İnsan imzasını taşıyan bütün teori, görüş, ekol ve düşünceler kısır ve kısa vadelidir. Çünkü algılama kapasitesi eksik ve sınırlı olan bir insanın, olaylara bir bütün olarak, aynı anda tüm açılardan bakması imkânsızdır. Aciz olan insanı en iyi bilen Yaradan, onun yaradılış mahiyetini, fıtratının gerçek ihtiyaçlarını çok iyi bildiği gibi, girintili çıkıntılı dehlizlerini, kuytu köşelerini, ona nasıl seslenileceğini, hangi yöntemlerle ıslah edileceğini de hakkıyla bilir.
**
Evrende ‘insan(lar)’ yaratılmasaydı, okuyacağınız bu yazıyı, varlığı, yokluğu, güzeli, çirkini, iyiyi, kötüyü ve daha sayamadığım diğer konuları kim değerlendirecekti?Varlıklar arasında, yalnız ‘insan’ bilinçli bir varlıktır. İnsan önce var olur -ki var olmak esastır- sonra ise düşünür. Ve düşündükçe, her bilinçli bir varlığın kendine özgü mini bir evren olduğu düşüncesine/bilgisine ulaşır.
Bilinçli bir varlık olan ve aynı zamanda fabrika ayarlarına dönmek isteyen insan, ayıran/ayrıştıran biri değil, tam tersine birleştiren/kucaklayan bir varlık haline dönüşmek için çaba sarf eder. Böylece insan hedefe varmak için kaliteli bir yolda ilerlerken insanların birbirlerini karşılıksız olarak sevmeleri, iyiyi/doğruyu/güzeli kabullenmelerinin de çok kolay olacağını görür. Böylece insan, kendisini diğer insanların yerine koyma eğilimini/empatiyi/duygudaşlığı kendi iç dünyasında uyandırır. Diğer insanları kucaklamak, onları bağrına basmak, onların üzüntülerini -ortak öğelerini- paylaşmak ve onlarla kader birliği yapmak ister. Onları hayatının parçalarına ekleyerek yalnızlığı/yalnız kalmayı bir kenara elinin tersiyle iter. Çünkü yalnızlık Yaradan’a mahsustur ve insan da bunun bilincindedir.
**
İnsan, doğası gereği ilginç bir varlıktır. Ayakları yerde olduğu halde, ruhuyla göklere çıkabilen tek varlıktır. Aynı anda ruhu bedeninden ayrılmayacağı gibi, bedeni yerdeyken de ruhuyla göklerde gezebilmektedir. Ama ruhuyla göklerde gezebilen insanın yaşadığı mekân, Dünya’dır. Elbette nimetlerini her türlü ayaklarının altına seren Dünya, kiracısı pozisyonunda olan insandan bir takım kira bedeli niyetine bir şeyler bekler. Peki fâni olan Dünya, ev sahibi Yaradan’ın isteğiyle, aciz olan kiracısı olan insandan ne bekler ?Dünya; yumuşak sözlere sahip, kini hemen giderecek, kıskançlığı dağıtacak, kötülüğü dindirecek, kabaran sinirleri yatıştıracak, yakın çevresini kardeşlik atmosferine döndürecek, iman neşesi ve takva duyarlılığına sahip insanlar istiyor. Peki, biz insanlar Dünya2dan ne ister? İnsan da Dünya’dan yeryüzünde azgınlık ve zulmü önlenmesini, insanlar arasında eşitliğin sağlanmasını, Müslüman olsun veya olmasın herkese hakkının verilmesini ister. Ancak bu isteklerin de sadece adaletle gerçekleşeceğini bilir. Aksi halde doğruyu bulma ümidinin yitirildiği bir Dünya’da, artık geri dönme beklentisinin hiç kimseye bir yararı ol(a)mayacaktır.
İnsan, eğer bir vicdan hesaplaşması yapmazsa aradığı mutluluğu hiçbir yerde bulamaz. Vicdan hesaplaşması, insanın kendini aşmaya yönelik yaptığı bir hamledir. Bu hamleler neticesinde insanın ara sıra mutluluğu hissetmesi/duyması mümkündür. Onu hissedebildiğimiz/duyabildiğimiz oranda Dünya’da bilgece yaşamış oluruz.
**
Dünya bir kere daha anladı ki sağlık, mutluluğun ilk şartıdır. Ancak mutlu olmak için tek etken değildir. Mutsuz gönüller -inşaAllah- bir gün mutlu olacaktır. Bunun için de Yaradan’a inanıp, kaderine sabırla razı olmak şarttır. Ama ölüm gerçeğine de razı olmak gerekir. Gogol’a göre ‘‘Ölüm olmasaydı, hayat bütün güzelliğini kaybederdi.’’ der. Evet ‘ölüm’ olmasaydı… ‘Ölüm’ gerçeği karşısında şeytanın yüzümüzü, gözümüzü değil, daha da önemlisi ruhumuzu, vicdanımızı, kalbimizi, gönlümüzü dolayısıyla da imanımızı zedelemesine/yıpratmasına/sakatlamasına asla izin vermemeliyiz. Unutmamalıyız ki, insanın kabiliyeti önüne çıkan engelleri/problemleri aşması nispetinde gelişir. Bu da insan için bir fırsattır. Ne mutlu, o fırsatı değerlendirene…İnanan insanlar Rablerinden gelen her zorluğun nefislerinde yapacağı tahribattan ancak Allah’a sığındıkları, ruhlarının derinliklerinde, kendilerine ancak Allah acırsa fayda göreceklerini bildikleri için, öteki hassas ruhları ifsat etmezler. Çünkü iman, insanı insan eder. Ama iman olmazsa, görün o zaman Dünya’yı çepeçevre kuşatan ifsadı…
Bataklığa saplanmamak, yanlış yollara düşmemek için iman sahibi olmamız gerek. İmanı; ümmetin öğretmeni, yol göstericisi, gözeticisi ve uzun yol boyunca tek kılavuz olan Kur’an-ı Kerim’den öğrenmemiz gerek. Kur’an-ı Kerim; bu ümmetin düşmanlarının durumlarını, karakterlerini, ilâhi hidayetin karşısına çıkan tahriklerini ortaya koymaktadır. Eğer ümmet Kur’an’a yönelirse, direktiflerini dinlerse, kanun ve nizamlarını hayatına uygularsa, düşmanları hiçbir zaman emellerine erişemeyeceklerdir.
İnsan Rabbine vermiş olduğu sözü bozduğunda/unuttuğunda, Kur’an-ı Kerim’i bir kenara bıraktığında, yalnızca onu coşkulu ifadeler, nasihat ve dualarda kullanılan bir kitap haline getirdiğinde, bilelim ki insan Dünya’da hiçbir felâketten kurtulamayacaktır. Gözle göremeyeceği bir virüse karşı ne yapacağını bilemeyecektir. Yaradan, bu virüs karşısında sonumuzu hayırlı eylesin. (Amin)
Yaşadığımız bu sıkıntılı dönemde, Yaradan bize/Dünya’ya bir kere daha fabrika ayarlarımıza, yaradılış fıtratımıza dönmemiz gerektiğini hatırlattı. Bu vakit yaz vakti, kış vakti değil, fabrika ayarlarımıza dönme vaktidir. Ramazan ayının buna vesile olmasını dilerim.
**
*Allah kimseye söylemeyeceği dert, iyileşmeyeceği hastalık vermesin. (Amin)*Allah’ım bize inşa Allah olur diye dua edip hayalini kurduğumuz hayırlı olan her şeyin ‘Çok şükür oldu.’ Sevincini yaşat. (Amin)