Temenniler; fikirlerde, ruhlarda yaşanan vaveylanın, hayallerin, özlem duyulan beklentilerin, muhtaçlığın kişiye göre değişen tercihler manzumesidir.
Sınırsızlığın sınırına dayandırılan, kimine kışlarda yaz, kimine cehennemi sıcaklarda kış, kimine hazan mevsimi, kimileri için bahara dönüşen temenniler!
Tercihlerin kaygan sırtına binmiş temennilerin yanı sıra, iğneli fıçılara dönüşen/dönüştürülen istekler ummanı! Çeşitliliğin çeşitsizlik olduğu çelişkiler deryasının tam orta yerinde yaşanan garabet! Yetinmenin kalıba sığmadığı bir ufuksuzluk hali… Değişkenlik arz eden bir halet-i ruhiye..
Müthiş bir fikir anaforuna ve dahası, karmaşık bir kavşaklar karmaşasının tam orta yerine bırakılan bir insan! Onu ondan almaya müsait sayısız faktörler arenasına salınmış kurban gibi görmek mümkün!
Modernitenin damardan giren acımasız silahlarının kullanıldığı, dezenformasyonun ustalıkla şırınga edilebildiği, kimin elinin kimin cebinde olduğunun anlaşılamadığı, istedikleri zaman, istedikleri atı koşuya sürenlerin, taşları insanlarımızdan olan bir satranç savaşı sürüyor!
Bu savaşın her karesinde; savaşan ile savaşanların ana malzemesi yine insan ve yine, ucu sonsuzluğa dokunan temenniler geliyor!
Manzara bakana göre değişmese de, görene göre değişiyor, değişkenlik kazanabiliyor! Bakan ile gören arasındaki ince çizgi, farkı fark etmekle alakalı bir durum! Farkında olmak kadar, hadiselerin fevkinde olmak lazım!
Çoğunlukla düşünmeye bile mahal bırakmayan tercihlerin yanında, hesap vermeyi unutturanlar da var. Halbuki; hayatın her santimetre karesi, düşmemek için düşünmeyi zorunlu kılıyor!
Düşmemek için düşünmeliyiz! Tercihimize bırakıldığını sandığımız “düşünme”nin, aslında yapmak zorunda olduğumuz, gerçek özgürlüğün mahkûmiyet halidir! Heyhat ki farkında olmuyor insanımız. Vahşi kapitalizmin; “Kazan, yeter ki kazan. Nasıl kazanırsan kazan!” anlayışı, günümüz Müslümanlarının tercih dünyalarına derin çizgilerle kazınmış maalesef! İş bununla da bitmiyor!
Hayatımıza yeni pencereler açan fikirsiz fırtınalar eşliğinde, bir incitme atmosferi başladı!
İncit, nasıl incitirsen incit! Yeter ki incit! Yazıktır! Kötü bir azıktır!
Evde, iş yerlerinde, çarşıda, pazarda, eşler arası, çocuklarla ilgili diyaloglarımızda, siyasi arenada, sevdiklerimize hiç aldırmadan, pervasızca, kardeşlerimize fütursuzca saldırılabiliyoruz. İncitme sağanağı altında durmadan incitecek silahlar sıkıyoruz iğrenç kelimelerden ve düzeysiz cümlelerden oluşan silahtan beter yöntemlerle birbirimize!
Tiwitter,Facebook denen mitralyozlarla.. Dedikodu, iftira, teyit edilmemiş bilgi, yaftalama, karalama, yaralama, ön kesme, her türlü manipülasyon orda yapılınca “Helal” ve “İyi bir şey” mi? Sanaldaki müfterilik ve incitmeler hesap dışı, kayıt dışı mı Allah’ın yanında! Hâşâ! Sadece yürek tüketiyoruz! Başta kendimizinkini!
Herkesin, yazdığı ve kullandığı kelime ve cümleleri, hesap olarak kayıt altındadır öteler ötesinde! Eleştiri sınırlarını aşan nezaketsizlik, muhtaç olduğumuz kardeşlik duygularımızı öldürmeye müsait kaygan zeminlerdir.
Lütfen! Ben dâhil herkes; öncelikle hele hele siyasi platformun gün geçtikçe kaygan hale gelen/getirilmek istenen bu zemininde, kendinden geçmeden, ne kendini, ne de kardeşlerini incitmesin!
İncitmek kolay, incitmemek zor! Said-i Nursî’nin kafalara ve yüreklere kazınması gereken sözü aklıma geldi! “Cennet ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil!” Tercihlerimizin nelere mal olduğunun/olacağının farkında mıyız?
Bu nedenle; düşünmek için çok düşünmeliyiz! Düşünmeyi istemeliyiz! İstemeyi istemek gibi! İşin içinde “Gayya Kuyusu” varken! Buna karar verelim!
Araf/ 151’i ve Hucûrat/ 12’yi okuyun lütfen!
Ve unutmayalım ki; Bataklıkta gül bitmez!
Sevgi ile Kalın..
A.Kadir Tunçer / akt