YARATILIŞ SEBEBİ OLAN ‘KULLUK’
‘Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah’ın sözleri (yazmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir.’ (Lokman Suresi -7)
İnsanı mükemmel bir şekilde yoktan var eden Yaratan, onu akıl, idrak ve iz’an gibi müstesna meziyetlerle donatmıştır. Bu meziyetlerin doğal ve mantıki neticesi mesuliyettir. Varlıklar içinde eşsiz bir mevkie haiz olan insanoğlunun en büyük mesuliyeti, Yaratan’ına karşı ‘kulluk’ vazifelerini layığı ile ifa edebilmesidir. Ama her insan, hayattayken yanılabilir. Yanılanların en hayırlısı, hatasından dönen kimselerdir.
‘Kulluk’ vazifesini hakkıyla eda eden, toplumun önde giden insanları; denizde bir fenerdir, gökyüzünde bir yıldızdır, yol almak isteyenlere birer meşaledir.
Yaratan ile yaratılan arasında bir bağ vardır. Bu bağın amacı, insanın olabildikçe fâni âlemde ve alabildiğine ebedi hayatta mutlu olmasıdır. İnsan ise hedefinde dikkat etmesi gereken hassas noktası; gerek zihnin onayı, gerekse gönlün yönelişi hedefe/Yaratan’a ulaştıracak şekilde olmalıdır. İnsan ise bu durumda Yaratan’a ulaştıran yol(lar)dan hiçbir surette sapmamaya özen göstermelidir.
***
İnsan, hayattayken bazen yenik düştüğü, boynunu büktüğü, aciz kaldığı durumlar olabilir. Bu anlardan bir tanesi, hastalığa yakalandığı zamanlardır. Bu zamanlar da hastalıkla mücadele ve tedavi gerektiren durumlar ne kadar tıp ilminin konusu olsa da, tıbbın yetersiz kaldığı durumlarda kimi insanlar, sığınılacak bir liman arayışıyla, inancın olumlu etkisine sığınır ve ondan manen ve ruhen güç almaya çalışırlar. Bunun için tedavi amaçlı dini metinler, dualar okurlar. Asıl önemli olan, şifa kaynağına/Yaratan’ına yönelmeleridir.
Şifa kaynaklı dini metin/Kur’an-ı Kerim’i okumak ve dinlemek, tarih boyunca bütün İslam toplumlarının büyük hassasiyet gösterdikleri bir ibadet olmuştur. Hele hele o dini metni okuma ve mushafa dokunurken dahi abdestli olma şartının konulması bile bizim toplumumuzun bunu bir ibadet saymasının bir tezahürüdür.
Dini metinlere/Kur’an-ı Kerim’e, dokunurken dahi abdestli olma şartını koyup ve bunu ibadet aşkıyla yapan bir kısım insanlar, hayır ve şerle yoğrulmuş fıtratlarını unutarak, bulundukları dünyalık makamlarının yüksekliğine de aldanarak, çöküşün tohumlarının aslında yükselişte gizli olduğu gerçeğini unutmaktadırlar. Aslında her insan, özellikle de makam sahibi insanlar, şerre karşı devamlı tetikte olmaları gerekir. Yükselişin en üst düzeyine ulaşılmış olsa bile, şerle mücadele etmek çok zordur. İnsan, ancak şerle mücadeleyi belli bir ahlaki yaşantı ile aşması mümkün olabilir.
***
Yaratan açısından din ve ahlak özdeştir. Ancak Yaratan ahlak ilkelerini iyi/hayır ve kötü/şer olarak belirledikten sonra, insanı da bunları ruhunda, benliğinde sezebilecek bir özellikte yaratmıştır. Bu yüzden bu ilkeleri çiğneyince, insanın içi sızlar ve onlara uymak için biraz kolaylaşır. Ahlaki bir ilkeyi hissedebilir, ama aklımızdan çıkaramayız. Akıl vicdanımızın sızlaması ile o şeyin kötü olduğuna ve içimizde oluşan memnuniyet duygusu sayesinde iyi olduğuna karar verebilir.
***
İnsanların yaşamlarında tek değişme aracı nefislerdir, insanların bizzat kendileridir. Geçmişte meydana gelen büyük inkılâplar ve dünyada uzun süre kalıcı etki bırakan hamleler ancak fikri psikolojik devrimle gerçekleşmiştir. Önce sosyal değişmeye, sonra psikolojik evrime yöneltilir. Her zaman ve her yerde insan nefsi, hamlenin ve kalkınmanın temelidir. Bütün bunlar ancak bir davette, Yaratan’ı bilmeye, tanımaya, insanlığı yükseltmeye, kardeşliği takdir etmeye ve insanlar arasında eşitliğe dayanan İslâm daveti ile gerçekleşebilir.
***