AMFİBİ DEVLET-TÜRKİYE
İnsanlık tarihi boyunca önemli ulaşım yolları üzerinde kurulan ve önemli bölgeler arasında geçit özelliği taşıyan yerler daima gözde yerler olmuştur. Medeniyetin ortaya çıktığı yerler olarak da söylenebilecek bu tür yerler, farklı yerlerde yaşayan insanların da gözdesi ve aynı zamanda da göz koydukları yerler olmuştur.
Türk Milleti, kurmuş olduğu birçok büyük devlet ve imparatorlukla önem arz eden stratejik bölgelere hâkim olmuş, tarih sahnesinde sürekli başrol oynamıştır. Orta Asya, Orta Doğu ve nihayet Anadolu ile birlikte belli bir müddet Orta Avrupa’ya kadar olan Lokasyon ile Endülüs’te bizzat başrol oynayarak tarihin akışına yön veren öncü devlet ve medeniyet olmuştur. İslamiyet’i kabul etmesiyle de Türk-İslam Medeniyeti gibi tüm insanlığı kucaklayan ve dünya barışının sağlanmasına öncülük eden bir anlayış ortaya çıkararak bugün ki medeniyetlerin ortaya çıkmasına dayanak noktası olmuştur. Her ne kadar 20. ve 21. yüzyılda duraklama dönemine girmiş olsa da bu yüzyıllar hariç olmak üzere son bin yılda özellikle de Anadolu coğrafyası merkezli bir Türk-İslam Medeniyeti hâkimiyeti, Türkiye Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti’nde vücut bulmuştur. Bu iki devletin göze çarpan en önemli güçlerinden bir tanesi de hem karada hem de denizde hareket kabiliyetine sahip olmasıydı ki bu özellikleri de Amfibi Devlet olarak adlandırılmaktadır.
Hem karada hem de denizde hareket özelliği olabilen, kara ve deniz ordusuna sahip devletler, Amfibi Devletler olarak adlandırılmaktadır. Türkiye Selçukluları bu özelliklerini deniz kıyısında kurmuş oldukları tersaneler ile gösterirken, Osmanlı Devleti ise hem denizlerdeki fütuhatı ile denizler hâkimi olmasıyla, hem de deniz aşırı memleketlerdeki fetih hareketleriyle taçlandırmışlardır.
Osmanlı Devleti’nin bakiyesi olan ve taşıdığı ruh ile Osmanlı’nın hamisi olduğunu gösteren Türkiye Devleti ise yine onlar gibi Amfibi Devlet olma özelliğini korumaktadır. Bugün Anadolu Yarımadası üzerinde Avrupa, Asya ve Afrika’ya komşu olarak kalmayıp, onlar üzerinde tesirini göstermeye başlayan ve bölgesinde, hatta dünyada söz sahibi olan bir ülke konumunda bulunmaktadır. Özellikle son yıllarda meydana gelen siyasi gelişmeler, Türkiye’nin bölgesinde söz sahibi olan ve kurulan masalarda başköşede oturan bir ülke olduğunu göstermektedir. AB ve ABD ile yakın ilişkilerle 2000’li yıllara girerken diğer taraftan Rusya, Orta Doğu ve Uzak Doğu ülkeleriyle olan dirsek temasları ile de kendisi için tek alternatifli bir ilerleme ve gelişme yolunu çok alternatifli hale getirmektedir.
Çok yönlü alternatif arayışı ve uygulanabilirliği de şüphesiz ki Türkiye’nin köklerinden gelen Amfibi Devlet özelliğini kullanmaya devam ettiğinin ve bu arzusunun sürdüğünün bir kanıtıdır. Zira sadece uluslararası ilişkilerde değil, hem karada hem denizde uygulamış olduğu siyaset de bunu doğrulamaktadır. Son yıllarda Karadeniz’de ve Akdeniz’de yapılan petrol ve doğalgaz arama çalışmaları ile birlikte özellikle savaşın ortasında kalan ve hem Misak-ı Milli gereği hem de kültürel ve köken olarak Türkiye’nin sınırları içerisinde olması gereken Musul ve Kerkük bölgesinde izlenen siyaset, tarihimizin bize yüklediği misyonu yeniden yeşertmektedir. Tarih sahnesinde yer aldığından bu yana Kızıl Elma ülküsüyle hareket eden Türk Milleti, yüz yıllık bir duraklamanın ardından karada Misak-ı Milli sınırları, Kudüs misyonu ve Asya’daki Türk Devletleri ile bağının kurulması, denizde ise Doğu Akdeniz ve Karadeniz’in hem üstünde hem de altındaki hâkimiyet sevdası ile bu ülküyü yeniden canlandırmaya başlamaktadır. Bozkıra dönmüş toprakların içinde saklı olan çınar tohumu, yeşerip filizlenip büyüyerek ulu bir çınara dönme yoluna/sevdasına girmiştir artık.
Tarihi bir sorumluluğunun yanı sıra, dünya barışı ve hâkimiyeti ülküsü içerisinde süreklilik gösteren Türk Milleti’nin son devleti ve son kale Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik özellikleri dünyada hiçbir devletin sahip olmadığı bir önem arz etmektedir. Sahip olduğumuz bu misyon ve önem arz eden konumumuz itibariyle dost ve düşmanımızın da hiçbir ülkeninki kadar olmadığını bilmek zorundayız. Bu nedenle hem iç siyasette hem de dış siyasette konuşlandığımız yer tarihi ve kültürel misyonumuza uygun olmak zorundadır.
Eğitimden sanayiye, bilimden sanata her alanda çağın öncüsü olmak ve medeniyet inşasında yol almak için çalışmak zorundayız. Aksi takdirde ne medeniyet inşası, ne de Kızıl Elma sevdası bir rüyadan öteye gidemeyecektir.