Sizlere bu yazıyı, eşref saatinizde okumanızı tavsiye ederim. Çünkü ayrılık zor. Ayrılık; gidenin cesareti, kalanın sabrı ile ölçülür. Hele hele doğup büyüdüğünüz/yaşadığınız/yaşlandığınız şehirde, geçmiş kumbaranızda biriktirdiğiniz davranışlarınızın anlaşılamaması insana derinden dokunur. İnsanların, şehri terk etmeye yakın ya da terk ettikten sonra sizi takdir etmeleri artık nafiledir. ‘Eğer bir insan sizi vakti geçtikten sonra anlıyorsa, eski kıymeti kalmaz.’ (Sadi Şirazi)
Yıllarımız hızlı ama günlerimiz yavaş ve zor geçer. Neden mi? Bireysel olarak yaşam manzaramız güzel olabilir ama vakit, aykırılık vakti değil, ayrılık vakti… Ayrılık da bize biraz ölümü hatırlatmaz mı? Ayrılık&Ölüm, birbirlerine hiç benzemezler mi? Ya sizce?..
***
Ayrılık vakti gelince gitmenin adını koyarlar. Komşular, dostlar ya da dost bildiklerimiz ömrümüzden, gönlümüzden ve yaşadığımız son günümüzden de ayrılığımızın adına
gün batımı derler. Madem adı
gün batımı olacak, o zaman değsin dersiniz.
‘Gittin mi büyük gideceksin! Ayrılık bile gurur duyacak seninle.’ (
Can Yücel)
Eğer ayrılık bizimle gurur duyacaksa, kendi kendinize içten gelen bir ses tonuyla bu tümceyi haykıracaksınız.
‘Hoşça kal demenin bu kadar zor olduğu bir şeye sahip olduğum için ne kadar şanslıyım.’ (
A.A.Milne)
***
Ayrılık vakti, boş vakitle karıştırılmamalıdır. Çünkü,
‘Boş vakit, felsefenin annesidir.’ (
Thomas Hobbes) Bugün boş vakit günü değil, bugün efkar günü, yaşanılanların bir sinema şeridi gibi gözden geçirilme günü… Şu yaşadığımız an ise
ayrılık günü…
Ayrılık vakti geldiğinde, ağzımızdan çıkan samimi bir güzel son sözümüz olur. Son sözümüz
‘Allahaısmarladık.’tır. Ama bizim Allah’a ısmarlayacak bir şeyimiz var mıydı, yoksa yok muydu? Ağız alışkanlığıyla söylediğimiz bu sözlerle aslında kimseye bir şeyler ısmarlamıyorduk. Sadece bir boşlukta kalmanın mücadelesini veren bizler, görevimizi yapıyorduk. Bir kuralımız vardı. Atalarımızdan öğrendiğimiz sözü ayrılırken de söylemekti. Böylece dünyada yüzer gibi yaşamaya devam ediyorduk. Ne kadar da atalarımız bize;
‘Madem ki yaşam kısa. O halde boşa zaman kaybetme.’ dese de…
***
Hayatımızda çoğu zaman bir sessizlik, bir koca boşluk hâkim olur. Her karanlık çöktüğünde akşamın sessizliğinde uzakta duyabildiğimiz sesler, bize doğru gittikçe artar. O ses, vicdanımızın sesi. Yapayalnız ve sessiz bir ortamda vicdanımızla baş başa kalmanın mücadelesini o anda veririz. Günahımızla, bütün yaptığımız ve yapmayı düşündüğümüz kusurlarımızla… Yaratan’a bir şeyler ısmarlayamamanın acısıyla…
Ayrılık vakti gelip çatana kadar, çünkü kimse Yaradan’a olan sevginin derinliğini bilmez/bilemez.
***
Atalarımız bize
‘Borç uzarsa kalır, dert uzarsa alır.’ demişlerdir. Yaratan’a karşı hem borcumuz hem de derdimiz vardır. İkisi de sürekli olarak hayatımızda uzamaktadır. Bir çözümü olmalı, dertlerimizin, borçlarımızın… Aksi halde nefes alan bizler adeta yaşayan bir ölü oluruz. Arkamızdan bizim için diğer insanların yazacakları bir öyküleri olur. Öykünün kahramanı bizler, mutlaka hayata veda etmeden, ayrılık vakti gelmeden, eşref saatimizde
‘Allahaısmarlayacağımız’ bir şeyler olmalı. Eğer yoksa, kötülükler, kötülerin elinde büyüyecek ve öykümüz hazin bir sonla noktalanacaktır. O zaman söylenecek bir sözü kalmayan bir insanın, dudağından döküleceği tek sözü/sözcüğü vardır. O da
‘hayırlısı’ demektir. Hayatımızdaki vakit, ne kadar yaşanan/yaşanılacak olaylar ırmağı olsa da, kişiye özel de akıntısı pek zordur.
***