Toplumda cehaletin/deneyimsizliğin ortaya çıkması, kimsenin işine gelmez. Bu konuda ilk kez ağzımı bozmuyorum. Bu son kez de olmayacak. Hafiften bir öfke rüzgârının esintisiyle yazı yazmış olabilirim ama içerisinde bir haksızlık ya da bir iftira bulamazsınız. Çünkü yaşadığımız çağda kişiler, sevdikleri ve nefret ettikleri kişiler için de olsa, adaleti korumada ve adaletli davranmada çok güçlük çekerler.
***
Bazen yaşanılan olaylar ve derinden hissedilen duygular, dışarıdan göründüğü gibi olmayabilir. Adaleti esas alıp, yorum yapmak için gelin Nasrettin Hoca’nın yaşadığı bir duruma kulak kabartalım:Nasrettin Hoca, merhum, günlerden bir gün, eşeğine yükleyecek kadar odun yüklemiş, kendisi de ayaklarını özengiye atmış ama, adamakıllı oturamamış üstüne; mahallenin çocukları onu böyle dimdik ayakta görmezler mi; gülmekten hangisinde can kalır, ama dönüp de; ‘Bana mı?’ bile dememiş Hoca. İçlerinden biri: ‘Hoca efendi, ne diye eşeğin üstüne kurulup da rahat rahat gitmiyorsun, böyle ayakta, canına yazık değil mi?’ deyince, Hoca. ‘Ya evlat, demiş, şu ağızsız, dilsiz hayvanın yükü kendine yetmiyormuş gibi, bir de benim ağırlığımı mı çeksin; ayağımın yerden kesildiği nene yetmiyor!’ diye cevap vermiş.
***
Negatif yaklaşımlarla hiç bir yere varamayız ve bu şekildeki yaklaşımlarla varmak istediğimiz yerin hayalini de hiçbir zaman kurmamalıyız. Aksi halde yaşayacağımız hayal kırıklığı kaçınılmazdır.Yaşadığımız her problem aslında bir öğrenme fırsatıdır. Ama en güçlü iki savaşçıyı, sabrı ve zamanı kullanabilirsek, bizim için bir öğrenme fırsatına dönüşür. Ömrümüzün geri kalan kısmında yola devam ederken, Albert Einstein’in uyarısına kulak vermeliyiz. ‘Sakın sana kötüsün diyenlere aldırma, bana da geri zekalı dediler. Atomu parçalayıp ellerine verdim.’ Lao Tzu da ‘Diğer insanların hakkında ne düşündüğünü kafanıza takarsanız. Daima onların kölesi olursunuz.’ der.
Yöntem konusunda Yaradanımız: ‘Birbirinizle çekişip durmayın, gücünüz elden gider, düşmanlarınız üzerinize çöker.’ (Enfal-46) uyarısında bulunur. Eğer üzerimizde okyanus kadar bol haysiyet ile Elif gibi dimdik bir şahsiyet varsa, bu bize sıkıntı teşkil etmez. Amma ve lakin yükümüz fazla ve bunun da farkındayız. Buna bir örnek verecek olursak; bugünkü eğitimde öğrencinin beyni dolu, fikri yok; ruhu aç karnı tok; çocukluğa da vakti yok. Acaba sorsalar bize, bu çağda çocuk olmak ister miydin? Cevapların çoğu olumsuz olarak yanıtlanırdı, diye düşünüyorum.
Çağımızda yakalandığımız hastalıklardan biri: ‘Kusurların en büyüğü, insanın kendi kusurlarından habersiz olmasıdır.’ (Thomas Carlye) Çocukları eğitelim derken, bu acı gerçeği yetişkinler olarak çoğu kez unuturuz. Çünkü çocukların yedeklerinin olmadığının şuurundayız. Aslında iyi eğittiğimiz çocuk, bizim için bir hayat sigortamızdır. Tabii ki, insanın yüreğinde çocuklara olan sevgi tükenmediyse. Tükendiyse, gelecek karanlıktır.
Çocuklara her fırsatta sorulur. Ne zaman büyüyeceksiniz, adam olacaksınız?...gibi sorular. Çocukların ağzından çoğu zaman klasik yanıtlar dökülür. Ama birisi farklıdır. Onun yanıtı herkesi çok şaşırtır. Yanıtı; ‘Aynı düşüncede olmamak, düşman olmak zannedilmediği zaman adam olacağız.’ Yetişkinler bu yanıt karşısında, suskun ve buz olmuş bir vaziyette. Yetişkinler bu durum karşısında denizdeki balıklar misali. Balıklar ağlar ama ağlamadan dolayı denizin haberi olmaz. Bu anı yetişkinlerin gözü önünde durdurmak çok zordur. Yumurtayı iğne üstünde tutmak kadar zordur. Bazen çok cümleler söylemek istersin, ama boğaz düğümlenir ve sadece bir tek kelime dökülür dilinden. O da ‘hayırlısı’ demek. Bu durum karşısında tebessümlerimiz de var, her probleme hafif bir tarzda ‘eyvallah’ diyen bir beden dilimiz de…
***
Akıl almak ve sürekli akıl vermek. Hangisinin tirajı daha fazladır, herkesçe bilinir. Elbette akıl vermek. La Edri, ‘Verilmesi en kolay şey nasihat, alınması en güç şey ibrettir.’ der. Hayatımız boyunca akıl verenimiz çok olur. Ama sıkıntıya gelince herkes bir anda yok olur gider, sanki hiç yaşanmamış gibi. Tarih sahnesinden silinir bu manzaralar. Bizi yalnız bırakan, yok olanlar karşısında, israf edeceğimiz bir sevgimizin olmadığını haykırmak gerek, dağlara ve taşlara. Yüreklerinin dağarcıklarında merhamet sözcüğü bulunmayan, kaçak güreşen insanlar. Bazen yanlış seçtiğimiz insanlardan alacağımız hayat derslerimiz de vardır. İlk başta zaman kaybı olarak görürsek de, Poulo Coelho’nun dediği gibi ‘Aslında yanlış insanlar zaman kaybı değil, doğru insanları algılamak için birer öğretmendir.’***
Hayatta önemli olan hataları yinelemeden görebilmek. Asıl mesele burada. Hatalarımız ilk defa yaptığımız, daha önce hiç karşılaşmadığımız cinsten olmalı ve hiçbir zaman da tekrarlanmamalıdır. Aksi halde hiçbir zaman ibret alamayız. Her zaman önümüze çok farklı çıkış kapıları çıkabilir. Farkında olmadan o kapıları yüzümüze bir bir kapatabiliriz. Bütün kapıların anahtarlarının gerçek sahibi Yaradan’a her daim el açıp. ‘Hakkımızda en hayırlı olan kapıları aç.’ duasında bulunmalıyız. Hangi kapının bizi nereye götüreceğini bilmediğimizden, gaybı sadece Yaradan’ımızın bilgisinde olduğu bilgisini hiçbir zaman unutmadan dua edebilmek önemlidir. Yaradan’ımızın bize hediyesi olan İslâm’ın değerini bilmeliyiz. Çünkü hayatımızın ekseninde, istek değil ihtiyacımıza binaen ilk önce ve bir bütün olarak görülmesi gereken hayati bir olaydır. Bu olay kutsal kitabımızı da içermektedir. Ve kutsal kitabımızda yer yer anlatılan olaylar, bizim için birer kılavuz, yer yer alınan her menzilde alınan raporları birer birer içermektedir. Olayları ve raporları anlamamız dileğiyle…***
Hayatımızda bizi her türlü karanlıktan aydınlığa çıkaran ve ısıtan güneş karşısında, bilerek ya da bilmeyerek yaptığımız hatalarla o aydınlığı ne karartmaya ne de yok etmeye gücümüz yetmeyecektir. Tarih bunun en iyi şahididir. Hatalarımız bizim için bir nevi killi, yağlı, koyu ve yapışkan olan balçığı andırmaktadır. Sizce güneş gerçeği karşısında, balçıktan kurtulmanın vakti daha gelmedi mi? Varın bunun yanıtını dudaklarınızdan dökülecek sözler değil, vicdanınız versin. Öncelikle kendi şahsımı sonra sizleri vicdanlarımızla baş başa bırakıyorum. Elveda balçık…