Yaşam, bazen bizimle didişir. Bir bakarsınız yaşam, bize karşı düşmana dönüşüvermiştir. Hedeflediğimiz noktalara doğru gittikçe, hedefin bizden kaçtığını, daha da ileri gittiğimizde de bu mücadeleden zarar gördüğümüzü ve benliğimizde ciddi hasarlar aldığımızı görürüz. Belki de orijinalliğimizi yitirmişizdir. Hasar kaydımız, hanemize hemen yazılmıştır. Yaşadığımız durumlar bizi o kadar şaşkınlıklarla düşündürmektedir ki, hesap etmediğimiz, planlamadığımız yerlerden Yaratan, sizinle hedefiniz arasına engeller koymaktadır. Biz de her bir engeli kaldırıp, kendimize göre tüm tedbirleri aldıkça kendimizi daha iyi hissetmemiz gereken yerde, durum daha da bir vahamet arz etmektedir. İşte bu durumda artık hâlâ halin dilini yakalayamıyorsak, işimiz çok fena. Ki bu hâl dilinde Yaratan’ın yüce müdahalesi ve iradesi vardır. Bu durum karşısında boynumuz kıldan ince olmalıdır.
Her yaratılan, herkes gibi haddini bilip, küçük dağları ben yarattım havasına kapılmadan, küçük bir yaratık olduğunu kabul etmelidir. Çünkü ölüm ki Azrail adlı melek aracılığıyla, hüküm sürüyor evrende. Kâinatta muhteşem bir dayanışma/iş birliği var. İşin ilginç tarafı, ölen her şey tekrardan diriliyor. Evimizin önündeki ağaçtan düşen meyvelerin çekirdekleri, daha sonra tekrardan küçücük bir fidan olup, hayatını sürdürüyor. Ama insanoğlu, bu hikâyeyi/dönüşümü kavrayamadığı için gerçekler karşısında nankör. Üzerinde yaşadığımız dünyadaki her coğrafyanın tarihine bir bakarsak görürüz. Tarih sahnemiz kan revan içerisinde, hiçbir hayvan türünün boğazlanmadığı kadar, insanlar boğazlanmıştır. Tarih sahnemiz korkunç bir kan gölü. Bu manzaradan nemalanan birileri var. Çünkü onlar için savaşlar, birer ibret yeri değil, birer bayram yeridir. Ruh hastası bunlar. Ve bu durumuna hiçbir zaman şifa bulma niyetinde değildirler. Bütün zamanlarını çılgınca geçirmek istemektedir. Dünyadaki hemen hemen bütün ülkelerin, hem yer altı ve hem yer üstü zenginliklerini isteyen ve savaşlar için de çeşitli senaryolar üreten bu da yetmezmiş gibi silah tüccarlığı yapan insanlar/karar vericiler. Bu insanlar için konuşmaya gerek yoktur. Sarf edeceğimiz cümleler değerlidir, bu insanlara değmez. Zaten bizler, konuşmayı israf ettiğimiz kadar bir başka şeyi israf etmiyoruz.
Dünyada adalet, en zor hayat tarzı. Haklıyla haksızı, doğruyla yanlışı, iyiyle kötüyü ayırt etmek gerçekten zordur. Bu adalet kavramını kitaptan bilenle, yakinen bilenin farkı vardır. Birinin sadece dilinde vardır, öteki insanda ise sinesinde vardır. Biri onaylanır fakat hakkıyla inanılmaz. Öteki kendi doğrultusunda hedefine ulaşmaya mecbur eder insanı. Müslümanlar görmediklerine bile inanmakla Yaratan tarafından emir olunurken, biz insanlar gözümüzün önündeki cereyan eden gerçekleri inkâr etmeye başladık. Bu da bizim imtihanımızdır. Bu değerli kavramlar, bilgiler bizim varlığımızın amacını gerçekleştirmeyecekse, bu salt bilgiler bizden mümkün mertebe uzak olsun ve bize bulaşmasın.
Eğer hayattan zevk almamaya başladıysak; mezarlıkları, hastaneleri ve hatta ruh sağlığını bir ziyaret etmeliyiz. Gerekirse çeşitli yerlerde tanıdığımız/tanımadığımız insanların cenaze namazlarında bulunmaya çalışalım. Bu tür şifa eksenli durumlar, insanın nankörlüğünü/görme engelini bir nebze alır, götürür. O anlar bazı durumları hatırlatmaya, halimize şükretmemiz gerektiğine bizleri sevk edebilir. Konum itibariyle insan, kendisinden aşağılara bakabilme imkânını her zaman bulamayabilir. Çağımızda teknoloji sayesinde insanoğlu, diğer dönemlere göre kendisine hizmet edilen bir varlık olmamıştır. Bu konuda gayet rahattır ve rahatına da düşkündür. Geçmişte yaşadığı zorlukları hiç yaşamamış gibi davranabilir.