(Ramazan Günlüğü 1)
***
Hoş geldin. Hiç bu kadar beklenmemiştin. Hiç bu kadar özlenmemiştin. Hoş geldin ey mübarek iklim. Hoş geldin!
Yorgun düşüncelerimiz nefsin elinde oyuncak oldu. İmanımız delik deşik, düzenimiz tarumar… Ebediyet tevehhümü gözlerimizi kör, kulaklarımız sağır etti. Paylaşarak yaşamayı unuttuk. Çekişerek yaşamaya başladık. Mal yarışı, bizleri mal düzeyine indirdi. Zira malı olanın değerini, olmayanın faziletine tercih eder olduk.
Çocuklarımızın geleceği için çalıştık. Çalışmaktan onları unuttuk. Biz geçmişte kaldık, onlar geleceği aştı. Arada mesafeler açıldı. Uçurumlar oluştu. O uçurumlara kurbanlar verdik. Değerlerimizi, güzelliklerimizi, yardımseverliğimizi, misafirperverliğimizi…
Çelişkiler yumağına döndük. Elimiz işte gözümüz oynaşta, bir yüzümüz doğuya biri batıya döndü. Cami ile kilise, iman ile inkâr, iyi ile kötü, sahte ile gerçek arasında bocalayıp duruyoruz. Birini diğerine tercih edemiyoruz.
Geçici, ama çok geçici kalacağımız bir imtihan meydanına zamk gibi yapıştı heveslerimiz. Oturamayacağımız kadar evler, yiyemeyeceğimiz kadar gıda, giyemeyeceğimiz kadar elbiseler biriktirip duruyoruz. Saklama koşullarını geliştirip geliştirip istifliyoruz.
Evi olmayanın başına taşlar yağsın, karnı aç olanın midesi çürüsün, çıplak olanın derisi paralansın. Bize ne… Yeter ki bizim birikimimiz, güvencemiz, değer kazanan malımız olsun. Altınımız olsun.
Altınımız değer kazandıkça biz değer kaybetmeye başladık. Vicdanlarımız altın kaplama oldu. Biz marifet sandık. Altının da nihayetinde bir taş, bir meta olduğunu unuttuk. Sahi ne için icat edilmişti altın, akçe? Üretim, tüketim ve emek dengesi için değil mi? Sadece bir sembol değil miydi?
Üretimi bozduk, tüketimi bozduk, emeği eleğe çevirdik. Gıdaya fesat karıştırdık. Tahılı kısırlaştırıp altının emrine verdik. Sembolleri asıl ittihaz ettik. Altın yenmiyor hâlbuki. Taş yenmiyor. Bir insan açsa, açıktaysa bin altın kimseyi adam etmiyor…
Nesli nefse feda ettik. Şahsiyetsizlik geçer akçe oldu. En oynağımız, en psikomatımız, en ahlaksızımız, en hadsizimiz baş tacımız oldu.
Vicdanı az biraz kıpırdayanlarımız ise sembollere taptı. Ritüelleri hakikat sandık. Beş vakit namazın, fuhşiyattan ve münkerattan uzaklaştırmanın sembolü olduğunu; cumanın, müminlerin dertleşmek ve yardımlaşmasının tezahürü olduğunu; bir ay orucun, fakiri anlayıp kollamanın ritüeli olduğunu; haccın, ümmetin birliğinin ve beraberliğinin işareti olduğunu unuttuk.
Namaz kılarak, fuhşiyat ve münkeratın; kimseye selam vermeden son anda girip, ilk anda çıktığımız cuma ile kaybolmuş diğerkâmlığımızın; bir ay aç kalarak bencilliğimizin ve paylaşmaya yanaşmadığımız malımızın; Kâbe’nin etrafında salavatlarla yürüyerek, Müslüman kardeşimizi selamsız sabahsız terk edişimizin kusurunu örtebileceğimizi düşündük.
Güzel nutuklu hocalar bize anlatıp duruyor şimdi namazın nasıl kılınacağını günlerce, haftalarca. Orucu nelerin bozduğunu, cumanın farzları ile sünnetlerini… külliyatlar yazılıyor her bir ritüel için. Hiç birinin içinde haksızlığa, adaletsizliğe, zulme rıza göstermemeye, açın halinden anlamaya, paylaşmaya dair bir şey yok. Sembolik olarak bile yok.
Kaybettik. Çok büyük kaybettik.
Biz haddi aştık velhasıl…
Gel. Gel ki yüreklerimiz biraz yumuşasın. Kardeşliğimiz canlansın. Kırık döküklerimiz onarılsın. Bir umut yeşersin yeniden. Gel onar bizi…
Gel de hakikati sembollere kurban etmeyelim. Rabbimizin huzuruna eli boş çıkmayalım. Gel ki Kur’an okuyalım. O bize anlatsın iyiliğin, doğruluğun, hakikatin ne olduğunu:
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah'a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir. (Bakara 177-Diyanet Meali)”
Hoş geldin ey şehri ramazan. Hoş geldin ey umut. Hoş geldin ey Nuh’un gemisi. Zaman tufanından kaçıp sana sığınanlara ne mutlu!
***
İzzet Irmak
#ramazangünlüğü www.izzetirmak.com