Değerli dostlar, 27 Mayıs 1960 tarihi maalesef ülkemizin kayıtlarına kara bir leke olarak geçmiştir. Halkın oyu ile iktidara gelen bir hükümet, tamamen batı güdümlü ve ruhunu şeytana satmış odaklarca ve zorbalıkla yerinden edilmiş ve ülkeye çok ağır bedeller ödetilmiştir.
Bugün, o melaneti işleyenler; tıpkı 12 Eylül ve 15 Temmuz darbecileri gibi, lanetle anılmakta ve halkın vicdanında mahkûm edilmiş bulunmaktadırlar.
Çok garip ve hazindir ki hala o darbeyi savunanlar var. Bu anlamda sosyal medyada dolaşan bir haber beni oldukça üzdü. 27 Mayıs mel’un darbesini öven bir derneğin paylaşımı idi bu. İnanmak istemedim. Kaynağından baktım, doğru imiş.
Uzun uzun darbeyi, hatta darbeleri öven, satır aralarında şu anki meşru hükümeti tehdit eden bir yazı. Bir paragrafı şöyle: “Türk Silahlı Kuvvetleri, bundan yarım yüz yıl önce, Anayasa ve hukuk dışına çıkmış bir siyasal iktidara karşı direnme hakkını kullanmış ve ülke yönetimine el koymuştu. Ordunun arkasında milletin desteği vardı. Siyasal iktidarın baskısına ve faşist bir diktatörlüğe gidişine karşı verilen bu mücadelede üniversite, gençlik, aydınlar, basın, muhalefet partileri “orduyla el ele” idi.” denilmektedir.
Devamını ve kaynağını merak edenler için buyurun linki: http://add.org.tr/devrim-anayasasi/
Düşünsenize onların deyimiyle hem “faşist ve diktatör” hem de bir gecede yerlerinden edilip akabinde asılıyorlar. Bu ne yaman çelişki ADD?
Kendilerine Atatürkçü Düşünce Derneği diyen bu yapının Atatürk ile bir alakası olduğu sanmıyorum. Sadece adını kalkan olarak kullanıp bir tür duygu sömürüsü yapıyorlar. Nitekim siyasete girmek isteyen askerlere üniformayı çıkarma veya siyasete bulaşmama konusunda oldukça hassas olan Atatürk’e hakaret sayılır aslında bu açıklamaları…
Milletin ordusunu millete silah doğrultmaya teşvik eden bu yapı hakkında “darbeye teşebbüs ve teşvik ile meşru hükümeti ortadan kaldırmaya yönelik” açıklamalarından dolayı, savcılıklara suç duyurunda bulunuyorum.
Çünkü bu açıklamalar açıkça bugünkü hükümete tehditler içermektedir.
***
Gelelim rahmetli Menderes ile ilgili acı hatıraya…
Avrupa ve içerdeki işbirlikçilerinin en büyük korkuları “Müslüman Türk Milleti” olduğundan, savaş meydanlarında baş eğdiremedikleri bu necip milletin ayrılmaz parçası olan “Müslüman” kavramından soyutlamaya büyük özen göstermektedirler.
Bu sebeple Osmanlı Devleti imajını sevmez ve yok etmeye çalışır. Onu sahiplenmeye çalışan her kim olursa olsun “haddini bildirir.” onlar tarafından.
Lafı uzatmaya gerek yok, nemli gözler ve hüzünlü bir yürekle okuduğum bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak istedim:
Avrupa uşakları tarafından asılan başbakan Menderes’in önemli suçlarından biri de bakın neymiş;
Merhum, 1952 yılında NATO toplantısı için Fransa’ya gider. Bir ara Paris büyükelçisini yanına çağırarak:
– Osmanoğulları ailesinin Paris’te yaşıyor olması gerek. Bunlar ne yer, ne içer, ne ile geçinir? diye sorar.
Büyükelçinin hanedan hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını gören Menderes, büyük bir hayıflanma içerisinde;
– “Sana 24 saat mühlet! Ya Osmanlı ailesinin adresi ile ya da istifanla gelirsin” der. Bir müddet sonra büyükelçi adresle gelir. Hanedanın ziyaretine giden Menderes, gördükleri karşısında çılgına döner.
Devlet-i Aliye’nin ulu Hakanı Sultan Abdülhamid Han’ın 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları, Paris yakınlarında bir bulaşıkhanede Fransızların bulaşıklarını yıkamaktadırlar.
Menderes gözyaşlarını tutamaz. Şefika Sultan’ın ellerine sarılır ve der ki:
– Anne ne olur affet bizi, geç geldik. Ayşe sultan sürgünden otuz yıl sonra gördüğü bu vatan evladına “Sen kimsin?” diye sorar. Menderes de:
– Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıyım, der.
“Ben başbakanım” sözünü duyan koca sultan sevinçten öyle bir çığlık atar ki
kalbi duracak gibi olur, bayılır.
Menderes Türkiye’ye döner dönmez doğruca Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a çıkar.
“Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm. Onların Türkiye’ye dönmeleri için
af kanunu çıkaracağım” der. Celal Bayar da:
– Adnan Bey sus! Sakın bu konuyu bir daha başka yerde açma, malum gazeteler
tahrikiyle silahlı kuvvetlerin içindeki cunta Türkiye’de ihtilal yapar, der.
Menderes cebinden çıkardığı bir mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı
çıkar. Mektupta şunlar yazılıdır: “Analarının ve babalarının
Fransa da hizmetçilik yaptığı bir ülkenin başbakanı olmaktan utanç duyuyorum,
istifamın kabulünü arz ederim. Adnan Menderes.”
Menderes’in istifadan vazgeçmesi için epeyce uğraşılır ve hanedan hanımlarının
yurda dönmelerine izin verilmesi şartıyla Menderes istifadan vazgeçer.
İstanbul’a dönenler arasında Sultan II. Abdülhamid’in hanımı ve kızı da vardır.
Bir sabah erken saatte Teşvikiye’deki evlerinin kapısı çalınır. Kapıyı
Abdülhamid’in kızı Ayşe Sultan açar. Gelen kişi Menderes’tir. “Şayet kabul
buyururlarsa Valide Sultan’ı görmek isterim” der. Başında tülbent elinde
tespihiyle Menderes’i karşılayan Şefika Sultan “Berhudar olasın evlâdım, hoş
geldiniz” der. Başbakan da “Teşekkür ederim Valide hazretleri; hoş
bulduk…” demesinden sonra Şefika Sultan:
– Beyefendi, niçin önceden haberimiz olmadı? Böyle, hazırlıksız ve gâfil
avlandık, der.
Menderes:
– Zararı yok efendim. Bendeniz elinizi öperek hayır duanızı almak ve bir
ihtiyacınız olup olmadığını öğrenmek için geldim, der.
Ayrılırken daha sonraları Yassıada’da onun da hesabının sorulduğu şişkince bir zarf bırakır.
İşte Menderes’in amansız suçlarından birisi budur.
Bugün ortalığı karıştıranların perde arkasını aralar umuduyla… Dostlukla kalın…