ENKAZ KADINLARI ve ENKAZA DÖNÜŞTÜRÜLEN AİLE
Dünya tarihinde ilk defa 2. Dünya Savaşı esnasında savaş meydanı kentlere taşındı ve askerler haricinde milyonlarca sivil hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenlerin büyük çoğunluğu ise nitelikli işgücü ve erkekti. Savaş bittikten sonra Avrupa’da kentlerin enkazını kaldırmak ise hayatta kalan kadınlara düştü. Enkaz kadınları olarak tanınan bu kadınlar sadece kentlerin değil, aynı zamanda savaşın da enkazını kaldırmakla görevli oldular. Yeniden toplumun inşasında ve kentlerin imarında önemli bir rol üstlendiler.
Türk-İslam medeniyetlerinde ise kadınlar, her zaman en değerli varlık olarak aile temelli bir toplumun yapı taşı görevini üstlenmiş ve önemli bir konumda bulmuştur kendini. Tıpkı Avrupa’nın enkaz kadınlarında olduğu gibi Türk kadını da bir bakıma enkaza karşı mücadelesini vermiştir. Kurtuluş savaşı ve sonrasında Türk kadınının gösterdiği kahramanlıklar ve mücadeleler bunun en büyük ve yakın örneğini teşkil etmektedir.
Güçlü bir medeniyetin temelini sağlam bir toplumsal yapı ve bütüncül bir ahlaki yapı temelli aile oluşturmaktadır. Aile kavramının sağlamlığı ise erkek ve kadının arasındaki sağlam ilişki ve her ikisinin sağlam bir ahlaki temeliyle mümkün olmaktadır. Kısacası Türk toplumunun en temel özelliği ve gücünün dayanağı sağlam aile yapısına bağlanmaktadır.
Bu şekilde bir girizgâh ile aslında kadınların sadece savaş sonrasında giriştikleri mücadele ile değil, aynı zamanda ailenin kurulması ve korunmasında da en önemli güç olduğunu belirtmek istenmektedir. Çünkü aile kurumunun çatırdadığı ve yok olmaya yüz tuttuğu bir toplum, enkaz yığınından başka bir şey değildir.
Günümüzde birçok alanda saldırıya maruz kalan ülkemizin en büyük saldırı altında olduğu alan, şüphesiz ki toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında direkt olarak aileyi hedef alan çok sektörlü ve faktörlü saldırılardır. Sosyal hayatın hemen her alanında toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında özellikle gençlere yönelik faaliyet ve etkinlikler artmakta, yapılan algı operasyonları ile kültürümüze ve ahlaka uygun olmayan söz ve davranışlar sıradanlaştırılmaya, gençler arasında yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.
Üniversitelerden Barolara, STKlar’dan devletin resmi kurum ve kuruluşlarına kadar her tür platformda aileyi yok etmeye yönelik çok çeşitli etkinlik adı altında kadın hakları, eşitlik, özgürlük kılıflarına sığınılarak feminizm hareketi yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Kadını özünden uzaklaştırmaya yönelik olarak başlatılan bu gibi faaliyetler toplumun yapı taşı olan aileyi hedef almak suretiyle başarıya da ulaşmaktadır. Evlenme ve boşanma istatistikleri incelendiğinde bu başarının sayısal olarak ifadesi rahatlıkla görülebilmektedir. Yine eşcinseller ve LGBT liler için partiler organize edilmesi ve bunun haber değeri taşıyarak ana haber bültenlerinde yer alması, eşcinsel evliliklerin haberleştirilmesi, bir şehrimizin Barosunun ailesiz ve cinsiyetsiz toplum semineri düzenlemesi toplumsal bir algı ve alıştırılma operasyonu ve sapkınlıkların meşrulaştırılmaya çalışılmasından başka bir şey değildir. Elbette bu tür operasyonların ülkemizle sınırlı olmadığı dünyadaki örneklerinden de anlaşılmaktadır. Fransa’da anne ve baba terimlerinin ebeveyn 1 ve ebeveyn 2 şeklinde değişikliğinin kabul edilmesi, Hindistan’da doğuma karşı olan bir hareketin (antinatalizm) liderinin anne ve babasına kendisini dünyaya getirdikleri için dava açma hazırlığının dünyaya ilan edilmesi de aileye olan saldırının aslında küresel boyutta olduğunun bir kanıtıdır.
Sadece verilen birkaç örnek bile ailenin ve toplumun karşılaştığı bu büyük saldırının ne kadar geniş bir çerçevede planlandığını göstermektedir. Özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği safsatasının ortaya çıkarmış olduğu ruhsal ve sosyal karmaşanın ulaşacağı boyutlar önlenemez hale gelmeden önü kesilmelidir. Aileye karşı ortaya konan her türlü uluslararası antlaşmanın Türkiye tarafından veto edilmesi ve bunlara karşı ülke olarak mücadele edilmesi, toplumun geleceği açısından son derece önem arz etmektedir.
İslam anlayışına ve Türk geleneğine göre cenneti ayaklarının altında taşıyan, karsız koca bir dağın anlamsızlığını ve eksikliğini ifade eden kadının enkaza dönüşmesini izlemek hepimiz üzerinde bir vebaldir. Elbette insanlar birbirleri ile eşittir ve üstünlük ancak takva iledir. Fakat bu eşitlik İslam’a ve Türk geleneğine göre kadın ve erkeğin görev ve sorumluluklarının farklı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında feminizm propagandası ile aileyi hedef alan bir anlayış ve saldırıya karşı topyekün bir mücadele içerisinde olmak zorundayız. Kamuoyu oluşturmanın ne denli önemli ve büyük bir güç olduğunu hafta içerisinde MEB’in yanlış bir karar ile okullara gönderdiği ve kültürümüzle hiç alakası olmayan, bir lezbiyen tarafgiri yazarın projesi olan Yoga öğretimi projesinin iptal edilerek geri çekilmesinde gördük. Bu nedenle yapılması gereken şey aileye karşı hayata konulmaya çalışılan tüm projelere karşı hep birlikte hareket etmeli ve kamuoyu oluşması sağlamak zorundayız.
Aksi takdirde hem kadının hem de ailenin enkazını toplayacak kimseyi bulamayacağız.