İKİ LAFIN BELİNİ KIRMAK
Gıybet, insanoğlunun en başlıca alışkanlıklarından biridir. İnsanoğlunu sanki bir virüs gibi sarmış olan gıybet hastalığına yakalanmayan neredeyse yok denecek kadar azdır. Acaba gıybette baklava tadı mı var? Bizler öyle bir duruma gelmişiz ki, ayetle hadisle oturup, gıybetle kalkar olmuşuz. Belki toplu halde günah işleyip, ancak kabre girişimizin yalnız olacağı bilgisini çoğu zaman unutarak yolumuza nefsimizin hoşlanacağı şekilde devam ederiz.
Günümüzde hayâ edilecek bir günah olduğunu bildiğimiz gıybetin yapılmadığı meclis neredeyse yoktur. Bizler duyduklarımızı bırakıp, gördüklerimize bakmadığımız müddetçe de böyle devam edecektir. Hâlbuki gıybette dâhil olmak üzere Yaratan’ın yasaklarından kaçınmak bir ibadettir.
Bugün gıybet yüzünden akraba akrabadan kaçıyor, nerdeyse komşu komşunun kapısını çalmıyor, insan insana selam vermiyor, kırgınlıklar dargınlıklar tavan yapmış bir vaziyette iken biz hâlâ bu durumdayken toplumu düzeltmek adına nasıl da rahat rahat iyilik adına gıybet yapıyoruz? Gıybeti yapan kimse, yaptığı gıybete her ne kadar din gayreti rengi verse de, onu dinleyenler gıybet yapan kişiye iyi gözle bakmayacaklardır.
Hüsn-i zan varken su-i zannı terk etmeyen zavallı insanlar; kararan kalpleri sayesinde kötümser fikirleri neticesinde kendi zihinlerinde bir çatışma yaşarlar ve devamlı o çatışmanın içinde de farkında olmadan kendi kendilerini stres ve bunalımla iç içe yaşamaya kendilerini mecbur bırakırlar. Ruhi sıkıntılara da giriftar olmaktan hiçbir zaman kurtulamazlar.
Haset eden kişi, zehirli bir hayvan gibi kıskandığı insanlara zehrini boşaltmadan rahat etmeyecektir. Bunun için kişi en kolay ve en etkin yolu, bulunduğu meclislerde her fırsatta gıybet silahını kullanmak olacaktır.
İnsanın kendi kusurlarını bırakıp, diğer insanların kusurlarıyla uğraşması akıl kârı değildir. Ve enerjilerini başkalarının kusurlarıyla harcayan insanlar, kendi kusurlarını akıllarına getirmeleri de o kadar kolay değildir. Peygamberimiz, ümmetini uyararak ‘Ateşin kuru odunu yakması, insanın sevaplarını mahvetmekte gıybetten daha süratli değildir.’ demiştir.
Gıybetin var olması demek; sevgi, saygı, dostluk, kardeşlik, dayanışma gibi güzelliklerin yerine; kin, düşmanlık, nifak gibi çirkinliklerin var olması demektir. Gıybet yapılan bir toplumun fertlerinin kalplerinde haset, kin, hırs, bencillik, riyakârlık, ayıp araştırma gibi hastalıkların tohumları ekilidir. Böylesi bir toplumda hiçbir zaman hiçbir fert felâh imkânı bulamaz. Gıybet ortamını oluşturmakla uzmanlaşmış olan fertler, fırsatını bulduklarında egolarını tatmin etmek için, çoğu zaman sinsi olan gıybet fitilini ateşlerler.
Kimilerine göre hayatta kalabilmek için toplumda güçlü olmaya çalışmak, onun içinde diğer fertleri rakip görüp onlarla mücadele etmek gerek. İşte biz insanlar bu düşüncenin tozlarını yuttuğumuz için, bir yerlere gelmek için çalışmak ve bunun için de kul haklarına riayet etmemek, çıkarımız için her türlü yalanı, iftirayı, gıybeti, yalakalığı, dalkavukluğu çokça yapmaktayız. Makamı, mevkiyi ve sahiplerini o kadar çok abarttık ki işi rayından çıkarttık. Çoğu zaman toplumda kibirli görünmeyeni güçsüz zannettik ve zayıf, cılız gördüklerimize de her türlü eziyeti yapmayı kendimize yakıştırır olduk.
Vazgeçilmez alışkanlığımız siyasetçileri, devlet idarecilerini çekiştirmek, öyle bir hâl almıştır ki; artık insanlar kendi görevlerini bırakıp, devleti idare edenlerin hatalarını konuşur hale gelmişlerdir. Hiçbir zaman bitmek tükenmek bilmeyen bir atmosferde yapılan bu konuşmalar/gıybetler ömrümüzün büyük bir bölümünün boş geçmesine sebep olmaktadır. Bu durum ne içinde bulunduğumuz konumun ne değişmesine ne de konuşulan/gıybeti edilen durumun değişmesine herhangi bir katkısı olmaktadır.
Çevremizde iğne arar gibi sükût ve vakar sahibi insanlar aramaktayız. Çünkü onların hâlleri insana hikmet telkin etmektedir. Onlardaki hayâ, çirkin şeylerden kaçınmaya yönlendiren ve hak sahibinin hakkı konusunda kusurlu davranmasını engelleyen bir huya sahiptirler. Ama toplumda çok konuşan, geveze diye tabir ettiğimiz insanlarda ise ister istemez konuşmalarında elbette az da olsa gıybet vardır. Unutulmamalıdır ki insanın kalbi düzgün olmadıkça imanı düzgün olmaz, dili düzgün olmadıkça da kalbi düzgün olmaz.
İmam-ı Gazali’ye göre kibirli insan; kin, haset, öfke, hakir görme ve gıybet gibi hastalıklardan kurtulmayacağı gibi, aynı zamanda kibrini korumak için başka kötü davranışlardan uzak tutum sergilemeyecektir.
İslâm âlemi olarak ibadetlerimizi en kaliteli baklava yer gibi yapamıyorsak, dua ederken gözyaşı dökemiyorsak, bunun sebeplerini içinde bulunduğumuz durumla alakalıdır. Çokça yaptığımız gıybetin, su-i zannın manevi hayatımızı çökertip, ibadet lezzetini imha etmede çok etkin bir rol oynadığını unutmayalım. Eğer bizler, birbirimize zarar vermekten, haksızlık yapmaktan sakındırabilirsek o zaman Yaratan’a ulaşıp bağımızı güçlendirmemiz daha kolay olacaktır. Ne mutlu böyle yaşayanlara….
***
‘Gıybetin dini yiyip bitirmesi, kanser ve kangrenin vücudu yiyip bitirmesinden daha çabukçadır.’ (Hasan-ı Basri)
‘Gıybet, rezil insanların otlağıdır.’ (Adiyy Bin Hatem)
‘Gıybet, acizlerin işidir.’ (Hz.Ali)
‘Kişi kardeşinin gözündeki çöpü görür, kendi gözündeki kütüğü göremez. (Hz. Muhammed)