***
Eşref saatimizi yakaladığımız müddetçe Güneş asla ikiye bölünmez. Ancak hayatımızda özverili bir şekilde tarafımızca diktiğimiz ve bakımını yaptığımız eserlerin/ağaçların hiçbir zaman tez zamanda yetişmediği, sabır istediği, eserlerin/ağaçların bize ve tüm insanlığa verdikleri meyvelerin ise hiçbir zaman pişmanlık olmadığı, fayda sağladığı, insanlık tarihi boyunca aşikârca görülür. Eğer bu realiteyi insanlık görür biz göremez isek, vay halimize. Lakin o zaman ne güneşimiz kalır, ne de kaliteli bir yaşantımız.***
Güneşin gerçekte bölünmeyeceği kesindir. Nasıl ki egosunu beslemekten, karakterini aç bırakan insanların varlığı kesinse, bu bilgi de kesindir. Ama hayatımızı güneşe benzetmek istersek, hayatımıza dikkat etmemiz gerekir. Örneğin; hiçbir zaman bulanmayacak olan bir saf su dahi, herhangi bir fitnenin içine girdiğini düşünün, nasıl da o emin olduğumuz suyun bir anda bulandığını/kirlendiğini görürsünüz. Ve o güvenilen suya düşen insanlar da su içinde boğulmamak için tutunacak bir dal ararlar ama hiçbir zaman da gerçek bir dal bulamazlar. Böylece o insanlar, kendini o bulanmış olan sudan bir türlü kurtaramazlar. Çünkü dalı aradıkları vakit, eşref saati vakti değildir.***
Bazen insanların en kötü hikâyelerini, çevresinde en güvendiği insanlar/dostları(!) tarafından yazılır. Hikâyesi yazılanlar kendilerini ne kadar eşref saatinde hissetseler de aslında olmadıklarını er ya da geç de olsa anlarlar. Büyüklerimiz bizlere ne kadar da ‘Birbirinizi üzmeyin, kırmayın, birbirinizin kıymetini bilin, hayatta geri dönüşü olmayan ayrılıklar vardır.’ diye uyarsalar da artık olan olmuştur… Aslında eşref-i mahlûkat olan insanoğlu, her daim güven kokmalı. Her sabah uyandığında ‘Bugün hayatımda güzellikler olabilir.’ kokusunu ayrılık vaktinde değil, eşref saatinde/seher vaktinde içine çekmelidir. Ve etrafına da bu güzel kokuyu yaymalıdır.***
Fitneye sebebiyet veren durumlardan her zaman kaçınmalıyız. Gerekirse bulunduğumuz yerden başka diyarlara hicret etmeliyiz. Örneğin; dinin ne sadece iman ne de sadece amel olduğunu bildiğimiz halde, dinin sadece belli alanlarına odaklanıp, sadece görsel dindarlığı öne çıkarıp diğer alanlarda hayatı akışına bırakıp, dünyevileşmek gibi durumlar bizi toplumda fitneye sebebiyet verebilir. Fitneye sebebiyet veren ya da verebilecek durumlardan sessiz sedasız bir şekilde, kendimizi daha rahat hissedeceğimiz, fıtratımıza uygun daha kaliteli bir yaşam sergileyeceğimiz diyarlara hicret etmek, en karlı bir iş olsa gerek.Hayatın akışı içerisinde dünyevileşen, fitne rüzgârına kapılan kimi insanlar/gruplar, dünyada bir hazırlık peşindeler. Gerçekte İslam’ın özünü değil, olmayan İslam’ı üretmek. İslam’ı tahrif etmek, yok etmek. Planlarını aleni olarak değil de, kalleşlik ve sinsilik yöntemiyle, toplumdaki kimliklerini gizleyerek, saman altından suyu yürütme peşindeler. O insanlar hesaplarında olmayan bir durumu, Yaratan’ın hesabını unuturlar ve unuttular da. Bu halleri, onları kaybetmeye mahkûm ettirir. Hiçbir zaman mağlup olmayacaklarını ve hep Hakk’ın üstün geleceği hesabını yap(a)madılar. İslam’ın nurunu söndüremeyeceklerini gör(e)mediler. Ve en önemlisi de ayrılık vaktini unuttular. Hem de eşref saatinde hissettikleri bir anda.
Bizler, bu tür konuları da bahsedemediğimiz diğer konuları da eşref saatimiz geldiğinde değerlendirelim. Eşref saatimiz geçmeden, ayrılık vakti gelmeden yaşamımızın kıymetini bilelim. Çünkü toplumumuzda yaşayan ölülerimiz var. O ölü diye tabir ettiklerimiz, daha rahat nefes alıp, basireti & feraseti son derece yüksek dirilerimizdir. Onların değerini aramızda olduklarında değil, hicret ettikten sonra eşref saatimizde anlıyoruz. Aslında ölüler içimizde yaşayan dirilerdir, yaşatmasını bilene!
Eşref saatinde buluşmak ümidiyle…
***
‘Eğri okla doğru nişan vurulmazDoğru ok atılmaz eğri kemansız’ (Seyrâni)