Bugün öyle bir noktaya geldik ki her alanda başarılı olmasını istediğimiz evlatlarımız başarısızlığı bizlerden öğrenmektedir. Şöyle bir geçmişe dönüp baktığımızda öğrenilmiş çaresizliği babalarımızda ve dedelerimizde en açık bir şekilde görmekteyiz. Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren yokluk ve sıkıntılarla karşı karşıya kalan dedelerimiz, her ne kadar bazı adımlar atsa da birçoğu başarısızlıkla neticelenmiştir. Özellikle dini çerçevede bir hayat yaşayan Osmanlı Devleti'nin yerine, batılı hayatı hayatının merkezine alan cumhuriyetin özellikle ilk yılları muhafazakar kesimin kendi yurdunda garip kalmasına, inancını yaşayamamasına ve girişimde bulunduğu takdirde birçok kapının yüzüne kapatılması sebebiyle 'ne de olsa adım atsam da sonu hüsran olacak' düşüncesinin yerleşmesi dolayısıyla öğrenilmiş çaresizliği öğrenmiş oldular. Bununla birlikte her ne kadar Menderes döneminde Demokrat Parti muhafazakar camiaya biraz kapı aralayıp ümitvar ettiyse de hemen arkasından gelen 1960 darbesi, 71 darbesi dedelerimizin ümidinin öğrenilmiş çaresizliğe dönüşmesine sebep oldu. Babalarımız ise gerek 80 ihtilali gerekse 28 Şubat darbeleriyle yine öğrenilmiş çaresizliği iliklerine kadar yaşadılar. Şehirde yaşamanın zorluklarını öğrendiler. Şehirde yaşayan bir kaç köylü, yaşadığı sorunları onlara anlatması ile birlikte babalarımız köylerinde kalmayı ve bölünmüş topraklarla azıcık bir hayvan sayısı ile yaşam sürmeyi tercih ettiler. Zorunlu tercih misali... Derken şartlar değişti lakin kafalar pek değişmedi. Yeni nesile gelince öğrenilmiş çaresizlikle yetişen dedelerinden ve babalarından miras kalan "öğretilmiş çaresizliğe" maruz kaldılar. Nitekim dedeleri ve babaları öğrendikleri öğrenilmiş çaresizliği onlara öğretti. Yani şartlar değişti lakin pek değişmeyen kafalar yeni neslin de ümitsizliği öğrenmesine bizatihi sebep oldu. Oysa "hangi baba istemez ki çocuğunun kendisinden daha başarılı olmasını," lakin çocuk onlara "Ben öğretmen olacağım, ben mühendis olacağım, ben doktor olacağım, ben bu ülkeyi kalkındıracağım" dediği zaman baba veya dede "oğlum, kızım bunu bize mi yaptırırlar? Bizim de böyle düşüncelerimiz vardı fakat olmadı. Devlet memuru ol kurtul. En azından garantisi var," gibi yeni neslin hayallerini yerle yeksan eden "öğrenilmiş çaresizlik" düşünce, duygu ve davranışları yeni neslin de dedelerinin "öğretilmiş çaresizliği" öğretmesi ile ve onların da öğretilmiş çaresizlikle çaresizliği öğrenmesi ile nesil kaybetmeye devam ettik, ediyoruz. Oysa şöyle bir geriye dönüp baktığımız zaman, daha düne kadar tabir yerindeyse eski Türkiye'de, özellikle muhafazakar yerli ve milli insanların önü tıkanırken, günümüzde her türlü destek sağlanmasına rağmen öğrenilmiş çaresizlik öğretildiğinden dolayı teşviklerden dahi faydalanmayan bir nesil söz konusu oldu. O halde yeniden diriliş için "öğrenilmiş çaresizlik" psikolojisi yerine "rağmen psikolojisini" neslimize öğretmeye var mısınız? Siz ey bin bir zorlukla bugüne gelen dedeler, babalar! Sizin zamanınızdaki şartlar bugün pek de yok. O halde gelin bir neslin ihya ve inşası için onlara Amerika'ya rağmen, parasızlığa rağmen, olumsuz şartlara rağmen, köyde yaşamaya rağmen, sen de başarabilirsin, diyelim. Öğrenilmiş ümidi ve başarıyı çocuklarımıza aşılayalım. Fırka-i Naciye'yi, İttihad-ı İslam'ı, Fecr-i Sadık'ı meydana getirecek olan çocuklarımıza "Ümit" aşılayalım.
Asya gibi;
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden
Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde sensin, dilde sen; gönüldesin, baştasın
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Serdengeçti gibi;
"İçimde hiç sönmeyen bir fetih sevdası var.
Yavuz gibi diyorum:Bu dünya insana dar!
Bir sada duymak için sahralara düşeyim.
Helal olsun bu yolda,varım yoğum herşeyim! ..
Volkan gibi lav atmış,ne susmuş ne sönmüşüm.
Ben bu iman uğruna çılgınlara dönmüşüm," diyelim
Bu vatan ve bu ümmetin geleceğinin onların omuzlarında yükseleceğine ve Allah'ın kaldıramayacağı yükü insanın omuzlarına yüklemeyeceğini onlara anlatalım.
"Ben Cumhurbaşkanı olacağım" dediğinde neden olmasın oğlum. Muhtar bile olamaz denilen adam Cumhurbaşkanı oldu. Ben İslam'ı yayacağım dediğinde "neden olmasın en büyük zenginliği terk eden Musab bin Umeyr'i, zalimlerin en büyük ümidi olan fakat Müslüman olduğunda zalimleri ümitsizliğe sürükleyen Hz. Ömer'i, küçücük yaşında babasına sormayı dahi düşünmeden İslam'ı kabul ederken ve ilmin kapısı olan Hz. Ali, sürekli ileriyi düşünen ve asla geri dönmeyi düşünmeyen Tarık bin Ziyad'ı, hiçbir savaşı kaybetmeyen Halit bin Velid'i, bir tarihi başlatan Sultan Alparslan ve çağ açıp çağ kapatan Sultan Fatih'i, aklıyla en dağınık dönemde bir karış toprak vermeyen Sultan Abdülhamit Han'ı, en zalim kan dökücülere karşı ümit vadeden Mevlana ve Yunus'u, ümmetin imanı için 28 yıl zindanlarda kalmasına rağmen bir neslin yeniden ihyası için son nefese kadar mücadele eden Bediüzzaman'ı, Mehmet Akif'i, Necip Fazıl'ı gençlerimize anlatalım. Geçmişten güç alarak geleceğe yön vermeye çalışan, bu günü ihya yarını inşa edecek bir nesli yetiştirmeye çalışalım. Dedelerinin ve babalarının öğrenilmiş çaresizliğini onlara öğretilmiş çaresizlik olarak aktarmak yerine "ümitvar olunuz" müjdesini ve ümidini onlara aktaralım.
Nihayetinde;
Dedelerimiz ve babalarımız öğrenilmiş çaresizliği öğrendi ve çocuklarına öğretti. Bizler ise öğretilmiş çaresizliği öğrendik. Lakin şimdi kabuk kırmak vaktidir. Nitekim şartlar ve imkanlar bir değil. Onlar yokluk biz ise varlık içindeyiz.
Adnan Kalkan