Hayat, doğumdan mezara kadar doğal bir anlatımdır, anlamadır ve algılama biçimidir. Eğer hayat bize doğru bir anlatımla; sağlam, eksiksiz, yanlış yoruma yer vermeyecek biçimde aktarmaya çalışsa da, yakınını görmeden uzağını görmeye çalışan bizler, hayatı yanlış anlarız/yorumlarız. Herkesin aynı şeyi düşündüğü yerde, aslında hiç kimsenin bir şey düşünmediğini fark ederiz. Aynı biçimde/tek tip düşündüğümüz için, yeni düşünceler üretemeyince sürekli olarak aynı söylemlerle kendi etrafımızda dolanıp dururuz.
Tadına bakılmamış duygulara sahip sıradan insanlar, doğal hayatın balını hiçbir zaman tatmamışlardır. Hem kalan ömürlerini hem de kendilerini harcayarak yollarına gözünü kırpmadan devam ederler. Böyle acı bir tablo karşısında, istemeyene herhangi bir şey verilmeyeceği gibi, öğüt de veril(e)mez.
Tadına bakılmamış duygulara sahip sıradan insanlar, doğal hayatın balını hiçbir zaman tatmamışlardır. Hem kalan ömürlerini hem de kendilerini harcayarak yollarına gözünü kırpmadan devam ederler. Böyle acı bir tablo karşısında, istemeyene herhangi bir şey verilmeyeceği gibi, öğüt de veril(e)mez.
***
Adamın biri kargacık burgacık yazılarla dolu bir mektup getirir Nasrettin Hoca'ya: Hocam der şunu okuyuver Allah aşkına. Hoca mektuba dikkatle bakar. Yazı o kadar kötü ve karışıktır ki okumak mümkün değildir. Al der, ben yazıyı okuyamadım! Adam birden sinirlenir: Yahu der, ne biçim hocasın sen! Kocaman kavuğundan bari utan. Bir mektubu bile okuyamadın! Bu sefer sinirlenmek sırası Hoca'ya gelir. Kavuğunu çıkartıp adamın kafasına geçirerek. ‘Haydi der, marifet kavuktaysa sen oku da görelim' der.
Bazen toplumda karşılaştığımız, kılık kıyafetine aldandığımız, zihnimizde iyi bir konuma yerleştirdiğimiz, mübarekleştirdiğimiz insanlar, bizi yanıltabiliyor. İnsanların zahiri pozisyonları, bize onların ilim ehli oldukları görüntüsünü verebiliyor. Ama çoğu zaman aldandığımızı er ya da geç de olsa fark ederiz. Yaşadığımız durumlar, aynı fıkrada olduğu gibi biçime bakılarak mârifetin kavukta/zahirde olmadığını, ve bu durumun bizi çoğu zaman aldattığını, özün değil de görünenin etkili olduğunu anlıyoruz.
***
İnsan; ürettikçe çoğalır. Durmak ise insan için bir ölüm. İnsan yaşadıkça, acaba sıradan insanlar gibi var olan tarihi omuzlayıp ileriye mi taşıyacaktı, yoksa zirvelere bayrağı dikenlerin destanını mı yazacaktı?
***
İnsan için kültür, bir yaşayış biçimidir ve çeşitlidir. Bu yaşayış biçimi; toplumun ve insanın tavır, davranış ve alışkanlıklarına yansır. Yaşadığımız coğrafyada hangi kültür baskınsa -mahalle baskısı değil- orada o kültürün değerleri geçerlidir ve her şey ona göre biçimlenir. Amma ve lâkin gel gör ki; her alanda çeşitli yollarla bizim üzerimizde Batılılar, her türlü egemenlik kurmaya çalışmışlardır.
İnsanın karanlıktan kurtulup, aydınlığa çıkması için bir şeyler gerekliydi. Düşünen, hayal eden ve sorgulayıcı zihinler gerekli iken; insanın, zihin dünyası ve yüreği her geçen gün daha da çoraklaştı(rıldı)ğına şahit oluruz. Asıl sıkıntımız, kitapsız olan insanlara tutunmamızdı. Başımızın belası kitapsız olan insanlara…
Tutunduğumuz kitapsız olan insanların, bazen toplum önünde yaptıkları şovlar aslında bir tartışma değil, sadece iddialarını dövüştürmekten öteye gitmeyen âdeta bir arena. Arenada yer alanların özgür düşünceye kapalı oldukları her hallerinden belliydi. Başka insanların sunduğu hazır tümceler, kitapsızlara kolay geliyordu. Bir ağacın altına düşen meyveleri topladığı gibi, kitapsızlar da fikir babalarının her sözünü ayet derecesinde toplar ve yeri geldiğinde her ortamda kullanırlardı. Kendi doğrularının dışında, hiçbir zaman doğru aramayan kitapsızlardı onlar. Rahatına düşkün olan kitapsızlar, farklı görüş ve düşünce için neden kendilerini yoracaklardı ki… Fikir babalarının ırmağında akıp gitmek varken… Bunlar, kafalarını fikir babalarının kanılarına kiralamış kitapsız insanlar...
***
Kitapsızların ellerindeki toplumdan kopuk reçeteleri, toplumun dertlerine hiçbir zaman deva olmadı. Ve kitapsızların korkulu rüyası her zaman kitaplar/düşünce üretenler olmuştur. Çünkü kitaplarda, toprağında yeni düşüncelerin tohumu vardı. Yeni ve farklı düşüncelere tahammülü olmayan kitapsızlardan bu toplum çok çekti. Ve çekmeye de devam ediyor.
Kitapsızların en kısa zamanda bulundukları kulvardan çıkarak, kitaplarla dolu bir kulvara girmeleri tavsiye edilir. Unutmayalım ki; kitap, içerisinde yeni dünyalar taşır.
***
‘Ben kitaplarımı değil, kitaplarım beni ortaya çıkarmıştır.’ (Montaıgne)
‘Allah’ım bana kitap dolu bir evle, çiçek dolu bir bahçe ver.’ (Confucıus)
‘Okuma ihtiyacı bir barut gibidir, bir kere tutuşunca artık sönmez.’ (Victor Hugo)
‘Allah’ım bana kitap dolu bir evle, çiçek dolu bir bahçe ver.’ (Confucıus)
‘Okuma ihtiyacı bir barut gibidir, bir kere tutuşunca artık sönmez.’ (Victor Hugo)