DÜŞÜNSEL KAOS
Tek Doğru Benim-Diğerleri Vatan Haini
Ülke gündemi o kadar değişkenlik gösteriyor ki. Her gün yeni bir konu ve her konu da yeni bir bakış açısı. Hatta her konuda yaşanan değişken kararlara göre değişen yeni yeni bakış açısıyla yeşeren farklı görüşlerimiz var bizim. Olaylar karşısında konumumuzdan dolayı çeşitli düşünce ve yorumlara sahibiz elbette. Yoğrulduğumuz fikir tencerelerinden edindiklerimiz, gündeme dair fikriyatımızı da şekillendiriyor.
Mckinsey ve ajan/papaz Brunson olayları da en son yaşayıp da zihnimizde şekillendirip gardımızı aldığımız; fakat gelişen olaylar karşısında fikir değiştirip yeni hamleler yaparak farklı fikri şekillere büründüğümüz olayların başını çekiyor bugünlerde. Dikkat çekmek istediğim nokta bu olayların içeriği değil. Millet olarak ortaya çıkan konulara balıklama atlayıp anında yorum yaptıktan sonra, gelişen olaylara göre şekil ve fikir değiştirebilme yeteneğine sahibiz. Veya zihnimizde değiştirilemeyen, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen kalıplaşmış fikirlerin kölesi olarak manevra yapabilme(aslında yapamama) özelliğine sahibiz. Olaylara işte bu yetenek ve bakış açılarımızla baktığımız müddetçe de sadece kendi düşüncelerimizin doğru olduğu kanısı içerisinde başka fikir ve eylemlere karşı da gardımızı alıyoruz aynı zamanda. Çünkü olay veya konu ne olursa olsun, kendi branşımız olsun veya olmasın, konu hakkında bilgi veya becerimiz olsa da olmasa da oturduğumuz yerden en doğru ve en haklının kendimiz olduğu yalanına kendimiz de inanmışız. Başkalarının düşüncelerine karşı yorum yaparken de haklı olduğumuzu düşünüyoruz, bizim düşüncelerimize yapılan yorumlarda da yine kendi düşüncemizin haklılığını savunuyoruz. Ölesiye ve öldüresiye. Savunduğumuz ve karşı çıktığımız olgu ve olaylar, nihayetinde karşımızdakine vurulan vatan hainliği damgasına kadar sürüklüyor hepimizi. Çünkü sadece vatansever biziz, sadece ülke çıkarlarını düşünen biziz, çünkü sadece davanın olmazsa olmaz savunucuları ve sahibi de biziz.
Oysa tüm bu düşünsel manevralar bir tarafa, bizim iddiamız yeniden Medeniyet kurma tasavvuru değil miydi? Peki, bizler ecdadımızın kurmuş olduğu Türk İslam Medeniyetini yeniden yeşertmek ve canlandırmak amacıyla çıkmadık mı bu yola? Rabbimiz her fırsatta bize “Düşünmez misiniz, akıl etmez misiniz?” diye hitap ederken, bizler karşımızdakinin düşünce ve ifadelerini hiçe sayarak ve ötekileştirerek mi Medeniyet kuracağımızı düşünüyoruz? Medeniyetin kurulmasında ilk şartın düşünce ve ifadenin özgürleşmesi olduğunu bildiğimiz halde.
Karanlık Avrupa’nın düşüncelere pranga vurduğu, ifadenin karşılığını işkence ve ölüm olarak belirlediği, ortaya çıkarılan her türlü fikir ve yeniliğin karşısında duvar ördüğü dönem, İslam Medeniyetinin özgün düşünce ve ifadenin had safhada olduğu altın çağını yaşıyordu. Dünyanın dört bir yanından bilim insanları fikirlerini açıkça ifade edebilmek için Türk İslam beldelerine akın ediyordu. Bilim insanları sınır boylarında karşılanıp Payitahta üst düzey koruma ve saygı ile getiriliyordu. Bu önem düşünceye ve düşünceyi ifadeye verilen önemdir aynı zamanda. Düşünürlerin milliyetinin ve mezhebinin sorgulanmadığı, sadece zihinleriyle ilgilenildiği bir dönem.
Bugün ise, aynı mahallede olduğumuz (ki bu bir ayrım olarak algılanmamalı, sadece bir tarifen ibarettir kişilerin dahi birbirinin düşüncelerine bırakın saygı göstermeyi, birbirlerini farklı düşünmelerinden dolayı vatan hainliği ve şuursuzlukla suçladığı bir dönem içerisindeyiz maalesef. Özellikle son yıllarda ülke olarak prangalarımızdan kurtulma mücadelesi verirken, dünya 5’ten büyüktür diye haykırıp modern emperyalizme karşı savaş açmışken, üflenen küllerimizin altından çıkan iman ve tarih ile mazlumların yeşeren umutları olmuşken, yeniden Medeniyet kurma tasavvuru içerisinde yoğrulurken diğer taraftan, medeniyetin özü olan düşünce özgürlüğüne kendi ellerimizle pranga vuruyoruz.
“Bir kişinin bir konunun tamamını bilmeye az çok yaklaşabilmesinin tek yolu, o konu hakkında türlü türlü fikirlerde bulunan kimselerin söyleyebileceklerini dinlemek, her zihniyetteki insanların o konuya dair mümkün olan bütün bakış tarzlarını mütalaa etmektir. Hâkim olan hiçbir insan hâkimliğini başka türlü elde etmemiştir.” Der J. S. Mill. Buradan da anlaşılacağı gibi, hem bilgiye ulaşma, hem de hâkim olmanın yolu farklı düşünceleri dinleme ve farklı düşüncelere gösterilen saygıdır. BU saygıdan yoksun olan kimse yalnızlığa iter kendini. Çünkü münakaşayı her susturma, bir yalnızlık taslamadır.
Sonuç itibariyle, farklı düşüncelere açık olmak, tartışmanın içerisinde yer almak, farklı düşünenleri ötekileştirmeden onun düşünceleriyle kendi düşüncelerini yoğurarak zenginliğine zenginlik katmak, hem yaratılış gereği hem de medeniyet kurmanın özüdür.
Kendimizi düzeltmedikçe ve geliştirmedikçe dünyayı değiştirmeye kalkışmak, hayalden öteye gitmez.