ÖZÜMÜZÜ KORUYUP ‘ÖTE’ LERE AÇILMAK
Yaratan, meleklere ‘insaniyet’ karşısında secde etmesini emretti. İlk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Hz. Âdem, o günden ve o emirden sonra meleklerin kâbesi, kıblesi oldu. Onlar, Hz. Âdem’in karşısında secde ettiler ve bu vesileyle ‘insaniyet’ meleklerin secdegâhı oldu. Ne mutlu secdegâhı ‘insaniyet’ olup da, yaşadığı coğrafyaya o zaviyeden bakabilenlere….
***
Günümüzde zaman ırmağında yüzen insanların düşüncelerinde ve fikirlerinde tekâmülleşme (tekamül: olgunlaşma, olgunluk, gelişim, gelişme, evrim..vb) gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Yaşam eksenimizde olması gereken, asıl mutlak gerçeğe iman etmek, insanda birtakım sorumluluk ve mükellefiyet oluşturur. Bu da bizi beraberinde insanda var olan akıl ve irade seçeneklerini kullanırken, kontrolü Yaratan’ın rızasına uygun olacak şekilde, elimizden çıkarmadan yerinde ve zamanında kullanma kolaylığı sağlar. Bundan edinilecek tecrübe ise, iradenin aklın hâkimiyeti altına gireceği ve aklın karar verip iradenin uygulayacağı gerçeği olacaktır.
***
İçerisinde zaman ırmağı akan bir dünya, insan için yaratılmış ve her türlü imkândan yararlanabileceği bir zengin sofradır. Bu zengin sofra, sadece ayrıcalıklı insanlara özgü değildir. Bu doğal dünyadaki sofrada ayrıcalıklı kimse bulunmamaktadır. Eğer sofrada ayrıcalıklı bir varlık varsa o da insanın ta kendisidir. Bütün insanlar, bu zengin sofrada maddi ve doğal imkânlardan yararlanmada her zaman eşittirler.
Zengin sofradan yararlanan bizler ön yargılarımızın, ret ve kabullerimizin tahayyül dünyamızı ve yaşam alanımızı alabildiğine daralttığı zamanlarda, her zaman ‘kendimiz’ kalarak ’ötekine’ açılmayı öğrenmek zorundayız. Bizden farklı olan insanlarla, belli ahlâki ilkeler çerçevesinde yaşamayı öğrenmemiz gerekir. Ötekiyle barış içinde olabilmek, kendimizle -özümüzle- barışık olmamıza bağlıdır. Kendisiyle barışık bir insan, aynı zamanda kendisinin üstündeki mutlak aşkın gerçekliğini tanıyan ve onu içselleştiren bir güzergâhla hayat bulabilir. Kendimiz kalarak evrensel değerlere sahip çıktığımız vakit, mahalli olanla evrensel olan arasındaki gerilimi de, şiddeti de ancak böylece aşabiliriz.
Toplum içinde yaşayarak soluğumuz yanlış algılar, aslında kendimizin aynadaki yansımasıdır. Ötekinin dışlanması üzerine kurulu bir ben tasavvurları, ötekiyle ilişkilerin çatışma ve savaş üzerinden yürütülmesi sonucunu doğurur. Kendini hâlâ tarih ve medeniyetin merkezindeki yegâne aktör olarak görmek isteyen bir taraf, başkalarına yönelik barışçıl ve kuşatıcı bir tasavvur geliştirmesi beklenemez. Kendi tarafının dışındaki tarafları görmemek/görememek bir acziyetin tezahürüdür.
‘Öteki’ne açılımı reddedenler, ‘kendi’ kültürünün bütünlüğünü korumak adına ‘öteki’ kültürleri bozan unsurlar olarak görmek, ancak olsa olsa ırkçı bir yaklaşımın yansıması olabilir. Hâlbuki insanlık, bütün insanların katıldığı ortak payda iken, medeniyetler, kültürler ise bizlere farklı kimlik ve aidiyet çerçeveleri sunarlar. Önemli olan farklı kimlik ve aidiyetleri tanımak ve kaynaşmaktır. Yaratan;
‘Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.’ (Hucurat Suresi-13) ’der.
Dünyayı homojen ve tekdüze bir yapı olarak görmek büyük bir hatadır. İletişim araçlarının bu kadar geliştiği dünyamızda insanların, dünyadaki diğer toplumlar hakkında genel geçer hükümler, önyargılar ve çarpık algılara sahip olması affedilir bir durum değildir.
Hemen hemen her insanın idealinde olan yaşadığımız her sahada; adil, katılımcı ve eşitlikçi bir dünya düzeninin kurulmasıdır. Bu cümleden her insanın aynı şekilde düşünüp yaşaması değil, farklı görüşlerin bir arada var olma kararlılığı noktasında mücadele vermesidir. Önemli olan, Yaratan adına tek ses olabilme şuuruna sahip olabilmektir.
Yaratan’ımız bizden ‘İyilikte yarışan topluluklar’ (Maide Suresi-48) olduğumuz vakit, hem yerel hem de küresel barışa bir katkımız olacağımız noktasında bizi uyarır.
***
Dünya yaşamı insanın elinde sermaye gibidir. Ancak bu sermayeyi acımasızca kullanan biz insanlar ‘İnsanın mimarı, ancak kendisidir.’ gerçeğinden hareketle insanı mutlu bir geleceğe götüren doğru yolu ve insanı mahvolmaya, yok oluşa götüren eğri yolu ayıklamak zorundadır. Bu ayıklama süreci ancak sağlıklı bilgi ile mümkündür. Bilgi edinmeye gayret göstermeyenin bilgisizliği, güç ve yapabilirlik için gayret göstermeyenin güçsüzlüğü ve beceriksizliği hiçbir zaman ona özür teşkil etmeyecektir.
Ves selam…