***
Sanırım, yıllar önce, İskender Pala’nın, İki Darbe Arasında (İlginç Zamanlarda) isimli kitabını okurken duymuştum ilk defa:
Çinliler, birine beddua etmek için “ilginç zamanlarda yaşayasın” derlermiş. Büyük toplumsal olaylar, kargaşalar, karışıklıklar, anlaşılmaz tuhaf olaylar, insanı tedirgin eden büyük değişimlerin yaşandığı dönemler için kullanıyorlarmış bu ifadeyi.
Bu topraklar, ilginç zamanların pek de eksik olmadığı topraklar. Binlerce yıllık geçmişten günümüze, nice büyük olaylar yaşanmış buralarda. Nice büyük yıkımlar, acılar, zaferler, sevinçler…
Yakından uzağa gidecek olursak:
Bir 15 Temmuz yaşanmış daha dün. Öncesinde 28 Şubat, 12 Eylül, 27 Mayıs, Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Mahşeri, Birinci Dünya Savaşı, Moğol İstilası…
Ta milattan öncesine ait kayıtlar bile var bu topraklarda yaşanan ilginç zamanlara dair. Bundan yaklaşık altı bin yıl önce Öğretmen, Şair, Yazar Sümerli Ludingirra aynen şöyle kayıt düşmüş kil tabletlere:
“Bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık. Bu güzel ve uygar ülkemize her taraftan göz diktiler. Topraklarımıza ilkel geldiler, sayemizde uygar olmaya başladılar. Ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dinden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldızdan haberleri vardı. Hepsini bizden öğrendiler. Sonra da “biz yaptık, biz bulduk” diye övünmeye başladılar. Hep korkuyorum, bir gün gelecek adımız da, uygarlığımız da unutulacak. Biz ne yaptık, ne başardıysak hepsini onlar üstlenecekler.”
İşte bugün de o ilginç zamanlardan birini yaşıyoruz. Hem de sadece biz değil, bütün dünya.
Yerküreyi saran Covid-19 adlı bir virüs, ortalığı kasıp kavuruyor. Herkes tedirgin, herkes ne yapacağını bilemez halde. Beşeriyet, birlikte hareket etmedikçe, bu illetle başa çıkması mümkün değil.
Şimdiden dünya ekonomisine inanılmaz zararlar verdi.
Dünya hazırlıksız yakalandı. Oysa bütün devletler, gelecek tehditlere karşı, ne büyük ne etkili silahlar yapmışlardı. Ama saldırı hiç beklenmedik yerden geldi. Yazılıda çalışmadığı yerden soru gelen öğrenci gibi kalakaldı ortalıkta insanlık.
Yıllar önce bu konularda yazdığım pek çok yazıda, insanoğlunun ürettiği artı değerin yarıdan fazlasını silaha ayırdığını ve bunun sonunun felaket olacağını ifade etmiştim. Hem de defalarca. İşte şimdi ortaya çıkıyor. Neredeyse uzayda fink attığımız, teknolojik gelişmelerin altı ayda bir kendisini ikiye katladığı bir devirde, bir virüs en büyük savaşın veremediği zararı verebiliyor bize.
Çok mu geç, bilmiyorum. Ama bizim inancımıza göre kıyametin kopacağını bilsek bile, bir ağaç dikecek zamanımız varsa, dikmeliyiz.
Onun için umutsuzluğa kapılmadan derhal doğal yaşama yatırım yapmalıyız. Tüm devletlerde, silaha yapılan yatırımlar; tarıma, sağlığa, doğal dengeyi korumaya yönlendirilmeli.
Aslına bakarsanız, dünyada buna vurgu yapan sayılı ülkelerden biri idi Türkiye. Cumhurbaşkanı Erdoğan, her fırsatta sağlığın, doğanın, doğal yaşamın önemini anlatı durdu. “Dünya beşten büyüktür.” Sözü boşuna söylenmiş bir söz değildi.
Çünkü dünyayı bu hale getirenler, aslında o, kendilerini dünyadan büyük gören “beş”in ta kendisi değil miydi? Bunca savaş, yıkım, silah kimin üretimi? “Beş”in korkusundan, üretimini ve yatırımını silaha yapmadı mı diğer ülkeler?
Dünyadaki bütün savaşları kim çıkarıyor, kim yönetiyor sanıyorsunuz?
Gündeme dönecek olursak:
Dünyanın bütün ülkelerinin kendilerine göre tedbirleri var. Ama bizim ülkemiz başka hakikaten. Yıllardır hükumeti eleştirenler bile Sağlık bakanlığının ve devlet yetkililerinin çalışmalarını takdirle ifade ettiler.
Hatta kimi kendini ve haddini bilmez kişiler, zamanında yerden yere vurarak terk ettikleri bu güzel vatana dönmek için devlete adeta yalvardılar.
Vatandaşlar olarak, eğer yetkililerin uyarılarını dikkate alırsak, inşallah en kısa sürede bu belayı def etmiş olacağız.
Evet, şu anda evde kalalım. Yetkililerin çağrılarına kulak verelim. İnşallah bu felaket de geçer ama gerekli dersleri çıkaralım.
Umarım gerekli dersleri çıkarırız.
Umarım…
***
İzzet Irmak
#koronayazıları