BİR FARKINIZ OLSUN
İnsanlara sözlü ya da yazılı neyi söylediğimiz değil, incitici olan gerçekleri nasıl söylediğimiz önemlidir. Eğer insanlarla iletişim esnasında, karşıdakinin gözleri kapanmaya ve yüzleri de sıkılmışlığı yansıtmaya başlamışsa, dinleme ve hatta öğrenmenin neredeyse hiç bulunmadığı ölü bölgeye girmişiz demektir. Hele hele camilerde, vaaz dinleme esnasında genelde bu ölü bölgenin çokluğu dikkatimizi çeker. Eğer cemaat, vaaz veren görevliyi aktif değil de pasif bir şekilde dinlerse, o pozisyon bir öğrenmek değildir. O pozisyonda o ortamda konuşmak, vaaz vermek de öğretmek değildir. Vaaz vermekle görevli olan kişinin eğitim kalitesi, kendisini dinlemeye gelen cemaatle kurduğu iletişimin kalitesiyle belirlenir. Bu görevli kişilerin genel olarak iletişim hatası, sıkıcı olmak ve bundan da daha kötüsü, sıkıcılığının farkında olmamaktır.
Çağımızda bireyler arasında ciddi olarak bir iletişim problemi yaşanmaktadır. Bu durum insanların bir yandan özgür bir biçimde bilgi edinmelerini sağlamaya çalışırken, diğer yandan bilgi kirlenmesi/dezenformasyon adı verilen bir olguya neden olmuştur. İslâm dinine mensup insanlar da bu bilgi kirlenmesinden az da olsa nasibini almışlardır. Bilgi kirlenmesinden nasibini alanların farklı terimlerle İslam’ın yerini belirleyemeyecekleri gibi, farklı düşünce yapılarıyla da İslami düşünce tarzı içinde bir yer biçmeye çalışmaları ne kadar uygundur?
***
Toplumdaki bireyler arasında sağlıklı bir iletişimden bahsedebilmemiz için, kullandığımız sözcüklere yüklediğimiz anlamlar önemlidir. Eğer kullanılan aynı sözcükten farklı anlamlar anlaşılıyorsa, ortada sağlıklı bir iletişimden bahsetmemiz abes olur. Buna en iyi örnek, ‘Batı’ sözcüğüdür. Sözcükleri kullanırken kullanma niyetimiz de çok önemlidir. Kimine göre ödül, kimine göre cezadır. ‘İnsan’ sözcüğü de, kimine göre ‘ulvi’ bir yaratık iken, kimine göre de ‘süfli’ bir yaratıktır. Bu konuda örnekleri çoğaltabiliriz.
Kıble yönünü tayin etmek için aramızdaki Batıya yönelen aydınlar(!), Batıyı anlamaya çalışırken, aslında ne Batının mahiyetine akıl erdirebilmişler, ne de İslam’ı hakkıyla sahiplenebilmişlerdir. Aynı şekilde Batılı kavramlara göre düşünen ya da düşündüğünü sanan aydınlar(!) da, kendi geçmişlerini anlamaya çalıştıklarında ancak bazı yakıştırmalarla yetinmek zorunda kalmaktadırlar. Halbuki bizler; şanlı tarihimizde İslam’ı yaşamış ve yaşatmış bir toplumun fertleri olarak karşımıza aldığımız Batı ile, ne düşünce bazında ne de siyasal alanda bir hesaplaşmaya girebilmiş değiliz. Halen emekleme safhamız devam etmektedir.
***
Bizler, toplumda sergilediğimiz davranışlarımızın üstünde kazandı(rıldı)ğımız alışkanlıklarımızın etkisi olduğu gibi, düşünce tarzımızın üstünde de zihinsel alışkanlıklarımızın etkisi vardır. Alışkanlıklarımız, düşüncelerimiz ilahi mesajlara veya ilahi olmayan mesajlara göre şekil alır. Düşündüklerimize göre şekillenen davranışlarımız tekrarlandıkça alışkanlık haline dönüşür. Bir de bakarız ki toplumdaki bu ortak alışkanlıklarımız, bizim ortak kültürümüz oluvermiştir.
Toplumdaki çıkmazlarımızdan biri olan modernizm, bireylere geleneksel değer ve araçlarından kurtulmaları gerektiği fikrini aşılamaktadır. Bu bağlamda din odaklı bakış açısı ve bunun beslediği dini değerler, ciddi anlamda zemin kaybetmiş ve Batılı değerler, küresel değerler adı altında Müslüman toplumları kuşatmaya başlamıştır. Bundan kurtulmanın yolu İlahi mesajı getirene kulak vermektir. Örneğin, hakların korunmasının sadece ahlâkla mümkün olmayacağının farkında olan Peygamberimiz, Medine’de oluşturduğu yeni Müslüman siyasasını hak ve adalet ilkeleri üzerine inşa ederek insan haklarını hukuki bir temelde korumuştur. Kendisinden olmayanı dışlayan zihniyet yerine, hukukun üstünlüğüne dayalı toplumsal bir örgütlenmeye önem vermiş ve yaşamı boyunca da bunun mücadelesini sürdürmüştür. Ama Batı tarihinde ise her zaman ‘öteki’leştirilenler yok edilir, sürülür, hapsedilir, zulmedilir. Ama Müslümanlar farklarını her zaman her yerde belli ederek, Müslüman olmayanlarla aynı mahallede problemsizce yaşamaya devam etmişlerdir. İslam’ın getirdiği statü ile, Müslüman olmayanların bir çevrede zamanın şartları ölçüsünde Müslümanlarla bir arada yaşamalarını sağlamış ve canlarını, mallarını ve namuslarını koruma altına almıştır.
Farkınız İslâm olsun. Yaşadığı müddetçe ne mutlu Müslüman’ım deyip, farkını her zaman hissettirenlere….