Bu vatanın gerçek sahiplerine Mektup
Millet, ümmet ve vatan olarak zor zamanlardan geçiyoruz. Gerek Dış baskı ve saldırılar gerek içerdeki iş birlikçileri kargaların leşe saldırdığı gibi saldırıyorlar.
Bazı zamanlar olur ki imtihanlar, musibetler, belalar çığ gibi üzerimize yağar. Böyle zamanlarda menfaatçiler, iki yüzlüler, daha önce var günde vitrinde iken, Bedel ödenmesi gereken zamanlarda geri çekilirler ve çöken moloz, Dava erlerinin üzerine yığılır.
Bizler bu vatanın gerçek sahipleriyiz. Var günde vitrinde olmadığımız gibi, dar gününde meydanlarda, bu vatanın, bu milletin, Bu ümmetin sevgisini gönüllere nakşetmeye devam edeceğiz. Nitekim kalabalık yığınlar her ne kadar sayıca fazla olsalar da nitelik olarak pek azdırlar. Bu vatan en zor şartlarda, Fetret dönemlerinde, en büyük kahramanlarını çıkarmıştır ve bizler bugün için bu kahramanlardan olmayı, yarın için ise bu vatanın yükünü omuzlayacak Kahramanlar, Yiğitler çıkarmak için gayret etmeliyiz. Tıpkı Moğolların Anadolu'ya saldırdığı zamanda, bunalımın, savaşın, yokluğun hüküm sürdüğü Anadolu'da Mevlanaların, Yunusların, Cihan Harbinde Bediüzzamanlarin, Âkiflerin birer Terapist olarak tekrar ümidi, gayreti insanların gönüllerine nakşetmesi gibi, bizler de bugün, ülkemizin zor zamanlardan geçtiği bu günlerde, insanların gönüllerine ümidi, gayreti tekrar yerleştirmeye çalışmalıyız. Evet bugün gecelerimiz karardı, fakat kararan gecelerin sabahı pek yakındır. Gecenin en karanlık olduğu an, şafağa en yakın andır. Ümitsizliğe asla düşmemeli gayret etmeliyiz. Cenazenin arkasından her ne kadar binlerce, onbinlerce insan yürürüse de, temelde bir tabutu 4 kişi taşır. İşte bizler bugün, bu 4 kişiden biri olmayı, yarın için de bu 4 kişiyi yetiştirmeye çalışmalıyız. Malumdur ki, Bedel ödemeden ne bu vatana hizmet edilir, ne de muvaffak olunur.
Bedel ödemeye gelince, sadece bu vatanın, bu ümmetin düşmanlarına karşı bedel ödenmez. Bize, biz çalıştıkça bazen bizim içimizden görünenler dahi, yani vitrinciler bize bedel ödetmeye çalışır. Biz çalıştıkça tembelliğe alışanlar, tembellikleri ortaya çıkacağı için, yani rahatları bozulacağı için bizimle mücadele ediyorlar ve edecekler. Ve bize bedel öğretmeye çalışıyorlar ve devam edecekler. Bu vatana, bu ümmete açıkça zarar veriyorlar ve yeri geldiğinde kendilerini vatansever telakki edip, bizi ise menfaati için çalışıyor olarak gösteriyorlar ve gösterecekler.
Evet biz bu vatanın gerçek sahipleri asla geri durmayacağız. Çanakkale de, İstiklal Harbinde ecdadımız nasıl geri durmadıysa bu gün bizde ecdadımıza layık evlat olmak için çalışacağız. Fitnecilerin fitnesini Allah başlarına geçirir, tembeller de, rahatına düşkünler de, elbet çalışanla mücadele ettiği için Allah'a hesabını verecekler. Tabii bütün hesaplar ahirette görülmeyebiliyor. Allah bazen dünyada dahi hesap sorabiliyor. Daha dün aklımızı kiraya vermedik diye bize bedel ödetenlerin bu gün hakim karşısına çıkması bunun en güzel göstergesidir.
Ve Ey Bu Vatanın Gerçek Evladı!
Bu Vatana hizmeti göze alıyorsan, Bedel ödemeyi de göze alacaksın. Nitekim Allah cc "Sizden öncekilerin çektiklerini çekmeden, cennete gireceğinizi mi zannettiniz" der. Bu ayet, Bedel ödemeden muvaffak olunamayacağının göstergesidir. Efendimiz ASM "Dünya müminin zindanı, kafirin cennetidir", der.
Bu gün en büyük imtihanların arasinda korku ve tama gelir. Yeis yani ümitsizlik bir diğer hastalıktır. Nitekim Yeis mani-i her kemaldir. Yani ümitsizlik bütün güzelliklere, gelişmelere manidir, engeldir. Dolayısıyla bizler asla Ümitsizliğe kapılmamalı ve Bedel ödemeyi göze alarak çalışmalı, gayret etmeliyiz. Tarihe ismi yazılanlar dönemin insanı değil, her dönem Hakktan yana olan insanlardır. Her ne kadar yaşadıkları dönemde çekmedikleri cefa, eza kalmasa da...
Nitekim kuldan, özelde siyasetten ve bürokrasiden beklentiye girmek yerine, sırf fisebilillah beklentimizi Allah'a yöneltmeliyiz. Yani Sadece Allah'tan beklemeliyiz. Böylece Şevkimiz, gayretimiz artacaktır.
Zor zamanlar, Büyük kahramanlar yetiştirir. Dolayısıyla bizler her şeye rağmen çalışmalı, çalışmalı ve çalışmalıyız. Sonuca odaklanmak yerine süreçten sorumlu olduğumuzu yani uluhiyet değil Ubudiyet makamında olduğumuzu bilmeliyiz. Malum uluhiyet makamı Allah'ın makamıdır. Zafer ve sonuç Allah'a aittir. İster verir ister vermez. Ama Ubudiyet makamı ise, kul makamıdır. Yani kul elinden geleni yapar, sebep ve sürece odaklanır, sonucun Allah'tan geldiğini bilir yani kul, Ubudiyet makamı gereği seferden sorumludur. Nitekim sonuca odaklanmak yani zafere odaklanmak uluhiyet makamına müdahale gibidir. Haddi aşmak dahi söz konusu olabilir. Dolayısıyla bütün engellere, bütün yaftalara, bütün sıkıntılara rağmen, bizler bu vatanın gerçek sahipleri olarak gayret etmeli, çalışmalı ve bu milletin, bu vatanın, bu ümmetin selameti için bir an olsun yerimizde durmamalıyız. Bilmeliyiz ki sadece kendimizden ve ülkemizden değil, Ümmet coğrafyasından da sorumluyuz. Eğer Filistin'de bir çocuk İsrail askerine bakıp "göreceksiniz Türkiyeden kardeşlerimiz bir gün gelecekler o zaman göreceksiniz" diyebiliyorsa, biz sadece kendimizden yani ülkemizden sorumlu olmadığımızı, ümmetin umudu olduğumuzu da unutmamalıyız. Bizden ümmetin beklentisi vardır. Milletin beklentisi vardır.
Birileri bir makama geldi diye, bizim elimizle makama gelip bize zarar veriyor diye, Ümitsizliğe kapılıp asla geri dönmek, asla geri durmak söz konusu olmamalıdır. Küsmek, darılmak en büyük yanlıştır. Nitekim Eninde sonunda İlahi Adalet tecelli ediyor ve edecek, ve eninde sonunda hakeden, hakettiğini bulacaktır. Bu vatan bizim, bu din bizim, bu ümmet bizimdir. Yapacağımız en büyük hizmet, bu vatana, bu millete, bu ümmete hizmet edecek, aklını kiraya vermeden, Akif'in deyimi ile,
"Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı, anlayışına sahip bir nesil yetiştirmektir. Şu duada olacağız ki, "Ya Rabbi bizi kendine hayırlı kul, Peygambere hayırlı ümmeteyle ve bizi Fırka-i Naciye'den eyle. Amin
Adnan Kalkan
Psikoterapist