Bir gün dostları Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:
-Dünyada en tehlikeli ve korkunç canlı hangisidir?
Hoca hiç düşünmeden:
-İnsandır, demiş. Dostları bu cevaba hayret etmişler ve itiraz ederek:
-Bu nasıl olur? diye sormuşlar. Hoca şu açıklamayı yapmış:
-Köpek, ekmeğini yediği adama hıyanet etmez. Yılan kendisine dokunmayanı sokmaz. Kurt, insanın bulunduğu yerlerden uzakta yaşar. Hâlbuki insan hiç de böyle değildir. O kendisine iyilik edene bile fenalık yapar. Siz, hiç dünyada, kendi cinsine insanlar kadar kötülük eden bir varlık gördünüz ve duydunuz mu? der.
‘Esas işimiz uzakta bulanık duranı değil, yakında berrak duranı görmektir.’ (Thomas Carlyle)
***
Yaşadığımız dünyada güzel, iyi bir yaşam dilersek, maddi şeylerden öte güzel, iyi insan/dost biriktirmenin hesabını yapmamız gerekir. Yoksa kötülerin şerrine, zalimlerin zulmüne, yalancıların diline, çıkarcıların hedefine, ikiyüzlülerin yüzsüzlüğüne bulaşmamız an meselesidir. Ve bizi ayakta tutan sadece iskelet ve kas sistemimiz değil, hayatımıza yön veren ilkelerimiz & inançlarımızdır. İlkelerimizin de inancımızın da bir bir sorgulanması gerekir.
Mevlana, ‘Kalbi ve sözü bir olmayan kimse, yüz dilli bile olsa, yine dilsiz sayılır.’der. ‘Ya sessiz ol melek gibi, ya sivri dilli ol, Şems gibi ama asla sinsi olma şeytan gibi.’der. Nasıl insan olmak istersek, her konuda karar verme konusunda özgürüz. Yaşadığımız müddetçe, herhangi bir nedenle, ister öğrencilik hayatımızda, ister iş hayatımızda, ister başka konumlarda, hayatımıza başka başka insanlar girer. Yaşamımızda yelpazemiz o kadar geniştir ki, kimileri bizim sınavımız, kimileri bizim cezamız, kimileri de bize Yaradan’dan verilen en değerli armağandır. Bize armağan edilen insanlara, öfkelendikleri halde bize kötü söz söylemeyenleri kaybetmemek için çok uğraşmalıyız. Ve gelecekte bakacağımız yüzlere de, ileride bizi utandırmayacak sözleri sarf etmememiz gerekir.
Bazı anlarımız vardır ki, nisan yağmurlarından beterdir. Sakın ola ki o anları bitmeyecek sanmayalım. Bir rüzgâr gibidir, gelir geçer. O anları yaşarken sağlıklı düşünemeyiz. Ayaklarımız yere basmaz. Ama bunun farkında var(a)mayız. Dikkat etmeliyiz ki mutlu olduğumuz anlarda kimselere hiçbir konuda söz vermemeye, üzgün olduğumuz anda herhangi bir cevap vermemeye, öfkeli olduğumuz ve beynimize kan sıçradığı zamanlarda, karar vermemeye özen gösterelim. O an yaşadığımız duygu seli bizi yanıltabilir. Ağzımızdan çıkan sözler çok değerlidir. Yapılması esastır. Verilen sözler; namusumuzdur, şerefimizdir, haysiyetimizdir. Aman dikkat, yapmayacağımız konularda söz vermeyelim!!!
***
Kimi insanlar birilerinin kuyusunu kazar; kuyunun yakınından gelen geçenler kuyuya düşsünler diye kuyu kazmaya devam eder. Ama birileri de kuyuyu, insanların su ihtiyacını gidermek amacıyla kazar. Ve iyilik eder. Bir insanın iyilikten anlaması zor bir mesele ki bunu idrak edecek bir zekâ gerektirir.
Eğer bir insanın karnını doyururken o kişinin sadece midesi değil de gözünün de aç olduğunu görürsek, onu kesinlikle doyurmaya çalışmayalım. İstesek de onu asla doyuramayız. Nefsi açsa, o kişinin kalbi de sadece yemekle doymaz.
Kendini unutmuş kişilere, bizi unuttukları için asla onlara kızmayalım, sitem etmeyelim, onlara kim olduklarını hatırlatırsak bu bizim için kâfidir. Ve unutmayalım ki; kurtların sessiz kaldığı yerlerde, itler çakallar volta atar. Ama bilmezler ki kurt o sessizliğini bozarsa kıyameti koparacağının hesabını yapmazlar. Bu yüzden insanlar çeşit çeşittir. Genelde de üç çeşittir. Mikrop, ilaç ve ekmek gibi olanlar şeklinde. O yüzden nasıl bir insan istediğimizi bilelim. Mikrop mu, ilaç mı yoksa ekmek gibi insanlar mı? Yaratana dua edelim. Duamız cevapsız kalmaz, er ya da geç cevabını Yaradan’ımızdan alırız. O’ndan tek seferlik değil, sürekli isteyelim. Neyi istediğimizi ve neden istediğimizi bilmemiz çok önem arz eder.
Jim Carrey, ‘Tanrım bir gün bütün insanlara, istedikleri kadar para ver ki asıl ihtiyaçlarının o olmadığını anlayabilsinler.’ demiş. Ağzımızda eveleyip gevelediğimiz para gibi durumların hiç de bazen önemli olmadığını, değerini bilmediğimiz yaşam, sağlık gibi onca varlığımıza rağmen, nankör olma yolunda devam edip dururuz. Kendi kendine bile yalan söylemeye başlayan kimseler zaten diğer insanlara da inanmayacaklar ve asla güvenmeyeceklerdir.
***
Dualarımızda ‘Ya Rabbi, zihinlerimizi vahiy, adalet ve hakikat dışında başka işgaller altında bırakanlardan eyleme.’ desek de çevremizdeki insanların çoğu, hacıyı hocayı bahane ederek dinden soğuduğunu rahat rahat dile getirirler. Yaşantılarında kötü emsaller olmasına rağmen her fırsatta dile getirmeye devam ederler. Peki, bizler hayatımızda kötü bir zengin tüccar yüzünden paradan, kötü bir kuyumcu yüzünden altından/gümüşten soğuyan hiçbir insan gördünüz mü, hiçbir zaman göremezsiniz ve tarihte de görülmemiştir.
‘İnsanlar kendisine olanlardan değil, olanlar karşısında fikirlerinden rahatsız olurlar.’ (Epıctetus)
***
Bizler, başkalarını memnun etmeye çalışırken, kendi hayatımızı unutanlarız. Eğer başarıyı/mutluluğu yakalamak istiyorsak, herkesi memnun ederek, başarı elde edemeyiz. Ama başarısız olmak istiyorsak, herkesi aynı anda, aynı mevzularda memnun etmeye çalışmalıyız. Deneme yanılma yoluyla, insanları asla memnun edemeyeceğimizi görürüz.
***
Bizi değerli kılan, bizden olmayanlardır, bizim gibi düşünmeyenlerdir. Eğer dünyada herkes beyaz tenli olsaydı, beyaz tenin bir değeri olmayacaktı. Bu durum siyah için de geçerlidir. Oysaki beyazı en güzel gösteren, onun yanında duran zıttı siyah değil midir? Gecenin değeri, gündüzün yanında; gündüzün değeri de gecenin yanında olmasından kaynaklanmaktadır. O zaman boş yere ırklarla övünmek, renklerle övünmek de neyin nesidir? Kime ne faydası var? Bu olumsuz düşüncelerimizi vakit kaybetmeden değiştirmemiz gerek. Einstein, ‘Zekanın ölçüsü, gerektiğinde düşüncelerini değiştirebilmekte yatar.’der.
***
Sizleri tenzih ederek söylüyorum; insan ha bire ya iftira atmaya ya da dinlemeye meyillidir. Pope; ‘Dar görüşlü insanlar, ağzı dar şişelere benzerler, ikisi de içindekileri boşaltılınca çok gürültü yaparlar.’ der. Rabbimiz bize, ‘Siz bu iftira etme işinin önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki o, Yaratan katında çok büyük bir suçtur.’ (Nûr-15)
Bazı insanlar açık açık günah işlerler, zulüm yaparlar ve diğer insanları da bu noktada teşvik ederler. Ama Yaradan; ‘Kâfirler kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.’ (Âl-i İmrân-178) Bu ayete mukabil, bizde büyük ya da güçlü kazanmaz, Yaratan kimin yanındaysa o kazanır.
***
Hiçbir zaman, hiçbir insanın unut(a)mayacağı bir güzellik var. O da bir insanın, bir insandan gördüğü yürekten bir sevgidir. Unutulmamalıdır ki; mutluluk herkese/her yüze yakışmaz. Mutluluk en fazla çocukların masum yüzlerine yakışır.
Ya Rabbi !!! Kalbimizin kararmaması için, dosdoğru yolundan ayırmayacak bir hayat nasip eyle!!! (amin)