler. Farklılık gösteren özelliklerine göre edebiyat ürünleri gruplandırıldığında bu dönemde varlığını sürdüren üç ayrı edebiyat anlayışından ve geleneğinden söz etmek mümkündür.

Halk edebiyatı, tasavvufi halk edebiyatı ve klasik Türk edebiyatı… Bu üç edebi kol, genel itibariyle aynı zaman diliminde canlılıklarını sürdürmüştür. Aslında bu edebiyat anlayışlarının birbirinden bütünüyle kopuk olmadığı ve aynı kökten beslendikleri de göz önünde tutulmalıdır. Osmanlı Devleti tarihi, Türk tarihinin nasıl bir dönemi ise aynı şekilde bu dönemde ortaya konulan edebiyat da dünden bugüne zengin bir birikim haline gelmiştir.

Klasik Türk edebiyatında şiirin ne ifade ettiğini anlamanın, o dönemin toplumunda şiir ve şairin ne şekilde değerlendirildiğiyle açıklığa kavuşur. Yazar, Osmanlı toplumunda en üst düzeyde takdir gören sanat ve sanatkârların arasında şiir ve şairlerin özel yeri olduğunu belirtir. Devletin başında bulunan padişahtan sadrazamlara, vezirlerden bilim adamlarına, farklı devlet görevlilerinden çeşitli meslek gruplarına kadar şiir söyleme ve şiirden zevk alma o toplumun müştereklerindendi.

 

"Klasik Edebiyat Bilgisi Belâgat", Kitabın Ortası dergisi, Temmuz 2018, sayı 16.