ÖĞRETMENİN YENİ RÖLÜ
Öğretmen orkestra şefi gibi olmalıdır. Nasıl ki orkestranın ahenk ve ritmini bozmadan hangi müzik aletinin ne zaman ve ne şekilde orkestraya katkı vereceğini bilip, ona göre de verim alıyor, düzen ve ahengin bozulmasına izin vermiyorsa, öğretmende sınıfının durumuna göre yapacağı bilinçli çalışmalarla ilk önce sınıf iklimini oluşturup, sınıfında öz güvene sahip, ekip olma ruhunu kazanmış bireyleri yetiştirmekle işe başlamalıdır. Böylece grupta bulunan tüm bireyler ne atıl ne de işe yaramaz olur. Kendisini grubun bir parçası, vazgeçilmez bir elemanı gibi görerek grup davranışı sergilemesine sebep olur. Katkısının az ya da çok olmasına aldırış etmeden. Grupla yapmış olduğu işlerden duyduğu hazla, yeni başarılar kazandıkça da kendisine olan öz güvenini artar.
Orkestra şefi hangi müzik aletinden ne sesin geleceğini bilir ve ona göre bir beklenti içerisinde olur. Beklediği ile gerçekleşen uyum oranı ne kadar çok üst düzeyde olursa, ahenk ve ritimdeki uyum da hem dinleyenlerde hem de icra edenlerde mutluluk hormonlarının salgılamasına sebep olur. Bu mutluluk beraberinde başarma hazzını da tetikler. Birlikte yeni başarıların kapıları aralanırken, grubu motive etmek daha da kolaylaşır. Sonuçta herkesin mutluluğu bütün paydaşlara yansır ve bir sinerji oluşturur.
Tıpkı burada olduğu gibi; öğretmen de sınıfını bir orkestra gibi yönetmelidir. Uzun soluklu yürüyüşün de her bireye ihtiyaç olduğunu bilerek, her bireyin biricik ve tek olduğunu aklından çıkarmadan. Tüm bireyleri kazanmalı onların öz güvenini param parça etmemelidir.
Tüm bireyleri kazanmanın yolu elindeki bireyleri tek tek analiz ederek, kişisel özelliklerini ve kabiliyetlerini, sahip oldukları yeteneklerini, kapasitelerini, fıtratlarını bilmesinden geçer.
Her bireyin fıtratı bilinmeli ki, zamanı ve yeri geldiğinde gücü oranında gruba katkı yapması istensin. İstenen ilen verilen arasında uçurum olmasın, hayal kırıklığı yaşanmasın. Eğer bu yapılmazsa; hem isteyen de ümitsizlik, istenileni yerine getirmek için çaba harcayan birey de ise duygusal parçalanma, kişilik bozuklukları olmasın.
Eğer hayal kırıklığı yaşanırsa, bu hayal kırıklığı ve başarısızlık duygusu öz benliğinde derin yaralara yol açar. Bu kırılganlık ve yaralanmalar özgüven duygusunun bozulmasına neden olur, ömrünün sonuna kadar kendisini işe yaramaz, başarısız, ümitsiz, yaşama heyecanını kaybetmiş, bitkin biri olarak görmesine neden olur.
Bilinç dışı tekerleğinde sürekli geçmişe takılan bireyin artık benliği parçalanmış, öz güveni kaybolmuş, korku ve kaygıları bir sarmaşık gibi tüm benliğini sarmış, hayat içinde de stresle boğuşmak zorunda kalan bir zavallıyı toplumun kucağına diplomalı, yetişmiş eleman diye lanse etmek ne kadar gerçekçi bir anlayış olacak.
Bu çıktıdan hiç bir paydaş memnun kalmayacak. Harcanan emeklerin ve maddi kaynakların faturasını tüm toplum yıllarca ödeyerek, telafi etmek için de yeni eğitimler düzenleyecek, halk eğitim merkezleri sayısızca kurs açacak ama bir sonuç elde edemeyecek. Çünkü hastalık başka, hastalığa konulan teşhis başkadır. Verilen bu reçete hastalığı tedavi etme yerine hastalığı daha da ağırlaştıracak, bünyeye uygulanan bu yanlış tedavinin tepkisi alerji olarak ortaya çıkacak.
Sonuç itibariyle ağırlaşan bu fatura, toplumda kendisiyle barışık olmayan, hayata küsmüş, durağanlaşmış ve hareketsizleşmiş biri olarak toplumun beklentilerinden çok uzak; inevasyonu, gerekli atılımları, üreten Türkiye olama hayalini gerçekleştiremeyen eğitimli! genç bir nüfus. Aile geçimsizlikleri, parçalanmış aileler, kişiliği alt üst olmuş yeni nesiller, girişimcilik ruhunu kaybetmiş bir sürü yığın. Bizi ve bizden sonraki nesilleri bekliyor olacak.
Bu sonucu önlemek için, öğretmenlerimiz bir yetenek avcısı gibi hareket edip, her bireyin biricik ve tek olduğunu, ondaki cevheri gün yüzünü çıkarmak için tüm çalışmaları yapmak zorundadır. Kim bilir ne gizli hazinlerin gün yüzüne çıkmayı bekliyor? Her insan bir elmastır. Gerçek bir ustanın görevi ise titiz ve usta dokunuşlarla elmasa gerçek değerini kazandırmasıdır.
Tek tek fertlerden bir grup meydana getirerek grup olma bilincini aşılmalıdır. Başarıyı da başarısızlığı da birey üzerinden değil, grup üzerinden yönetmelidir. Böylelikle körpecik zihinler parçalanmasın, öz güveni zedelenmesin, grubun bir ferdi olarak başarmanın zevkini kazansın. Hem o kazansın hem de toplum kazansın.
Adem DURAN
Eğitim Uzmanı