***
Her birey, tek başına bir âlemdir. O kadar insan, o kadar âleme eşittir. İki insanın birbiriyle karşılaşması, aslında iki âlemin birbiriyle karşılaşmasına benzetebiliriz.
Âlemi Yaratan, yarattığının önüne bütün nimetini gözler önüne sermiş. Ama bu nimetler karşısında kör/nankör olmak çok kolay. Hâlbuki İslam dini, insanı insanca yorumlayan, tek düşünce sistemidir. Bu sistemin üzerine çıkan her türlü hareket(ler), insanlığa mutluluk yerine felaket, huzur yerine bedbahtlık getirir. Bu konuda İslam, iddialıdır. Kulların kullara kul olduğu ve gerçek Yaratana kulluğun olmadığı bir toplumda, bireyin normal olarak gelişmesi/ilerlemesi beklenemez.
Asıl mesele dünya ile âhiret arasında bir köprü bulabilmek. Ve köprüde yol alabilmek. İslam, köprü vazifesi görerek, insanın teori ile pratik hayatı, ferdi ve toplumsal hayatı arasında bir boşluk bırakmaz. Aralarında kesinlikle bir uçurum bulamazsınız. İslam, bireysel ve umumi haklar için, pratik ve dini hayat için ayrı ayrı yasalar koymaz. Ve hepsini bir bütün olarak görür. Bunlar etle kemik gibi birbirinden ayrılmazlar.
Âlemi Yaratan, yarattığının önüne bütün nimetini gözler önüne sermiş. Ama bu nimetler karşısında kör/nankör olmak çok kolay. Hâlbuki İslam dini, insanı insanca yorumlayan, tek düşünce sistemidir. Bu sistemin üzerine çıkan her türlü hareket(ler), insanlığa mutluluk yerine felaket, huzur yerine bedbahtlık getirir. Bu konuda İslam, iddialıdır. Kulların kullara kul olduğu ve gerçek Yaratana kulluğun olmadığı bir toplumda, bireyin normal olarak gelişmesi/ilerlemesi beklenemez.
Asıl mesele dünya ile âhiret arasında bir köprü bulabilmek. Ve köprüde yol alabilmek. İslam, köprü vazifesi görerek, insanın teori ile pratik hayatı, ferdi ve toplumsal hayatı arasında bir boşluk bırakmaz. Aralarında kesinlikle bir uçurum bulamazsınız. İslam, bireysel ve umumi haklar için, pratik ve dini hayat için ayrı ayrı yasalar koymaz. Ve hepsini bir bütün olarak görür. Bunlar etle kemik gibi birbirinden ayrılmazlar.
***
Bizi Yaratana bağlayan tek bağ, rûhtur. Yaratanın bize gönderdiği Kur’ân ise, kişinin duygu tellerine basar. Basar ki, insanoğlu doğrudan doğruya fıtratında inanç gerçeğine yönelsin. Ve başıboş yaratılmayan insanı bir takım kaidelerle düzene sokmak için, bazı kontrol mekanizmalarını yerleştirir. Yaratanın varlığını idrak konusunda evrenin anlaşılmaz dilini gören insan, evrenin yapısı karşısında bir acizlik hisseder.
Bütün varlıklar içinde apayrı ve eşsiz bir yeri olan insan, hiçbir şeyin ona benzemediğini, eşsiz bir şekilde yaratıldığını görür. Ve hiçbir canlıda kendi özelliklerinin olmadığını fark eder. Şuurlu ve iradeli olduğunu, gayesini ve hedefini kendisinin tayin ettiğini ve yaptığı/ yapacağı hareketler karşısında tamamen serbest olduğunu bilir ve içinde yaşadığı evreni araştırır.
***
İnsan, araştırdıkça evrenin çekiciliği, süsü karşısında çarpılır. Çünkü insanın doğasında güzel olana/güzelliklere vurulma vardır. Ve güzellikler karşısında heyecana kapılır ve eserin sahibini anlamaya çalışır. Her zaman bu evrenin bir Yaratanı olması gerektiğini, kendi halinde hiçbir şeyin olamayacağının gerektiğini kuvvetli bir duygu halinde duyar.
İnsan ne kadar zorda olsa, zorlukların göbeğinde, -ki Eınsteın, ‘Zorlukların göbeğinde fırsatlar yatar.’der.- bir avuç toprakla bir ilahi soluktan ibaret olan insan, fıtratının derinliklerinde din duygusu olduğunu bilir. Ve bunu bütün hücrelerinde hisseder. Sonsuzluk özlemi konusunda acizliğini ve henüz meydana gelmemiş olan gelecekle ilgili gaybi bilgilere sahip olamayan bir insan olarak kolayı değil, zoru/zorluğu tercih eden bir insandır. Sağlam olmak için rüzgârın önünde duran, acı olan gerçeklerden kaçmayıp, gerçeklere doğru hareket eden bir varlıktır.
***
*En büyük şeyler, büyük düşünceler, keşifler, icatlar, genellikle güçlükle geliştirilmiş, çoğu zaman acı içinde düşünülüp tartışılmış ve nihayet zorlukla gerçekleştirilmiştir. (Samuel Smıles)