Koşu Bıttıkten Sonra Da Koşan Atlı: Sezai Karakoç

TAKİP ET

Abdulvehap Balli, Karakoç; şairdir, düşünürdür, teorisyendir, eylem adamıdır, belki de en çok dava adamıdır. Diriliş düşüncesinin mimarıdır, diyerek yazdı.

Haber: İzzet Irmak


Bilge insanlar, bir yol üzeredirler. Yalnızdırlar bu yürüyüşte, çoğu zaman bir başına; ama onurludurlar, ama gururlu, ama vakur. Almayı bilmezler, vermeye meyyaldirler. Hayatlarını kutlu bir davaya vakfetmişlerdir. Bu duruş, onların en büyük sermayesidir. Tüm toplumu vebal altında bırakabilecek bir sorumluluğu tek başına omuzlamanın vermiş olduğu bir izzet halidir bu.

Üzülerek ifade etmek gerekirse toplum, çoğu zaman bu neviden insanlara ve getirdiği mesaja bir cüzzamlı muamelesinde bulunmuştur. Uzak durmayı, mümkünse kaçmayı, değilse kulak tıkamayı yeğlemiştir. Kulak tıkadıkları bilgelerdir, feylesoflardır, sanatçılardır; kulak tıkadıkları yaratılış esprileridir, varoluş gerekçeleridir, hayatı anlamlı kılan sesin kendisidir. Sezai Karakoç, böyle bir isimdir. Onu salt “şair” olarak değerlendirmek eksik kalır. Karakoç; şairdir, düşünürdür, teorisyendir, eylem adamıdır, belki de en çok dava adamıdır. Diriliş düşüncesinin mimarıdır.

Dönüşlü bir eylemdir “Diriliş”. Karınca edasıyla da olsa “belâ” esprisine Rabbimizin huzurunda verilmiş bir “âmennâ” nidasıdır. “Ateş, topraktan üstündür.” inadına, “Duyduk ve itaat ettik.” diyebilmenin erdemli yürüyüşüdür.

 “Diriliş” düşüncesinin Sezai Karakoç ile özdeşleşmesi ne kadar doğalsa bu düşüncenin sadece onunla sınırlı kalması da bir çıkmazdır. Bu, Karakoç’un bir tercihi midir? Elbette değildir. Ancak “Büyük Doğu” düşüncesinin Necip Fazıl’la özdeşleşmesi ve bir nesil yetiştirmesi misali “Diriliş Tezi”nin de entelektüel kulvarda rağbet gördüğü, bir neslin düşünsel, sanatsal mefkûresine çok büyük katkılarda bulunduğu ve geleceğe dair medeniyet tasavvuru üzerinden bir külliyat oluşturduğu muhakkaktır.

Türkiye’de yakın zaman İslamcılık düşüncesine getirilen en büyük eleştirilerden biri, tercüme faaliyetleri üzerine inşa edildiği tezidir. Özelde Mısır, Pakistan, İran; genelde İslam camiasından yapılan okumaların bir şekliyle tercüme edilmesi ve bu tercümeler yoluyla bir yol haritası çizme teşebbüsleri, ciddi mülahazalara konu olmuştur. Beslenme kaynakları yönüyle farklı söylemlerin, retoriklerin varlığı; entelektüel camiada bunların tartışılmasına, kimi zaman sorgulanmasına, kimi zaman uyarlanmasına kapı aralamıştır.

Karakoç, bu tartışmaların fevkinde olmakla beraber kendi çizgisini oluşturma çabasındadır. Tartışmalar üzerinden değil, kadim okumalar üzerinden bir perspektif oluşturma gayretidir bu. Yeni kavramlar üretmek yerine mevcudu anlama tavrı, onu kadim dili çözmeye yöneltir. Vahyin diline odaklanır. Peygamberler tarihine yönelir. Ruhun dirilişine atıfta bulunur.

Tarih boyunca medeniyet kavramını ırkla açıklamaya çalışan teoriler olmuştur. Ancak bu teoriler kabul görmemiştir. Zira medeniyet, özü itibarıyla insanlığa hitap eden bir olgudur. Onu bir ırka, bir zümreye mal etmek yanlış bir mecraya sürüklemek demektir. Elbette medeniyetlerin bazı yönleri daha çok ön plana çıkmıştır. Bazı medeniyetler mimariye, estetiğe; bazı medeniyetler teknolojik anlamda gelişmeye; bazı medeniyetler de maneviyata, metafiziğe daha çok önem vermişlerdir. Ancak medeniyetleri incelerken bir bütünsellik içerisinde ele almak sağlıklı olacaktır. Medeniyetlerin biraz da çağlarının ihtiyaçlarına göre duruş sergilediklerini söylemek mümkündür.

İslam dünyasının iki yüzyıldır yaşadığı melankoli hali ister istemez medeniyet kavramını, bu çerçevede medeniyet sorgulamasını gündeme getirmektedir. Sezai Karakoç’un inşası için bütün bir ömrünü adadığı “Diriliş Tezi” ise İslam medeniyetinin günümüze uyarlanmış halidir. Diriliş Tezi, İslam’ı medeniyet ve tarih perspektifinden ele alır. Bir anlamda İslam medeniyetinin yeniden ihyası çabası ve denemesidir. Bu bir çabadır, bu bir duadır, bu bir nesil inşa etme gayretidir.

Sezai Karakoç, bir dava adamı olmakla beraber öncelikle bir şairdir. Şiiri eyleminden, eylemi idealinden beslenen bir şairdir. Bu yönüyle temayüz eder. Şiirin o tılsımlı dili, duygularını ve medeniyet tasavvurunu ifade edebilmesinin en önemli enstrümanıdır. Bunu en iyi şekilde icra eden ender şairlerden biridir. Şiirini oluştururken kimseye öykünmez. Hatta acemilik devresi geçirdiği bile söylenemez. On dokuz yaşı gibi çok erken sayılabilecek bir yaşta klasik olarak kabul edilen şiirler yazar. Birinci Yenicilerin eski şiiri küçümseyen tavrına karşı durur. Özgün imgelerle şiire yeni bir soluk getirmeye çalışır. İlk dönem şiirleri bakımından İkinci Yenici olup olmadığı tartışmaları günümüzde dahi vuzuha kavuşturulabilmiş değildir. Adeta ruhsal bir devrim yaşadığı dönemin ürünü olan “Hızırla Kırk Saat” sonrası Sezai Karakoç’un şiiri bambaşka bir yöne evrilir. Karakoç, Batılıların “poem” dedikleri uzun soluklu şiirler yoluyla bir medeniyet tasavvuru oluşturmaya çalışır. İslam medeniyetinin şiirini yazmaya koyulur. Çünkü onun sanat tutumu, genel dünya görüşünden farklı değildir.

Sanatla teknik zekâlar arasına mesafe koyma alışkanlığı bizim gibi toplumlara has bir tavırdır. Oysa tecrübeyle sabittir ki, teknik beyinler sanata ve sosyal alana yöneldikçe toplumlar büyük dâhilere sahip olurlar. Böylelikle şaheser diyebileceğimiz ürünler ortaya çıkar. Sezai Karakoç, eğitimi ve mesleği itibarıyla bambaşka bir kanaldan beslenmesine rağmen kendisini sanata ve topluma adamıştır. Bu adanmışlık hali, çok az sanatkâra nasip olabilecek eserler doğurmuştur.

Sezai Karakoç’un hatıralarını kaleme almaktan imtina etmemesi, ona dair bilgilerin ilk elden alınmasını kolaylaştırmıştır. Sonradan polemiklere yol açabilecek bazı mevzulara bizzat kendisi açıklık getirmiştir. Ancak görünür olma hususunda ketum davranmıştır. Bu tavrı, ona dair yazılanları ve çizilenleri daha da önemli hale getirmiştir.

Bu kitap, “değerlerini” kaybettikten sonra hatırlayan ve yaşarken bunu fark etmeyen tipik Doğulu alışkanlığına bir hatırlatmadır. Bizlerle birlikte aynı zamanı, belki aynı mekânı paylaşan ve bir nesil inşa etmenin çabasında olan, bunu yüksek sesle dillendiren bilge bir insana minnetin küçük bir tezahürüdür.