Şiirde Gelenek, Mahallilik ve Bir Şair
Bahaddin Karakoç, şiir dilindeki zaman zaman kekreleşen tadla ilk kitaplarından beri dikkati çeker.
Seyiplemek, güzlek, ütük, çotuk, vığıl vığıl, sömek, lip lip, ıpıl ıpıl, kaklık, bezeklemek, göynümek, par par, eprimek, torç, teyek, eyecen, eğlek, yelip yelip, çıngı, tor, sömek... Bunlar, “Ay şafağı çok çiçek” adlı kitabında yer alan “mahallî” olarak vasıflandırılabilecek kelimelerden bazıları. Ortalama şiir dili için oldukça yabancı ve miktarca kabarık mahallî veya -bir mânada- arkaik kelime şiirinin dokusunda mühim yer tutmaktadır.
“Mahallilik”
Bu bir bakıma, peyniri, yağı, çökeleği, dürümü, şalvarı, başörtüsü, masalı, türküsü... velhâsıl binbir çeşit hayat unsuruyla büyük şehre gelmiş, şehrin kıyısında kurduğu gecekonduda da
bunlardan tamamıyla vazgeçmemiş insanımızın tavrıdır.
Bahaddin bey bu tavrı, “Sözüm özüme kefil” deyişiyle keskin bir tarzda ortaya koyar.
Çağdaşlık
Bu tavra sahip insanımız sürüp giden hayatla da birçok noktada kesişmek durumundadır. Çağdaş teknolojinin çelik ışıltılarını ve soğukluğunu taşıyan kelimelerin Bahaddin Bey’in şiirinde azımsanamayacak bir yer tutmasını da bu durumun bir sonucu olarak görebiliriz. Bu kelimeler şiirde, çağdaş teknolojinin zaman zaman insanı tedirgin eden, hatta buhranlara sürükleyen varlığı gibi bir konumdadır.
Ve kaynak
Bu ikili yapı şairin yere sağlam basmasına engel teşkil etmez.
Bir yerde: Bir Türkmen şairiyim yüzüm merkeze dönük der.
Bu “merkez” nedir? Bahaddin Bey, son kitabında yer alan şiirlerinde daha da kuvvetlenen bir eğilimle inancın arı toprağından yemişler bitirir:
O kadar yaklaştım ki pınarın kaynağına
Şiir damak şaklatır imanın kaymağına
Bu delişmen zamane dervişi bir taraftan
Tarihin kanadıyım ve ışığın çağdaşı diye gürlerken, ta Ulu Yunus’a kadar varan geleneğin berrak pınarından şiir içer
Selâm gül terlemesidir candan içeri
Veya
Sevgi ekmek düşler katık
Bölüşenlere ne mutlu
“Kur’ân sularında Kalûbela’da demirleyen” şair,
Yarın için tapum yok, Hakk’dan gayrı kapım yok
veya
Hep diri kalmak için yandım ve yanarım.
gibi hikmet yüklü mısralarla zaman zaman dinî-tasavvufî şiirimizin klasik, sâde, basit ve o nisbette kesif ve şiddetli ifadesini yakalar. Bu noktada şiir bizatihi, bir varlık olmaktan uzaklaşır.
Gönlü “kartpostal şiirlere kepenk indirmeyen” Karakoç, “şair ve hür” olduğunu söylemesine rağmen, her şiirinde “ruhunu ateşlere vermek”ten kurtulamaz. Bu noktada şiiri inkâr da kaçınılmazdır:
Gökleri içime çektim, hapsettim denizleri
Gönül kıyı tanımazken, şiir göleti ne ki
Şiir atını habire dolu-dizgin sürüp duran Karakoçda, arazinin iniş çıkışlarıyla muvazi iniş çıkışlar görmek de bizi fazla şaşırtmamalı.
D. Mehmet Doğan / Dil Kültür Yabancılaşma / sayfa 142-144