VATAN SEVGİSİ İMANDAN MIDIR?
Vatan, üzerinde yaşayan milletini ve ortak değerlerini barındırdığı için kutsaldır. Hayvanlar da bile, bir yuva sevgisi ve dışa karşı bir korunma duygusu vardır. Örneğin; bir karınca bile çalışkanlığı ile hiç durmaksızın o sıcak yuvasına tüketecekleri besin maddelerini taşır ve paydaşlarıyla da kavga etmeden bir dayanışma ruhu içerisinde bu işini gerçekleştirir. Bir tavuğa çok yaklaşır kızdırırsanız onu, civcivlerine ve kendisine zarar gelecek diye size kızar. Hayvanlar böyle iken, insan ne yapar? İnsanların savunma gücü daha güçlüdür.
Vatan toprakları, hepimizin, ‘biz’ duygusu yaşayanların yuvasıdır. İçimizde vatan hainleri bu gerçeği kabul etmeseler de, hepimizin yuvasıdır. Vatan; hepimizin ortak duygu, düşünce ve özlemin geliştiği/gerçekleştiği toprak parçasıdır. Ülke içinden ve dışından gelebilecek saldırılara karşı cesurca savunulan topraktır.
Vatan, geçmişinde koskoca tarihin, tarihi olayların geçtiği sahne olması açısından da büyük önem taşımaktadır. Her türlü yaşanılan tarihi gerçekler vatan toprakları üzerinde gerçekleşmiştir. Ve sonra da gerçekleşecek, tarihine adını yazdıracak olaylara da gebe bırakan asil topraklardır.
***
Vatan; bireysellikten uzak, cemaat ruhunu taşıması, ortak yaşanılan anıların, duyguların ve kültürün oluşturduğu bir arena olmasının yanında, ortak ihtiyaçlara cevap niteliği de taşır. Vatan toprakları, millet yaşamında çok önem arz eder. Ve bundan ötürü ecdadımız, vatan için canları pahasına, ölümün bir yok oluş olmadığını bildikleri için düşmanlara karşı pervasızca savunmuşlardır. Peki neden bu konu varlık ya da yokluk meselesi haline getirilmiş? Ölümü bile bile kabullenerek düşmana karşı iten sebep, salt vatan ve ulus sevgisi değildir. Kulun Yaratanına olan bir borcudur da. İslami hassasiyeti olmayanların anlamayacağı bir konudur. Çünkü zihin kapasiteleri ölümden sonraki hayatı, fazla ciddiye almadıklarından ötürü, canını kanını verecek bir önemli değer bulamamaktadırlar. Peygamberimizin hayatı, vatan mücadelesine en iyi örnektir. Peygamberimizin izinden giden nesil de, yakın tarihimiz de ecdadımızın Çanakkale ve diğer bölgelerde verilen mücadele azmi bunu teyit etmektedir. Vatan sevgisi imandandır. İmanlı olanların mücadelesidir. Mücadeleye gidip, tekrar dönmeyi düşünmeyenlerin şanlı bir savaşıdır. Ülkeye samimiyetin, sahiplenmenin adıdır vatanseverlik. Yoksa sadece birkaç slogan atarak, çizerek yapılacak bir iş değildir. Destekçilerine hedef belirleyip, düşmana karşı karşı yönlendirip de savaş meydanında kaçıp, geri planda izlemek değildir, vatanseverlik.
***
Vatan sevgisi, belli bir azınlığın siyasi malzemesi olmamalıdır. Vatan, bir rant kapısı da olmamalıdır. Ülkede yaşayan, vatanını satan ya da satmaya meyilli olan insanların, teşbihte bir hata olmazsa pirincin içindeki taşların, bir bir ayıklanması gerekir. Ayıklanmadığı müddetçe vatan toprakları her zaman, ilerleme noktasında sekteye uğrayacaktır. Özellikle de vatansever geçinip, ülke menfaati için sahnede boy gösterenlerin ne kadar samimi olduklarına dikkat edilmelidir. İçimizde, bağrımızda hainler var oldukça ülkenin ilerlemesi de bundan nasibini alacaktır.
Ülkede yaşayan insanların birbirlerinin hak ve hukukuna saygıları, elbette vatan mücadelesini daha da güçlü kılar. Her ferdin, doğal olarak sahip olduğu haklar vardır. Özgürlük de bu haklardan bir tanesidir. Ama fert bu hakkını kullanırken, ülkede yaşayan diğer fertleri düşünmek zorundadır. Özgürlük sınırının, başka fertlerin haklarının başladığı yere kadar olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Eğer içimizde biraz adalet duygusu varsa, başka fertleri kesinlikle rahatsız edemeyiz. Başkalarının özgürlük alanlarını daraltmak ya da yok etmek adalet duygumuzla çelişir.
***
İmanın bir göstergesi olan vatan sevgisi, ülkede yaşayan -ümmet bilincini kenara itmeden, ırkçılık yapmadan, insanları ötekileştirmeden- diğer insanları sevmeye çalışırsak, bu sevgi sayesinde birlik ve beraberlik ruhuyla hareket edip, vatan sevgimizin de buna paralel artığını görürüz. Birlik ve beraberlik gerçekleşmediği yerlerde vatan sevgisinden bahsetmek abes olur. Hiçbir ayrım gayrım yapmadan bütün insanları aynı gözle -Yaratan’dan ötürü-sevmek esastır. Ülke menfaatine bu işi gerçekleştirecek biz insanlar, akıl, bilinç ve irade sahibi olduğumuzu unutmadan, yaratılanlar arasındaki özel olduğumuzu hatırlayarak yapmalıyız.
***
Doğduğumuz günde bile ölüm fermanıyla dünyaya gözlerini açan biz insanlar, ölümde kurtuluşun olmadığını, yakın ya da uzak bir zaman sonra yakamıza yapışacak olan bir gerçekle yüz yüzeyiz. Ölümün bir yok oluş değil, tam tersi bir kurtuluş olduğu bilinciyle hareket etmek, yaratılış fıtratımıza uygundur. Hemen hemen her gün camii minarelerinde duyduğumuz salalar, kılınan cenaze namazlarına şahit oluyoruz. O yüzden ölüm inkâr edilecek, kaçılacak bir durum değildir. Aslında gözümüzde de büyütülecek bir olay da değildir. Ama bu kadar gerçekliğe, kabul etmemize rağmen, sanki bizim adresimize hiç uğramayacak gibi hal ve hareketlerimizle, sanki ölümü inkâr eder gibi bir yaşantımız olduğu görülür. Aslında biz, Yaratan’ımız ile ilgili bağımızı devamlı olarak zinde tutabilsek, ölüm gerçeğini hiçbir zaman gözümüzde büyütmeyeceğiz. Bu satırları yazmak kolay ama; ölen bir yakınımızı ziyarete mezarlıkların kapısından girer girmez, yüzümüzün rengi değişmekte ve göz pınarlarımız kurumaya doğru bir yol için harekete geçmektedirler. Velhasıl ölümün yüzü, soğuktur. Mezarlıklarda hiçbir canlının olmadığını bildiğimiz halde, geceyi geçirmek isteyen kaç babayiğidimiz çıkar? Hâlbuki hasta ziyaretleri kısa olması gerekirken, ne hikmetse mezarlık ziyaretimiz daha da kısa olmaktadır. Mezar ziyaretimiz, içimizde bir deprem etkisi bırakmakta ve düşünce yolculuğuna bizleri itmektedir. Yerleşim yerlerinden çok uzak mekânlara yapılan mezarlıklar, insanlara ölüm gerçeğini/acısını her zaman gösterememektedir. Belki de bayramdan bayrama ya da başka bir yakınımızın vefatı vesilesiyle içimizden gelmese de zorunlu olarak uğradığımız mekânlar haline gelmişlerdir.
***
Yaratan’ı seven kişi, O’na kavuşmak için neden korkar? Yaratan’ın rahim (Rahim: Çok merhametli, merhamet olunan demek) sıfatını bildiğimiz halde. Bu durum, hiçbir zaman zalim olmayan Yaratan’a saygısızlık değil midir? Kulluk edilmeye layık bir varlık değil midir? Tercih sizin. Ölümden korkmakla aslında biz, kendi gerçeklerimizden, eksikliklerimizden, yapmaya gücümüz olduğu halde yapmadıklarımızdan, kısacası gerçeklerden kaçtığımız için böyle davranırız. İnsanoğlunun yaratılışından bu yana hayatın anlamı/manası konusunda ölüm üzerinde yeterli ya da yetersiz bir arayışla çalışmıştır. Sınavını verenler gülerek ölüme meydan okumuşlardır. Vatanın savunması için, evlerinden çıkarken aile efradıyla helalleşerek yola koyulmuşlardır. Bir daha dönmemecesine. Titremeden, korkmadan, en tatlı canını Yaratan için feda etmeye niyetlenerek yola düştüler. Karşı cephedekilerin niceliksel fazlalığına aldırış etmeden, nitelik ekseninden hareketle Yaratan için mücadele vermişlerdir. Ölümlerinde şehit, hayatta kalmalarında gazi olacaklarına can-ı gönülden bir bağla, hiçbir zararın olmadığı bir işe koyuldular. İster şehit, ister gazi… Gösterişten uzak, takva çatısı altında niyetlenerek en kârlı iş çıkarırlar. Aynı zamanda öldüklerinde/ şehit düştüklerinde arkalarındaki bıraktıkları nesle bir ders verirler.
Bütün bu kadar gerçeklere rağmen ölüm problemi biz insanlar tarafından halen çözülmüş değildir. Problem çözülemediği gibi korkulacak bir olay olarak önümüzde durmaktadır.
İçinde yaşadığımız dünyada, her gün birilerinin öldüğü, birilerinin doğduğu haberlerini alırız. Dünyamız adeta vardiyalı çalışan bir fabrika gibidir. Bir tarafta yolcuları ağırlayıp, diğer taraftan ise yolcuları/misafirleri asıl ebedi âleme uğurlamaktadır. Yaşamın sırlı akışı, kuşakların birbirini izlemesi, evrenin düzeni yine de bizi düşündürmektedir. Yaratan’ımızın koyduğu kaidelere uymaya çalışanlar, ölüm gerçeğinden ya da kendisine gelen acı haber karşısında mümkün mertebe daha metanetli olduklarını görmekteyiz.
Ölüm gerçeğimiz olsa da, asıl önemli olan ümidimizi kesmemek, yaşadığımız güçlükleri yenmeye çalışmak, insanlığa kapasitemiz ölçüsünce faydalı eserler bırakmak olmalıdır. Aksi halde ‘zaten öleceğiz’ diye karamsarca düşünen insanlar, ölümden de korktukları için yaşamak, erdemden ve insanın ulvi niteliklerinden yoksun olarak hayatını idame ettirmeye çalışanlar, sadece yiyip içmek gibi basit ihtiyaçlarını gidermenin ötesine gidemeyeceklerdir.
***
Madem öleceğiz, belirlenmiş bir saatte, Azrail’in bize sürpriz yaparak, bizden önceden randevu almadan gelecek, niçin iyiye, güzele,doğruya, adil olmaya,.. yönelmeyelim? Niçin bir noktada güçsüz ve eksik, aciz olduğumuzu kabul edip Yaratan’a dönmeyelim? Niçin yaşantımızla ölüm gerçeğini inkâr edelim? Yaratan’dan gelip yine Yaratan’a gideceğimiz kesinleşmişken, niçin gideceğimiz yere gözümüzü kapatalım? Bu gidişimiz nereye?...
Yaratan’ı gereği gibi içten seversek, bu sevginin bizi hem bu geçici dünyada hem de ahrette mesut edeceğini bilmeliyiz.
Sizce bu kadar gerçeğe rağmen ölümü göze alarak vatan savunması için, Şehit olmaya aday insanların kalplerinde yer alan VATAN SEVGİSİ İMANDAN MIDIR? sorusunun yanıtını siz verin.
***
Unutmayalım ki ölüm, çeki düzen veriyor içimizdeki kalabalığa…
‘Nasihatçı olarak ölüm yeter.’ (Hz.Ömer)
Şehit olmak dileğiyle….Ves selam…