*Kendinize kesin inancınız, güçlü bir iradeniz, kocaman bir yüreğiniz ve örnek alacağınız kahramanlarınız varsa yaşamınızda her şeyi yapabilirsiniz. ‘Tyrone Bogues’
*Bir şeyin imkânsız olduğuna inanırsanız, aklınız bunun neden imkânsız olduğunu size ispatlamak üzere çalışmaya başlar. Ama bir şeyi yapabileceğinize inandığınızda, aklınız onu yapma konusunda çözümler bulma konusunda size yardım etmek için çalışmaya başlar. ‘D.Davıd J.Schwartz’
*İnanabilmek en büyük kuvvettir. ‘N. Cusa’
‘İnanmak, inanç’ gibi kelimeleri telaffuz ederken aklıma bir fıkra geldi.
İzmirli avukat dava için Trabzon’a gelmiş. Sohbet esnasında, okunan duaların ölünün ruhuna gidip gitmeyeceği tartışılmış. Avukat, okunan duaların ölülerin ruhuna gideceğine inanmıyormuş. ‘Seni ancak Oflu Hoca ikna edebilir’ demişler. Hocanın sohbet yaptığı kahveye gidilmiş. Adam sorusunu yineleyince, aralarında şu diyalog geçmiş:
-Elbette gider.
-Peki nasıl gider?
-Senin anan, hanımın, kızın var mı?
-Var.
-Nerede oturuyorlar?
-İzmir’de.
Hoca ‘senin ananı, avradını’ demeye kalmadan adam sinirlenerek Hocanın üzerine yürümüş.
-Ne biçim konuşuyorsun sen?
-Niye sinirleniyorsun? Duaların buradan ahirete gittiğine inanmıyorsun da, küfürlerin buradan İzmir’e gittiğine niye inanıyorsun?
Fıkradaki gibi sevdiğimiz birisi sizi kızdırmışsa, bu nedenle siz ona karşı nefret hissi duyabilirsiniz. Ne var ki, sevgi duygunuz, nefret duygunuzdan üstün gelir ve siz ona karşı beslediğiniz nefret duygunuzu bilinçaltına itebilirsiniz. İçinde yaşadığımız toplumun sadece ‘sevgi’ hissinin tezahürüne müsaade ettiğini unutmayalım.
Birey, istediği her şeyi sever. Korktuğu her şeyi de hiç sevmez ve nefret eder.
Birey, kendisine bahşedilen duyuları yoluyla kavradığı her şeye inanır. Fıtratı ona göre yaratılmıştır. Ayrıca fıtratı itibariyle birey, duyuları yoluyla aklının kavrayamadığı bir takım şeylerin var olduğuna da inanır. Bu konuda ‘gayb’ kelimesi önümüze çıkar. O zaman gayb nedir?
Vasıtalı veya vasıtasız, duyu organlarımızla ulaşamadığımız ve ilmimizle ihata edemediğimiz her şeye “gayb” denir.
Gayba inanmanın zirvesi, Yaratan’ın varlığına inanmaktır. Gayba inanmak, bireyde fıtri olan bir güçtür. Ve yaratılan her bireyde de vardır. Ama bireyler, bulur ya da bulamaz. Birey, bu fıtri güç, gayb, sayesinde dosdoğru yolu bulur ve görmeden Yaratan’ın varlığına inanır.
Görmeden inanan birey, mutlak manada şekilde, zamandan, mekândan ve her türlü benzerliklerden münezzeh olduğu için, Yaratan’ı tasavvur etmez ve etmekten de kaçınır. Ama ara sıra kendisini bu konuda zorlar. Yaratan hakkında hayal kurar. Hayalinden Yaratan’ın zatıyla ilgili her türlü şekil için çabalar. Ama bireyin, hayalindeki her türlü şekilden münezzeh olan Yaratan’ın bu konuda eşi ve benzeri yoktur.
Duyular aracılığıyla olan her şeye inanmak kolaydır. Asıl marifet, görmeden inanmaktır. ‘Görmedim, o yüzden de inanmıyorum.’ diyenlerin er ya da geç hakikati görecekleri kesindir. Bu mutlak bir bilgidir.
Yaratan bizlere hediye olarak ‘görmeden inanan’ yeni dostlarla tanışmayı nasip etsin.