Metni okumaya başlarken, bir yandan da aynaya/vicdanımıza bakarak ‘Ben korkak mıyım?’ sorusunun muhatabını görmeli ve ona göre objektif değerlendirme yapmamız gerektiğini hatırlatırım. Bu metinde üzerinde duracağımız konu, aynadakini başkalarıyla mukayese etmeden, sorunun yanıtını uzaklarda aramadan, insanlık adına bizzat kendimizi sorumlu hissedeceğimiz bir konudur. Metni yüzleşmek adına korkmadan okumanızı ve sonunda da, başımızı yastığa koyduğumuzda/düşüncelere daldığımızda bir muhasebe içerisinde olacağımız muhakkaktır. Şimdiden muhasebe atmosferine girmeden, metnin muhasebe esnasına rahatlıkla gördüğümüz terazinin sağ kefesindeki eksikliklerimizi görüp, bunu en kısa tamamlama yoluna götürecek bir atmosferin oluşmasını dilerim.
Öyle bir konudan bahsedeceğiz ki, hemen hemen herkesin/hem kesimin yorumladığı basit bir konu. Her insan; Dünyaya gözünü ilk açtığı anda iletişime geçtiği ev ahalisinde, sonra çevresinde ve daha sonra da gittiği okul ortamında kulak misafiri olduğumuz bir konu. Eskiden yaşanmış gerçeklerden hareketle büyüklerimizin/atalarımızın bizlere/gelecek nesillere aktardıkları değerli sözlerinde de yerini almıştır. Yeri geldiğinde ifadelerimizde yer alan bu konuyu mecazi/değişmeceli anlamda kullandığımız çok olmuştur. Atalarımızı yâd etmişken söyledikleri sözleri bir hatırlamaya çalışalım. Atalarımız; ‘Adamın yere bakanından, suyun yavaş akanından kork.’ ‘Bir korkak bir orduyu bozar.’ ‘Kork, Allah’tan korkmayandan.’ ‘Korkunun ecele faydası yoktur.’ ‘Sen işten korkma, iş senden korksun.’ ‘Serçeden korkan, darı ekmez.’ ‘Sarhoştan deli bile korkar.’ …gibi tecrübe dolu sözler aktarmışlardır. Cümlelerimiz arasında da bu konu sık sık geçer. Özellikle okul yıllarında da öğretmenimizden öğrendiklerimizi yazmadan da edemeyiz. Deyimler içerisinde kendine yer edinen bu konuya dikkat edelim.‘Allah’tan korkmaz.’ ‘Gözü korkmak’ ‘Gözünü korkutmak’ ‘Korkuya kapılmak’ ‘Korku saçmak’ ‘Kendi gölgesinden korkmak’ ‘Korktuğu başına gelmek’ ‘Korkusundan altına etmek’ ‘Korkudan çıldırmak’ ‘Başından korkmak’ ‘Korku salmak’ ‘Korku vermek’ ‘Korkuya kesmek’…gibi öğrendiğimiz birçok deyim.
Yaradan’ın ayetlerinde de, peygamberimizin dualarında da yerini bulmuş bir konu. Yaradan, Bakara suresi’nin 155. ayetinde; ‘Biz mutlaka sizi biraz korku, biraz açlık yahut mala, cana veya mahsullere gelecek noksanlıkla imtihan ederiz.’ der. Başka ayetlerde de ‘İnsanlardan korkmayın benden korkun.’ (Maide-44). ‘Eğer inanıyorsanız bilin ki asıl korkmanız gereken Allah’tır.’ (Tevbe-13). ‘Allah’a ve Peygamber’e itaat eden, Allah’tan korkan ve O’ndan sakınan kimseler, işte onlar kurtulanlardır.’ (Nur-52). ‘Ona: Allah’tan kork denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter.’ (Bakara-206) der. Peygamberimizin yaşantısında da bu konu küçümsenmeyecek kadar önem arz eder. Birçok defa Peygamberimizin; ‘Allah’ım! Korkaklıktan, cimrilikten Sana sığınırım. Erzel-i ömürden(başkalarına muhtaç olunan ihtiyarlıktan) Sana sığınırım. Dünya fitnesinden Sana sığınırım. Kabir fitnesinden Sana sığınırım.’ diye dua ettiğini ve Veda Hutbesinde de altını çizdiği bir konu olduğunu görmekteyiz. ‘…Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.’ dediğini tarih bize göstermiştir.
Hangi coğrafyadan olursa olsun bu konu ile ilgili olumsuz cümleler sarf edenlerin sayısı, sayılamayacak kadar çoktur. Hâl ve hareketleriyle bile yaşantısında bu kavramın yerini oluşturamayanlar bile, bu mevzuyu hiçbir vakit övemeyip her defasında yermişlerdir. Yaşadığımız çevremizi (öncelikle şahsımızı) bir gözlemlediğimizde, bu hoş olmayan durumu fazlasıyla görmekteyiz. Yaptığımız/yapacağımız tespitler sonucunda gözlerimiz bize yorgun olarak dönecektir. ‘Biz nerede yanlış yaptık?’ diye. Bunu ortadan kaldırmak, Yaradan’ın rızasına uygun yaşamak için, problemin kaynağına inmek için kollar ivedilikle sıvanacaktır. Gözlemlerimiz sonucunda elde ettiğimiz birçok korku/korkaklık ile ilgili manzaralardan bazıları şunlardır:
-Haklı olduğu halde, güçten/güçlüden korkmak ve onların karşısında el pençe durmak. (Yanlış olduğunu bildiği halde yapılan haksızlıklar karşısında (çıkarları için) susmak, hatta destek vermek) Nitelikten ziyade nicelik hesapları yapmak.
-İlmi siyaset diyerek, gerçekleri zamana bırakmak ve hatta tarihe gömmek.
-Bireysel yaşamı için, pragmatik(faydacı) bir hayat felsefesi güderek yaşamak. Olabilecek kişisel zararları için eleştiri ve sorgulama hakkını rafa kaldırmak.
-Hakkını arama noktasında ‘Benim gücüm yetersiz kalır.’ kaygısıyla iyi bir sonuç alamama korkusundan dolayı mücadeleden vazgeçmek.’
-Kendi şahsına zarar gelir mantığıyla, haksızlığa uğrayan bireylere destek vermemek ve hatta onlara yüz çevirmek.
-Aç kalma ve fakir olma(elindekileri kaybetne) korkusu. Yalnızlıktan (mezarlıklardan, sessizlikten), şeytandan, cinlerden ve ölümden korkmak.
-Çocuklarından ve onların geleceğinden korkmak (bundan dolayı çocuk sahibi olmaktan ve çocuk sayısını artırmaktan korkmak)
-Sorumluluk almaktan (en bariz örneği evlenmekten) korkmak
-Doğal afetlerden, kazalardan, hastalıklardan (ve Dünya gündeminde olan virüsten) korkmak
-Tanık olduğu bir olay/durum için –ileride başım ağrır diye korkudan dolayı- tanık olmamak ve yetkililere ifade vermemek.
-Kendisinden makamca yetkili kişilerden gereksizce korkmak
-İnsanlarla iletişim kurmaktan, beraber hareket etmekten korkmak
-Hacı hocalardan, imam-hatip ve ilahiyat okulları ve mezunlarından korkmak. (Ve başta çocuklarını ve sonrasında çevresinde muhatap aldığı ailelerin çocuklarının o okullara gitmemesi için elinden geleni yapmak)
-…..vb daha birçok sayamadığımız, toplumda gördüğümüz korkunç mide bulandırıcı tablolar…
Tarihimize baktığımızda korkakların sadece hayatı seyrettiklerini görürüz. Onlar yaşamlarında aktifliği değil, pasifliği yeğlemişler. Vefatlarıyla birlikte tarih sahnesinden yok olmuşlardır. Çünkü hayat, korkakları hiç affetmez ve yok eder. Zaten korkaklar, gerçek ölümlerinden önce de hayatta belki de defalarca ölmüşlerdir. Tabiri caizse onlar yaşayan birer ölüdürler. Onlar nefes alsalar da hayatta gerçekler karşısında hep sessiz kaldıklarından, cesaretleriyle yaşamadıklarından dolayı, bilinmezlere karşı esaretleriyle ölmüşlerdir. Çünkü sürekli olarak korku içinde yaşadıklarından, hiçbir zaman özgür olmanın tadına varamamışlardır. Sadece kendilerine göre tehlike arz etmeyen yerlerde, sözlerle ve yaptıkları dedikodularla cesur olmaya/görünmeye çalışmışlardır. O da yetmezmiş gibi bu hünerlerini(!) başta aile fertlerine ve çevrelerindekilere de bulaştırmaya çalışmışlardır. Farkına varmadan fıtratına aykırı davranarak, kendi özündeki bütün faziletlerin de önüne bir set çekmişlerdir. Toplumda onlardan (yani korkaklardan) hiçbir bir fayda görmemiştir. Çünkü korkaklar, hep yarı yolda bırakmışlardır. Var olan korkularının kaynağına, yani cehaletinin sebeplerine inemedikleri için de hiçbir zaman bu dünyada zafer abideleri dikmeye muvaffak olamamışlardır. Yaşam felsefelerinde korkaklık gibi noksanlık oluşturan bir durum karşısında çözüm üretmekten ziyade sadece puslu havaları fırsata çevirmeye çalışmaları da acizliklerini gün yüzüne çıkarmıştır. Onlar, her şeyden korktuklarından dolayı çözümü imkânsız zannederler. Çözüm sürecinde cesur olmadıklarından dolayı, korkak yapıları ortaya çıkmaktadır. Açık bir şerefi değil de rezilliği olan bu kötü durumu kabullenmiş olurlar. Onların gerçekler karşısında yüreksiz olmalarını, küreksiz bir sandala benzetebiliriz. Onunla bir yere/hedefe gidemezsin. İnsan sadece kendini yorar. Diğer bir deyişle onlarla hayatta yaşamak, boşa kürek sallamayla eşdeğerdir. Biliyoruz ki korku, sadece ve sadece Yaradan’dan korkusu olamayanlar için geçerli bir durumdur.
Tarih bize korkaklığın zıttı olan cesareti, değerli zatların hayatlarında bize gösterdi. ‘Gözümün gördüğü hiçbir şeyden korkmam!’ diyen bir Hz. Hamza’nın, ‘İnsanlar için Allah’tan korkarak muamele et!’ ‘Allah’tan korkandan başka güvenilir kimse yoktur.’ diyen Hz. Ömer’in, ‘Düşmana karşı cesaret göster. Korkaklık yanındakileri de korkak yapar.’ diyen Hz. Ebubekir’in, ‘Cesaret açık bir izzet, korkaklık açık bir zillettir.’ diyen Hz. Ali’nin, ‘Cenab-ı Hak katında, Allah korkusundan akan gözyaşından ve Allah yolunda akan kandan sevgili damla yoktur.’diyen Peygamberimiz Hz. Muhammed’in ve adını söylemediğimiz birçok kişi, cesaretleriyle tarihe silinmez kalemle adını yazdıranlarından yolunda olmadığımız müddetçe, korkaklık ve korku ile iç içe yaşamaya devam edeceğiz. Kendi zindanımızda boğulacağız. Peki nedir bize bu zilleti yaşatan korkaklık? Nasıl ondan kurtulacağız? Belirtileri nelerdir? Problemin kaynağına inmeye ne dersiniz? Eminim biraz kafa yorarsak, bu toplumun özgürlük alanında prangaları kırmamıza belki de vesile olacağız. Nereye bakarsak bakalım, hiçbir kimsenin tasvip etmediği biri durumdur korkaklık. Ayetlere, hadislere, atasözlerine-deyimlere, örnek aldığımız şahıslara da bir dönsek korkaklığın çok kötü bir durum olduğunu rahatlıkla görebiliriz.
Dünyada eser bırakan kimseler, kesinlikle korkak değillerdi. Toplumlar hiçbir zaman korkakları bağrına basmamış, onları sürekli olarak olumsuz eleştirilmişlerdir. Kendimize soralım, acaba korku ve korkaklık bir hastalık mıdır? Virüsten beter bir hastalık mı? Bulaşıcı mı? Kimlerin korkak, kimlerin cesaretli olduklarını birlikte bir araştıralım. Ve kötü olan bu olumsuz ahlaki tutum davranışlardan biri olan ‘korkaklık’tan hep birlikte kurtulmanın yollarını bulmaya çalışalım. Bize korkusuzca yaşam hakkı tanıyan Yaradan’ımıza da ve bizler için çizdiği yol haritamız dinimize de bir kulak kabartarak, soruna tümden çözüm bulalım.
Değerli okurlarım, diğer yazı(ları)mızda Allah’tan başka hiçbir varlıktan korkmadan buluşmak. Hoşça kalın. Korkusuzca kalın. Tek korkmamız gereken, Allah’a emanet olun.