BİREYSELLİKTEN UZAK BİR YAŞAM
Aile, sosyal yapıda ilk eğitimin alındığı birimdir. Aile hayatı birey için her birimin üstünde ve en çok güveneceği bir sığınak olması gerekirken, günümüzde çıkan haberlerde de gördüğümüz kadarıyla sıkıntılar, dertler ve toplumsal yansıyan etkiler, her insana çoğu zaman aradığı mutluluğu vermemektedir. Çağımızda her alanda ilerleme ve gelişme sağlanmasına rağmen, aksine aile hayatında sorunlar daha da artmaktadır. Bireyler, özellikle de gençler, toplumsallıktan ziyade bireyselliği tercih ettiklerinden dolayı akraba arasında yardımlaşma yerine ‘Herkes başının çaresine bakar.’ diye geliştirdikleri bir yöntemle hayatlarını idame ettirmektedirler.
Toplum olarak aile yapımızın ve milli değerlerimizin değerini bilmek ve gereğini yapmak bizim en önemli görevlerimiz arasında olmalıdır. Eğer mutlu olmak istiyorsak, bireysellikten uzak, yüreğimizde bütün insanlara ait bir özel köşe oluşturmamız gerekir. Adını da ‘sevgi ve muhabbet köşesi’ koymalıyız. Bu köşede yer ayırmadığımız bireyler ile iyiye/güzele hiçbir zaman kavuşamayanların durumu nu oturup bir düşünmek gerekir.
Hayata hangi pencereden bakarsak bakalım, hangi dine, mezhebe, meşrebe mensup olursak olalım/olmayalım, kimi zaman aklımıza gelen ölüm gerçeğiyle karşı karşıya geliriz. Bu gerçek ister istemez bizi, dinlere sevk etmektedir. Dinlerin her biri ölüm gerçeğine, farklı olmakla birlikte -ortak noktaları- öldükten sonra ruhsal hayatın devam edeceği gerçeğine götürmektedir. Çoğu dinin ortak noktası, öldükten sonraki yaşamdır. Bu kaçılmaz gerçek, bizi bireysellikten alıkoymalıdır.
Her şeye rağmen bireysellikten uzak, toplumsal bir varlık olarak var olmak, yok olmaktan daha iyidir. Yok olmak bireye hiçbir şey kazandırmaz. Ama var olmak, toplumsal güce inanmak, bireye çok şey kazandırabilir. Yok olmak, tek olmak, karanlıkta kalmaya aday olmaktır. Ama var olmak, toplumda güçlü bir ışık olabilmektir.
Bireyselliği tercih etmeyen adı bilinen/bilinmeyen nice bilge kişiler, insanlığın tasa ve acısını duyarak Yaratan’ın sevgisine ulaşmışlardır. Böyle kişilerin ruhları sonsuzluğa açılmıştır. Ve gönülleri, ‘sevgi ve muhabbet köşeleri’ Yaratan’ın sevgisinin sonsuz deryasında mutluluğu bulabilmişlerdir.
Bireysellikten kurtulmak isteyen her birey, başlangıcını ve sonunu düşünerek bilinçli yaşamayı geliştirebilirse, içindeki tasa ve sıkıntılarını mutluluğa çevirebilir.
Tasamız, derdimiz farklı olmalıdır, bizi mutsuz etmemelidir. Bilge kişilerin tasaları, insanı insan yapan, insanı mutlu yapan, ruhsal açıdan insanı incelten ve sonsuz sevgilere ulaştıran bir tasadır.
Ülkelerin mutluluğu, bireysel değil, toplumsal barışla sağlanır. Toplumsal barışın yolu, aile içindeki bireylerin barışından geçmektedir. Bireysel barışın yeri ise kalptir.
Toplum içinde barışın gelişmesi gereken ilk birim aile olmalıdır. Toplumdaki barışın ilk tohumu okulda değil, ailede atılır. Normal ihtiyaçların giderildiği, aile bireylerin birbirlerine karşı saygılı olduğu bir ailede, mutluluğun çok kısa bir zamanda filizlendiği ve toplumsal barışa da katkı sağladığı herkesçe görülür.
Yaşadığımız mekânda her şey zamanla geçer, gider, yok olur. Asıl baki olan, zamana bağlı olmayan ve ölmeyen varlık sadece Yaratan’dır. Yaratan’a inanan, aynı zamanda istikbaline her türlü güvenir. Kendisine yakışacak erdemli davranışları benimser. Öldükten sonra ebedi yaşamı kazanmak ve mutluluğa ermek için kalbini Yaratan sevgisiyle doldurmaya çalışır. Birey Yaratan’ı sevdikçe de bağnazlıktan kurtulur ve manevi hayatını zenginleştirir. Kâinattaki Yaratan’ın yarattıklarının hikmetini aramaya ve anlamaya çalışır. Ölümü bir yok oluş değil, ahiret âlemine bir köprü gibi görmeye başlar ve gözünde de çok da büyütmez. Ölümden sonraki yaşama olan inancından mal, mülk sevdasına takılmaz. Kendi içinde zaman ve mekân kaygılarını yener. Güzel düşüncelerle, ruh zenginliğiyle, sonsuz yaşama kendini hazırlar.
***
‘Sadece elli-altmış yıl yaşamak için bu dünyaya geliyor ve yeri doldurulmaz saatleri, bir yıl içinde kendimizin ve herkesin unutacağı şeyleri kara kara düşünerek geçiriyoruz. Hayır! Yaşamımızı dişe dokunur işlere ve duygulara, büyük düşüncelere, gerçek aşklara ve kalıcı şeylere adayalım. Çünkü hayat küçük olmayacak kadar kısa.’ (Dısraellı)