HAYATA DAİR
-2-
Yaratan, insanın idrakini ancak zıtlıklarla kavrayabilen bir yapıya sahip kılmıştır. Zıtlıklarla yaratılan âlemde ne kadar zıtlık olursa, insanın idraki o kadar berraklaşır. Güzel çirkinle, hayır şer ile, muhabbet nefret ile, akıllılık ahmaklıkla, dünya ahiret ile, …vb kavranır. Bu zıtlıklardan insanların kalbi seviyelerine göre nimetlerdeki kıymet ölçüleri de farklılaşır.
Nasıl yaşarsak yaşayalım, ne düşünürsek düşünelim, muhabbetin olmadığı yerde zeval, olduğu yerde kemâl tecellileri görülür. İster zeval isterse de kemal tecellileri görülsün, içinde bulunduğumuz sonsuz bir deryadan, kendimize hayatta kalmak adına ancak kabımızın hacmi kadar su alabiliriz. İnsan bilmez ki belki de kabının aldığı su kadar, belki hakkında hayırlı olan, yaşadığı haldir diye. Hayırlı olanı dilden düşürmeden kesintisiz bir halde Yaratan’dan istemek… Denizdeki dalgaları dizginlemek…
***
İster kabul edelim ya da etmeyelim, İslam medeniyeti, insanlık tarihinde sadece bir kere ulaşılabilmiş bir zirvedir. Her medeniyet gibi İslam medeniyeti de, kendi insan tipini, sıfat ve karakterleriyle ahenkli bir şekilde oluşturmuştur. Bu insan tipine bir örnek verecek olursak; Nefis, bir ağaç gibidir. Ham meyve, nasıl ağaca sımsıkı bağlı ise, ham ruhlar da o derecede nefsaniyete esirdirler. Ancak olgun meyveler farklıdırlar. Onlar ağaçları terk ediyorlarsa, olgun ve kâmil ruh sahipleri de öylece nefsaniyetten sıyrılır ve ulviyet âleminin hakiki ve samimi yolcusu olurlar.
İnsan nefsin ihtirasını kırıp, kanaat zengini olmak varken, nedense ‘Hayat kitabının öfke faslı, bir facia taridir.’ gerçeğini çoğu zaman unutmaktadır. Hâlbuki öfke, ahlakın en korkuncu, felaketidir. Esir aldığı insanın aklını ve gönlünü perdeleyen bir haldir. Öfkeli insan, iç dünyası ‘intikam, kin, hakaret, kavga ve cinayet’ gibi kötülüklerle dolu bir musibettir.
***
İslam, öyle orijinal bir dindir ki, önce içinde güçlü bir geleneği olan bir bilgi toplumu oluşturmuş ve bunun neticesi olarak da toplumda biriken bilgiler yavaş yavaş bilimleştirilmiş ve nihayet bilimsel bir medeniyet kurulmuştur.
İslam medeniyetinde bilimsel sürece yol açan bilgi geleneği, vahiyle oluşmaya başlamıştır. Ama bilimsel olsun veya olmasın her türlü bilgi edinme faaliyeti, dini algılama biçimimizi etkileyecektir.
Bir medeniyette bilim geleneği, hangi dünya görüşü üzerine kurulmuşsa onun özelliklerini taşır ve bunlar tüm bilimsel ve bilgisel faaliyetlere doğal olarak yansır. Zaten bilgi geleneği oluşturamayan bir toplum, bilim geleneği de oluşturamaz.
Bir toplumda ahlaki olgunluk elde edilmeden, diğer toplumlar karşısında rekabetimizde bilimsel üstünlüğe ulaşılamaz. Örneğin; hırsızlık, yalan söyleme, aldatma gibi durumlar toplumda bir ahlaki bitkinliktir, yok oluştur. Eğer bu davranışlar bir toplumda yaygınlaşmışsa, yaşamın her yönüne rahatlıkla bir mikrop gibi bulaşacağı için hem toplumu yozlaştıracak hem de bilimsel ilerleme adına ne varsa engelleyecektir. Mesela hırsızlık gibi suçlar, çok adi ve basit bir ahlaki çöküntü olmasına rağmen, içinde bulunduğu topluma kolaylıkla yalana, bencilliğe, rüşvete, kopyacılık gibi ne kadar sahtekârlık varsa yol açacağından, zincirleme bir trafik kazası gibi fikri hayatı da her yönden zehirleyecektir. Zehirlenen o toplumda artık bilimde, bilimsel çalışmalardan bahsetmek abesle iştigal etmektir.
***
Ümmet adına dökülen gözyaşlarımızdan çorak topraklar kabarsın, muhabbet ağacı suya doysun. Muhabbet ağacının dalları semaya uzansın, kelamında Yaratan’ın olduğu muhabbetler arşı arındırsın. Gözyaşlarımda da muhabbet ağacının dallarıyla yıldızlar gibi semaya serpilsin.