YA OLACAĞIZ YA ÖLECEĞİZ… (Kültürel Savaşa Karşı)
Müslümanca düşünmek, konuşmak, hareket etmek. Kısaca Müslümanca yaşamak. İnandığın gibi yaşamak. Emrolunduğun gibi dosdoğru olmak. Belki de bugün kaybettiğimizi değerlerin temelinde yatan asıl sebep. Müslüman gibi yaşamamak.
Eskiden şöyle olurdu, eskiden bu şekilde yapılırdı gibi nasırlaşmış söz dizilerinin ortalıkta dolandığı, kulakları aşındırdığı bir geçmişe özlem ruhaniyeti içerisinde debeleniyoruz. Debelendikçe de bataklık misali daha da batıyoruz bu hengâmenin içerisine.
“Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen bir peygamberin ümmeti olmaktan şeref duyuyoruz. Ancak bu sözün muhteviyatı hakkında düşünmüyor, uygulamalarından da uzak duruyoruz. Ahlak denildiğinde sadece genel ahlak kurallarını aklımıza getiriyoruz. Bir kişi çaldıysa, kötü yola düştüyse, katil olduysa hemen ahlaksız damgasını vuruyoruz. Ahlaksızlığın seviyelerini bu saydığımız eylemlerle bir tutuyoruz. Oysaki Ahlak kavramı birkaç kötü eylemle eşleştirilecek kadar dar bir çerçevede mi değerlendirilmelidir? Hz. Peygamberin Tebük Savaşı’ndan sonra “Küçük cihattan büyük cihada döndük. Büyük Cihat nefisle mücadeledir” sözü aslında “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” sözü ile iç içe olan, asıl cihatın güzel ahlak sahibi olma gayreti olmasını gerektiğini bizlere söyleyen, içerisinde deruni anlamlar barındıran bir sözdür.
Bugün ahlak denilince anlamamız gerekenler sadece bahsi geçen eylemler olmayıp, insana, Müslümana yakışır düşünce, ifade, eylem, giyim kuşam, insanlarla kurulan ilişkiler, aile ve iş hayatındaki davranışlar, kısaca yaşam biçimimizi şekillendiren en ince ayrıntılarına kadar olan tüm davranışlarımızdır. Zira şeytan ayrıntıda gizlidir. Müslümanın aşikârı da ayrıntısı da gizlisi de müslümancadır.
Asırlar öncesinden Türk kültürü ile başlayıp İslam anlayışı ile yoğrulan ve ortaya çıkan Türk-İslam Kültürü ile kendini bulan bir medeniyetin şekillendirdiği bir yaşam sürmekteyiz. Bu yaşam bize “Ahlak” kavramının içini dolu dolu yaşamamıza olanak sağlamaktadır. Eğer ki özümüze sadık kalıp sözümüzü bu minval üzere söylersek, o zaman büyük cihadı da kazanmış olarak Yaratanın huzuruna çıkacağımız gün beklenilen gün olacaktır bizler için. Hem özü hem de sözü bozduğumuz da ise elim bir son beklemekte bizleri.
Bugün bizlerle, özellikle de gençliğimizin özü ile oynayan, toplumun temel taşlarını yerinden oynatan, kültürel değer ve yargılarımızı ayaklar altına alan bir saldırı ile karşı karşıyayız. Moda, trend gibi kendisi de yabancı olan kelimeler üzerine giydirilen ve Türk-İslam Kültürü ile uzaktan yakından alakası olmayan giyim kuşam, yemek, içecek, dil, yaşam şekli gibi temel kodlarımızın değiştirilmeye çalışıldığı büyük bir saldırı bu.
Erkek ve kadın kıyafetlerinin birbirinden ayrılamadığı bir giyim tarzı ile mücadele ediyoruz. Erkek kıyafetleri giyen kadınlar ile kadın kıyafetleri giyen erkekler sokaklarda hiç azımsanmayacak sayıda. Bırakalım İslam ahlakına aykırılığı, genel ahlak kurallarına aykırı kıyafetler maalesef gençlerimizin en fazla tercih ettiği giyim şekli haline geldi. İleriliği ve medeni olmayı açılmaktan sananlarla dolu etrafımız. İşte tam da yapılmak istenen bu değil mi? 1932 Yılında yapılan dünya güzellik yarışmasında bir Türk kızını dünya güzeli seçerek “bir mektubu ile Fransa’daki dansı yasaklayan Osmanlı’nın torunu ve İslam’ın temsilcisi Türk kadınını çıplak şekilde karşımızda oynatmak Hristiyanlığın zaferidir” diyen zihniyet, bugün de farklı bir davranış sergilememektedir. Moda ve trend gibi söylemlerle gençlerin önce zihnine ardından da gönlüne girip onları özlerinden koparmaktadır. Milletçe Amerikan mallarını veto ettiğimiz, yiyecek ve içeceklerine boykot uyguladığımız şu günlerde Starbucks ve Burger King lerin tıka basa dolu olması, özümüze ihanetimizin bir göstergesi ve kültürel yozlaşmamızın bir kanıtıdır.
Tarık Buğra der ki. “Kültür diye bir şey vardır ve kültür bir toplumun olmak ya da olmamak meselesidir”. Evet derdimiz ve en büyük savaşımız olmak ya da olmamak. Dört bir yandan saldırılar yaşadığımız şu günlerde ekonomik ve siyasi baskılar karşısında dik duruşumuzdan asla taviz vermeyeceğiz. Ama diğer taraftan da en büyük saldırı olan kültürel saldırılara karşı da taviz vermeden, geçmişimize, kültürümüze sahip çıkmamız gerektiğini kesinlikle unutmamamız gerekmektedir. Çünkü birliğimiz ve dirliğimizin yolu kültürel özgürlüğümüzden ve geçmişimizi sahiplenişimizden geçmektedir. Şeyh Edebali’nin öğüdünü aklımızdan çıkarmadan hedefe doğru yürümek hatta koşmak hiç de zor olmayacaktır. “Ey Oğul, geçmişini iyi bil ki geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın”. Bu savaştan alnımızın akıyla çıkmak, gençlerin yetişmesinde ve yetiştirilmesinde başrolde olmak, taşın altına elimizi koymak hepimiz için bir görevdir.
Sayın Cumhurbaşkanımızın söylediği gibi.
Ya olacağız, ya öleceğiz…
Müslümanca düşünmek, konuşmak, hareket etmek. Kısaca Müslümanca yaşamak. İnandığın gibi yaşamak. Emrolunduğun gibi dosdoğru olmak. Belki de bugün kaybettiğimizi değerlerin temelinde yatan asıl sebep. Müslüman gibi yaşamamak.
Eskiden şöyle olurdu, eskiden bu şekilde yapılırdı gibi nasırlaşmış söz dizilerinin ortalıkta dolandığı, kulakları aşındırdığı bir geçmişe özlem ruhaniyeti içerisinde debeleniyoruz. Debelendikçe de bataklık misali daha da batıyoruz bu hengâmenin içerisine.
“Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen bir peygamberin ümmeti olmaktan şeref duyuyoruz. Ancak bu sözün muhteviyatı hakkında düşünmüyor, uygulamalarından da uzak duruyoruz. Ahlak denildiğinde sadece genel ahlak kurallarını aklımıza getiriyoruz. Bir kişi çaldıysa, kötü yola düştüyse, katil olduysa hemen ahlaksız damgasını vuruyoruz. Ahlaksızlığın seviyelerini bu saydığımız eylemlerle bir tutuyoruz. Oysaki Ahlak kavramı birkaç kötü eylemle eşleştirilecek kadar dar bir çerçevede mi değerlendirilmelidir? Hz. Peygamberin Tebük Savaşı’ndan sonra “Küçük cihattan büyük cihada döndük. Büyük Cihat nefisle mücadeledir” sözü aslında “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” sözü ile iç içe olan, asıl cihatın güzel ahlak sahibi olma gayreti olmasını gerektiğini bizlere söyleyen, içerisinde deruni anlamlar barındıran bir sözdür.
Bugün ahlak denilince anlamamız gerekenler sadece bahsi geçen eylemler olmayıp, insana, Müslümana yakışır düşünce, ifade, eylem, giyim kuşam, insanlarla kurulan ilişkiler, aile ve iş hayatındaki davranışlar, kısaca yaşam biçimimizi şekillendiren en ince ayrıntılarına kadar olan tüm davranışlarımızdır. Zira şeytan ayrıntıda gizlidir. Müslümanın aşikârı da ayrıntısı da gizlisi de müslümancadır.
Asırlar öncesinden Türk kültürü ile başlayıp İslam anlayışı ile yoğrulan ve ortaya çıkan Türk-İslam Kültürü ile kendini bulan bir medeniyetin şekillendirdiği bir yaşam sürmekteyiz. Bu yaşam bize “Ahlak” kavramının içini dolu dolu yaşamamıza olanak sağlamaktadır. Eğer ki özümüze sadık kalıp sözümüzü bu minval üzere söylersek, o zaman büyük cihadı da kazanmış olarak Yaratanın huzuruna çıkacağımız gün beklenilen gün olacaktır bizler için. Hem özü hem de sözü bozduğumuz da ise elim bir son beklemekte bizleri.
Bugün bizlerle, özellikle de gençliğimizin özü ile oynayan, toplumun temel taşlarını yerinden oynatan, kültürel değer ve yargılarımızı ayaklar altına alan bir saldırı ile karşı karşıyayız. Moda, trend gibi kendisi de yabancı olan kelimeler üzerine giydirilen ve Türk-İslam Kültürü ile uzaktan yakından alakası olmayan giyim kuşam, yemek, içecek, dil, yaşam şekli gibi temel kodlarımızın değiştirilmeye çalışıldığı büyük bir saldırı bu.
Erkek ve kadın kıyafetlerinin birbirinden ayrılamadığı bir giyim tarzı ile mücadele ediyoruz. Erkek kıyafetleri giyen kadınlar ile kadın kıyafetleri giyen erkekler sokaklarda hiç azımsanmayacak sayıda. Bırakalım İslam ahlakına aykırılığı, genel ahlak kurallarına aykırı kıyafetler maalesef gençlerimizin en fazla tercih ettiği giyim şekli haline geldi. İleriliği ve medeni olmayı açılmaktan sananlarla dolu etrafımız. İşte tam da yapılmak istenen bu değil mi? 1932 Yılında yapılan dünya güzellik yarışmasında bir Türk kızını dünya güzeli seçerek “bir mektubu ile Fransa’daki dansı yasaklayan Osmanlı’nın torunu ve İslam’ın temsilcisi Türk kadınını çıplak şekilde karşımızda oynatmak Hristiyanlığın zaferidir” diyen zihniyet, bugün de farklı bir davranış sergilememektedir. Moda ve trend gibi söylemlerle gençlerin önce zihnine ardından da gönlüne girip onları özlerinden koparmaktadır. Milletçe Amerikan mallarını veto ettiğimiz, yiyecek ve içeceklerine boykot uyguladığımız şu günlerde Starbucks ve Burger King lerin tıka basa dolu olması, özümüze ihanetimizin bir göstergesi ve kültürel yozlaşmamızın bir kanıtıdır.
Tarık Buğra der ki. “Kültür diye bir şey vardır ve kültür bir toplumun olmak ya da olmamak meselesidir”. Evet derdimiz ve en büyük savaşımız olmak ya da olmamak. Dört bir yandan saldırılar yaşadığımız şu günlerde ekonomik ve siyasi baskılar karşısında dik duruşumuzdan asla taviz vermeyeceğiz. Ama diğer taraftan da en büyük saldırı olan kültürel saldırılara karşı da taviz vermeden, geçmişimize, kültürümüze sahip çıkmamız gerektiğini kesinlikle unutmamamız gerekmektedir. Çünkü birliğimiz ve dirliğimizin yolu kültürel özgürlüğümüzden ve geçmişimizi sahiplenişimizden geçmektedir. Şeyh Edebali’nin öğüdünü aklımızdan çıkarmadan hedefe doğru yürümek hatta koşmak hiç de zor olmayacaktır. “Ey Oğul, geçmişini iyi bil ki geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın”. Bu savaştan alnımızın akıyla çıkmak, gençlerin yetişmesinde ve yetiştirilmesinde başrolde olmak, taşın altına elimizi koymak hepimiz için bir görevdir.
Sayın Cumhurbaşkanımızın söylediği gibi.
Ya olacağız, ya öleceğiz…