***
Çukurova, bereketli topraklarıyla yer alır belleklerde. Öyle bereketli ki “adam eksen, adam yeşerir” sözü, buraları sonrandan görenlerin hayretlerini ifade etmek için kullandıkları bir darbı mesel olmuştur. Bire on, bire yüz, bire bin veren topraklar. Hiç yorulmayan, nadasa ihtiyaç duymayan… Ne nadası, yılda birkaç defa ürün veren topraklar.
Zamanında İstanbul için söylenen “taşı toprağı altın” ifadesi buralarda can bulur da gerçeğe dönüşür adeta. Sadece ektiğini mi alırsın, hayır! Ekmediğini de verir toprak. Her tarafta bin bir çeşit ot fışkırır bu doğa harikasının koynundan.
Adalet üzere yaşasa, açlık nedir bilmez buranın sakini. Herkes hakkına razı olsa, araziler hakkaniyet üzere taksim edilse, verilen emeğin karşılığı tastamam sahibinin olsa…
Nerde…
Çukurova’nın muhteşem doğası, bin bir çeşit çiçeği ve bitkisi, Toroslardan ovaya akan nazlı dereleri, o derelere eşlik eden sayısız kuş türleri kadar; kayda değer bir başka özelliği daha vardır: Ağalık. Bugün yoksa da, değişip dönüşmüşse de yaşattığı derin acılarla toplum hafızasında yaşayan ağalık.
İnsan emeğinin altından kıymetli olduğu bu güzelim coğrafyada, temizledikçe türeyen ayrık otu gibi, her tarafı saran bir sistem, ağalık. Kötü huylu bir ur gibi, öldürmeyen ama süründüren lanet bir hastalık gibi…
İşte bu sistem, on yıllarca, çok büyük acıların yaşanmasına sebep olmuştur. Adı konulmadık bir kast düzeni kurulmuş, her bölge adeta bir sömürgecinin merhametine terk edilmiştir. Kurtuluş Savaşından sonra, yedi düvelle cenk etmiş perişan vaziyetteki halk; devletin yeni olması, devlet görevlilerinin sisteme tam hâkim olamaması gibi nedenlerin de etkisiyle çok çileler çekmiştir.
Türk edebiyatında, herhalde, en çok işlenen konulardan biridir, ağalık. Sadece Çukurova’ya has olmasa da en çok Çukurova’ya has olan ağalık.
“Vahit Ağa’nın Atı Ölmez” bir ağalık romanı. Çukurova eksenli bir ağalık romanı.
Daha önce, İnce Memet ve Akçasaz’ın Ağaları (Demirciler Çarşısı Cinayeti, Yusufçuk Yusuf) serisini okumuştum. Sinemada ve başka edebi eserlerde karşıma çıkan ağalardan çok farklıydı buradaki ağalar. Temelinde her yerdeki sınıfsal ayrışma olsa da…
Adana’da görev yaparken, çokça duymuştum. Özellikle 1940’lı ve 1950’li yıllardan başlayarak hızla zenginleşen Çukurova ağaları, on binlerce aç ve yoksul ırgatın sırtından kazandıklarını, bar ve pavyon kapatarak harcamaya başlamışlar.
Sömürülen halk, zaman zaman isyan etmiş, kanlı kavgalar yaşanmış ama genel olarak kuzu kuzu itaat etmeye devam etmişlerdir. Belki de itaat etmek zorunda kalmışlardır. Bazen birileri dayanamayıp dağlara çıkmış, eşkıya olmuş. Ne var ki eşkıyalık öyle göründüğü gibi kolay değil. Silah ister, yiyecek ister… Bir süre sonra eşkıya da (bir kısmı) ağanın kulu olmuş. Ağa onu beslemiş, gerektiğinde de baş kaldıranın başına…
Ağaya karşı garibanı koruyan eşkıyalar da var. İşte İnce Memet, bunun en güzel örneği:
Abdi Ağa, köylülerin topraklarına el koyup onları adeta köleleştirmiştir. Köylülerin Abdi Ağa’ya ırgat olmak dışında bir seçenekleri yoktur. İnce Memet de Abdi Ağa’nın çalışanlarından biridir. Gelişen olaylar sonucu silaha sarılıp Toroslara çıkan eşkıya İnce Memet, yoksulların umudu, Abdi Ağa’nın korkusu olur. İnce Memet Abdi Ağa’yı cezalandırır, topraklarını yoksul köylülerle taksim eder. Ağa’nın ceza bulduğu gerçek hayatta pek vaki olmasa da bu romanda bir umut olarak kenara not edilmiştir.
Ağalar, bütün varlıklarını sömürdükleri halktan her zaman korumuş ve çok çeşitli korunma yöntemleri kullanmışlardır. Eşkıyalara ek olarak silahlı adamlar, devlet adamları ile iyi geçinmek için ağır masraflar…
Orhan Kemal’in, Hanımın Çiftliği eserini hatırlayanınız var mı bilmiyorum. Dizi olarak televizyona da aktarıldı. Muzaffer Bey, kimseye acıması olmayan bir ağadır. Yeğeninin nişanlısına, köylünün topraklarına, yanında çalışan ırgatların emeklerine konmayı kendisinde en doğal hak olarak gören bir ağa. Aynı zamanda Avrupa bilen, gezen ve eğlenen bir ağa.
Yaşar Kemal’in Akçasaz’ın Ağaları serisinde, eski usul ağa ile yeni usul ağanın çatışması ön plana çıkarılarak, başka bir perspektif çizilir.
Bereketli topraklar üzerinde, ağaların tahakkümü altında ezilen bir halkın acısı, feryadı olmaz mı hiç. İşte bu edebi eserler, bu feryatların birer yansımasıdırlar. Bu feryadı sinema ile dünyaya duyuran sesi, Yılmaz Güney’i de unutmamak lazım şüphesiz. Boynu Bükük Öldüler, Umut vs…
Vahit Ağa’nın Atı Ölmez ve Yazarı Dr. Halil Alıcı, ulusal düzeyde pek bilinmeseler de Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Yılmaz Güney’den eksik kalır yanları yok aslında. Bu toprakların feryadını dile getirmede çok daha derin izler bıraktılar bende, diyebilirim.
Kitabın kendisi kadar, İlhan Püsküllüoğlu tarafından yazılan özsöz de dikkatimi çekti açıkçası. Kısa ve etkileyici bir önsöz. Kitabı okumaya başlamadan önce bir, sonrasında iki defa okuyup notlar aldığım bir önsöz.
Diyor ki Püsküllüoğlu, “Vahit Ağanın Atı Ölmez, Türk edebiyatındaki en başarılı ağa romanıdır. Bu satırları okuyan kimileri, “Ama İnce Memet…” diyebilir. Evet, ünü Türkiye sınırlarını aşmış İnce Memet, başarılı bir romandır. Başarılı bir ağa ve eşkıya romanıdır. Vahit Ağa’nın Atı Ölmez ise, salt bir ağa romanıdır. Ve Vahit Ağa, İnce Memet’in Abdi Ağasından çok daha ağadır. Türk edebiyatındaki en kusursuz, en iyi çizilmiş ağa tipidir.”
Bu kitabın, en dikkat çekici, üç özelliğini söylememi isterseniz, şunları sıralarım:
Bir, kusursuz doğa betimlemeleri; iki, enfes iç konuşmalar ve insanı insan eden ikircikli ruh halli tasvirleri; üç, ağa kavramına son derece detaylı ve nesnel bir bakış açısı.
Yazar, doğa tasvirleri yaparken adeta kendinden geçiyor. O dönem için bir yandan tahsildarların, öte yandan ağanın baskıları altında inim inim inleyen halkın çaresizliği ile içiniz yanarken; doğa tasvirlerinin çekiciliği ile kendinizi bir cennet bahçesinde gibi hissedebilirsiniz. Yazar, buraların doğasına oldukça hâkimdir üstelik:
“Su kenarında, söğüt, kars, karacan ağaçları ve çalılar vardı. Ayrıca Kesik çayı ile derenin kesiştiği, birbirlerine kavuştuğu yerde, genişçe üçgen gibi bir alanda yine, kars, karacan ve yemşen ağaçları, kıcı çalıları, böğürtlen çalıları, en kötüsü de kara çalı vardı. O köşeye de zaten Karaçalılı Köşe denirdi. Eskiden beri de öyle bilinirdi. Köye tahsildarlar (vergi memurları) geldiğini duyunca, köyün hayvanlarını, koyun, keçi, sığır, at vs. ne varsa, hepsini, o köşeye sürüp saklarlardı.” (sf. 13)
Romanda Vahit ağa başta olmak üzere, ana karakterlerin iç konuşmalarına sık sık yer verilir. Vahit Ağa, gençliğinde yaşadığı neticesiz aşkını hatırladığı zamanlarda insan damarı tutar; ama kısa sürede, bu damarını, kalın hırs örtüsüyle örter. Ona göre, onun gücü ve buyruğu karşısında kimsenin sesi çıkmamalı. Bir kişi bile karşı çıksa, kendisini yok etmek için, hepsinin birden çullanacağına inanır. Onun için en küçük bir hamleyi bile en ağır şekilde bastırma taraftarıdır.
Vahit Ağa, diğer edebi eserlerde ve filmlerde anlatılan ağa tiplemelerinden oldukça farklıdır. Elinde kırbacı olan, sağa sola ahkâm kesen bir tip değildir. Senin şu malına kondum diye kimseye zorbalık da yapmaz. Aslında hepsini yapar ama farklı yapar. Ana karakterlerden biri olan Apti’nin iç konuşmasından küçük bir bölümle örnekleyecek olursak:
“Biliyorum, Vahit Ağa, bir yerde gördüğü hayvanı, o hayvan sığır, koyun, keçi; hatta tavuk bile olsa, ne güzel deyip hoşuna gittiğini, beğendiğini belli etmiş ise, onu kendi gönlün ile götürüp onun evine teslim ederek, Ağa bu benim hediyem olsun, demek lazım. Böylece hiç olmazsa ağaya karşı bir iyiliğe geçer, onun birazcık olsun takdirini kazanmış olursun. Aksi takdirde, ne olursa olsun, senin hiç beklemediğim bir anda, tahmin edemediğin bir şekilde, o hayvan, gece senin haberin olmadan, ruhun bile duymadan, alınır Vahit Ağa’nın ahırına girer ve kapısının önüne bağlanır. Sen de gidersin, benim yaptığım gibi, üzülsen de kızsan da hiddetlensen de onun gücünden korkar; kendi malına sahip çıkamadığın gibi, bir de ağa yeni atın, yeni öküzün, her neyse hayırlı olsun, dersin” (sf.126)
Vahit Ağa, işi gücü kötülük düşünmek olan siyah beyaz bir tip değil; iç hesaplaşmaları, öfkesi, hırsları, kurnazlığı ile tam bir karakterdir.
Dr. Halil Alıcı, bir cerrah olmasının yanında, sanata ve edebiyata meraklı, doğaya vurgun bir insandır. Çalışkanlığı ve titizliği ile bilinir çevresinde. Yıllarca Avrupa’da doktorluk yaptıktan sonra yurda dönmüş ve 1983-2006 yılları arsında Adana SSK hastanesinde çalışmıştır.
Maalesef, 2006 yılında, geçirdiği bir ameliyat sonrası komplikasyonu (yan etkisi) sonucu yaşamını yitirmiştir. Görünen o ki tam meyveye durduğu an, darı bekaya göçmüştür.
Yazar, yaşamının son üç yılında, içinden çıkıp geldiği toprakların, göçer Yörük aşiretlerinin yaşamlarını romanlaştırmaya çalışmıştır. Bu çalışmaların sonucu ortaya çıkan Vahit Ağa’nın Atı Ölmez ve Son Koç Katımı’nın yanı sıra; hekimlik yaşamı boyunca şahit olduğu insanlık hallerini işlediği trajik, Doktor! Bu… Çocuğumun Ekmek Parası isminde bir romanı daha vardır.
En verimli zamanında aramızdan ayrılan bu önemli kaleme Allahtan rahmet dilerken; Çukurova ve ağalık konuşlarına ilgisi olan herkesin mutlaka bu eseri okuması gerektiğine olan inancımı ifade etmek istiyorum.
***
İzzet Irmak
#kitaplarlahersalı www.izzetirmak.com www.dunyabizim.com