İNADINA ‘KARDEŞLİK’
İnsan, insana dost ve kardeş olarak doğar.
Peki, dost denilince aklımıza neler gelir? Toplumu kısır kalıplara hapseden anlayışların prangalarını kırarak diyebiliriz ki dost; paylaşandır, affedendir, merhamet edendir, vefa gösterendir, güven verendir, düşünendir,… Ve fani dostlar, baki dostların hatırına sevilirse, bu dostluk elbette baki olur. Yaratan’ımız bizi İslam dini ile huzur dolu ikliminde buluşturdu ve üzüntümüzü sevince dönüştüren dostlar olmamızı istedi.
Peki, kardeş ya da kardeşlik denilince aklımıza neler gelir? Kardeşlik her şeyden önce bir söylem ve ebedi bir kurgu değil, bir hukuk ve ahlâktır. İnsanlığın ‘iman’ merkezli kardeşlik projesinde insanın etnik kökeni, sosyal statüsü, cinsiyeti, siyasi düşüncesi, beklentisi, dilleri, kültürleri, coğrafyaları, …hiç de önemli değildir. İslâm kardeşliğinde; menfaat, ırk, nesep, soy, asabiyet, kavmiyetçilik, renk, coğrafya gibi özellikler de aranmaz. Sağlam esaslar üzerine tesis edilmiş bir bağ vardır. Buna rağmen kimileri İslâm’ı kendi mezhep ve meşreplerinden ibaret görürler ve İslâm kardeşliğini de kendi dar çevrelerine hapsederler, bu davranışlarıyla hiçbir zaman evrensel bir din özelliğini gerçekleştiremezler. Açıları küçüldükçe de daha da kaliteli bir şekilde dindarlaştıklarını zannederler ve birbirlerine karşı muhalefet etmeyi de Yaratan indinde bir hayırlı iş olarak görürler. Bunlar hiçbir zaman büyük düşünemedikleri için de işlerinde muvaffak olamayıp, sürekli olarak hep aynı konularda tartıştıklarını ve kayda değer olmayan hesapların kurbanı olurlar. Başkaları tarafından tahrik edilmeye müsait olduklarından, hemen galeyana gelirler. Mezhebin, İslam’ın kendisi olmadığını sadece onun bir yorumu olduğu gerçeğini göremediklerinden dolayı, insanları ötekileştirmeye devam ederler. Maalesef farkında olarak ya da olmayarak vahye bağlanmak yerine vahiyden uzaklaşmayı tercih ettiklerinde sadece kendi bildikleri geminin cennet yolunun yolcusu yanılgısına kapıldılar. Arkalarında toplumsal barış ve esenlik yerine, geride parçalanmışlık ve düşmanlıkları miras olarak bıraktılar. Bencil davranışlarıyla, kolektif bir şuur ve duyguyu hiçbir zaman idrak edemediler. Bunlar vahiyle kendilerini yenilemiş olsalardı, ümmete mensup olmanın sorumluluğunu fark ederlerdi.
İslâm kardeşliği insanları kaynaştırıp, aynı yüce değerler etrafında birleştiren, insana değer veren evrensel bir nizamdır. Yaratan’ın huzurunda aynı safa dizen bir tablo oluşturan bir sistemdir. Özellikle din kardeşlerimizle-hiçbir fark olmadan- omuz omuza verdiğimizde kendimizi adeta kanatlanmış hissediyorsak, İslâm kardeşliğini kavramışız demektir. Çünkü hayrı gerçekleştirmek, şerri yok etmek, dostluk, yardımlaşma ve dayanışmayı gerektirdiği için, iman edenlerin tek bir saf halinde bulunmaları gerekir. Aralarında hiçbir zaman tefrika unsuru giremez. Aralarına şeytani arzular, nefsanî hevesler de giremez. Birlik ve beraberlikler ancak aynı safta kalplerin bir araya gelmesiyle oluşur. Saflarda samimiyet, ihlâs, ülfet, sevgi dolu havanın dalga dalga esmesi gerekir. Bunun için de, kalplerimizi birbirimize karşı akış sağlayacak vasıfta yoğurmamız gerekiyor ki; kardeşliğin bizi tasada ve sevinçte birleştirdiği bir gül bahçesine dönüşebilsin.
‘Yaratan için sevme’ ilkesi ile kurulan ve tesis edilen bağlar, en sağlam ve en güçlü bağlar olduğu için hiçbir şekilde ne olursa olsun tükenmezdir. Bu bağ, ebedi olma özelliğini de korur. Ama insan bu bağı zedeleyebilecek; hakaret, gıybet, aldatma, kandırma, lakap takma, kovuculuk, kötü zan, tecessüs, küçük görme, yakışmayacak her türlü söz, tutum ve davranışlar gibi durumlar olmadığı müddetçe sağlamdır. Bu bağ içerisinde; insanın insana, insanın topluma, toplumun insana, toplumun başka bir topluma, bir zümrenin başka bir zümreye, bir ırkın başka bir ırka kesinlikle bir tahakkümü olmaması esastır. Aksi halde bu bağ sağlam esaslar üzerinde kurulamayacaktır. Bu bağın özünü kavrayan insanda; diğer kardeşlerini her türlü konuda öncelemesi, kardeşlerinin elinde gerçekleşen hayırlı ve güzel işlerden ilerlemesinden sevinç duyması, kardeşlerinin yapmasından onur duyması, kardeşlerinin üstünlüklerinin, güzel kazanımlarının kendi kazanımı olarak görebilmesi gibi doğru davranışlar beklenir.
İnsanların bitmek tükenmek bilmeyen hırs, arzu ve tamahkârlıkları yüzünden insanlık, pek çok kardeşlik ihlâllerine tanık olmuştur. Bunun sonucunsa katliamlar, cinayetler yaşanmış ve halen de bu acı tablolar dünyada yaşanmaktadır. Yaratan’ımız dünyadaki kardeşliğimizi yeniden tesis etmek için takviye olarak elçiler gönderse de, insanlık çoğu zaman bildiğini okumuştur. Bugün cehalet, ırkçılık, taassup ve çıkarlardan beslenen bir gerilim ve çatışma ortamı, kardeşlik dilini köreltmiştir. Müslümanlar ne yazık ki; bugün çeşitli coğrafyalarda fitneye dâhil olmakta, birbirlerine karşı kin duyabilmekte, buğz edip intikam rüzgârlarına kendilerini kaptırmışlardır. Hâlbuki kardeşlik yitirildiğinde o boşluğu doldurmak kolay değildir. Kan bağına dayalı bir kardeşlik değil, müminlerin gönüllerini birbirine bağlayan ‘iman bağı’ olduğu için kolay değildir. Tek temennimiz, İslâm’ın yüce değerleri doğrultusunda insanlar arasındaki ilişkiler ağı yeniden inşa edilebilirse, aynı şekilde bütün insanlığı birbirine kardeş kılmaktır. İslâm’ın kuşatıcı ve kucaklayıcı hayat düsturuna ne kadar muhtaç olduğumuz ortadadır.
İnsanlar arasında ‘kardeşlik’ olarak ihtiyaç hissettiğimiz bir konu, ‘hoşgörü’ ve ‘diyalog’ eksikliğidir. Hoşgörüyü yaşama geçirebilmek ve İslâm kardeşliğini tesis edebilmek için diyalog da gereklidir. Diyalogun olduğu ortamda, hoşgörü rahatlıkla pratiğe dökülebilir. Zaten kendisine güvenen insanlar veya toplumlar, her zaman hoşgörüye ve diyaloga açıktırlar. Ve zaman farklı düşüncelere karşı açık olmaları onların bir yaşam felsefesidir.
Batmayacak bir dava için, kalplerimizi, buğzu ve sevgiyi Yaratan için yapabilme olgunluğuna erişenlerden olmamız dileğiyle...
***
‘Gücümüzü hırlaşmak için değil; birleşmek için harcamalıyız.’ (Malcolm X)
‘Bir mum diğerini tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.’ (Mevlana)
***