(Kitaplarla Her Salı 13)
***
Çanakkale bir insanlık mahşeri. Dünya tarihinde eşine benzerine az rastlanır bir mücadelenin sahnelendiği coğrafya. İçeriden ihanetlerle kemirilen koca Osmanlı çınarına son darbeyi vurmak için gelen sırtlan kümesi devletlerin, heveslerinin kursaklarında kaldıkları yer.
Kim bilir daha ne olağanüstü durumlara şahitlik etmiştir, her metrekaresine en az bir şehit düşen bu mübarek topraklar.
Çanakkale, tarifi kelimelerle mümkün olmayan bir kahramanlık destanı. Bir milletin, hayat hakkına tecavüz eden yamyamlarla, amansız mücadelesinin gerçek öyküsü. Eğer elde o kadar kayıt, belge, şahit ve görüntüler olmasaydı kim inanabilirdi ki bütün bunlara…
Bu haftaki 'Her Salı’nın konusu şüphesiz Çanakkale. 18 Mart, Çanakkale Zaferinin mührünün tarihe vurulduğu gün. İnanılmaz üstün silah gücüne rağmen, kuyruğunu kıstıra kaçan düşmanın hüsrana uğradığı gün.
Demirin, iman karşısında yenilgiye uğradığı gün.
Ne var ki bunun bedeli de çok ağır olmuştur. Evet, düşmanı geldiğine pişman etmiştik, heveslerini kursaklarında bırakmıştık ama yüz binlerce insanımızı da vatan uğruna şehit vermiştik. Zaten hangi güzel şeyin bir bedeli olmaz ki!
"Milletin geleceği olan çocuklar bile cephedeydi. Toprak sanki genç körpe bedenlere doyacaktı. Şimdiye kadar sayısız beden yemişti, doymamıştı. Doymayacaktı da" (sf. 125)
Çanakkale üzerine yazılmış sayısız eser var şüphesiz. Bu hafta, size iki kitap tavsiye edeceğim. İkisi de roman. Özellikle gençlere hitap eden iki güzel roman.
Yukarıdaki alıntı, değerli dostum, büyüğüm Eğitimci Yazar Duran Çetin'in "Çanakkale Cennet Yolu" isimli eserinden.
Konyalı bir çocuk olan Yusuf'un hikâyesi etrafında dönen bir Çanakkale romanı. Babası ve amcası aynı yolda şehit olmuş Yusuf'un hikâyesi. Şehit Abdullah Çavuş oğlu, Küçük Çavuş Saka Yusuf'un hikâyesi...
"Ben Abdullah Çavuş'un oğluyum. Babam, Çanakkale'de şehit oldu. Şehit haberi köye ulaştığından beri yanıp tutuşuyorum. İşte şuramda bir yangın var" (sf. 18) diye anlatıyor kendini.
Küçük Çavuş Yusuf, aslında vatanın önemine inanan imanlı milletimizin, bilhassa gençliğin bir sembolü bu romanda.
"Vatan elden giderse; anası, kardeşi ve köyü ne olacaktı?" (sf. 52) diye hepsinin düşüncesine tercüman oluyor.
Zaman zaman gizemli taraflarına da şahit olacağınız Yusuf'un macerası eşliğinde, Çanakkale mahşerinde, bir yolculuğa çıkacağınıza inanıyorum.
Gençlere yönelik çok sayıda romana imza atan Duran Çetin 'in sürükleyici anlatımı ile sizi baş başa bırakıyorum.
***
Gelelim ikinci kitabımıza:
“Seni benden medeni yapan kendi medeniyetini bilememen mi, başka medeniyetleri benden daha iyi bilmen mi Gökhan? Bak dünya tarihine, ancak iki medeniyet göreceksindir, bunlar biri hak medeniyetlerdir, diğeri ise batıl medeniyetlerdir. Hak batıla galip gelsin diye çarpışıyoruz…” (sf. 127)
Başından geçen inanılmaz olaylar neticesinde kendisini Çanakkale’de, 1915 yılında, insanlık mahşerinde bulan Gökhan’a, ona yoldaşlık eden Cebrail isimli nefer tarafından söylenen bu sözler ve bu kitapta geçen nice önemli vurgular bir anlamda okuyucuyu sarsıp kendine getirmeye çalışıyor.
“Son Nefeste Doğmak” isimli bu kurgusal ama tarihi gerçeklik ışığında yazılmış roman “Çılgın değil, imanlı bir milletin gerçek kahramanlık hikâyesi” sloganı ile okuyucunun karşısına çıkıyor.
Kitabı okuduktan sonra, benim vardığı kanı ise, “Hem İmanlı Hem De Çılgın Bir Milletin Hikâyesi” şeklinde sloganlaştırılabilir.
Çanakkale’de üstün gücüne rağmen boğazı geçemeyen şer ittifakı, Osmanlı Medeniyetini bu şekilde, yani silah zoruyla yıkamayacağını anlamıştır. Her ne olursa olursun vatanını namus, namusunu vatan bilen bu milleti, zorbalıkla alt edemeyeceğini iyice idrak etmiştir. Çanakkale’yi gemilerle, silahlarla, dünyanın dört bir tarafından topladığı sömürge askerlerle ve haçlı çapulcuları ile geçemeyeceğini kodlamıştır beynine.
Bunu analiz eden düşman, elbette ki boş durmamış, bu sefer de farklı yollarla yani şeytanın sağdan yaklaşması ile amacına ulaşmaya çalışmıştır. Bunlar öyle hemen birkaç yılda değil, en az yüz yıllık bir süreçte tezahür etmiştir. Çanakkale boğazını geçemeyenler ağzımızdan girip burnumuzdan çıkarak, boğazımızdan geçmiş ve hayal bile edemeyecekleri kadar büyük sonuçlara ulaşmışlardır.
İşte bu romanda bu durumlara ironik gelgitlerle değinilmiş ve tarihin bize gizlenen perde arkası olaylarına hafif dokunuşlar yapılmıştır. Yani bir anlamda yazar, bizleri bugünkü halimizden alıp Çanakkale’de canlarını verme pahasına mücadele ederek, bu toprakların bize vatan kılınmasını sağlayan dedelerimiz ile yüzleştirmiştir.
Neleri kazanıp neleri kaybettiğimizi ve tarih muhasebemizi ise Gökhan ve arkadaşlarının İngiliz askerlerine esir düşmesi sonucu İngiliz subayı ile yaşadıkları diyaloglardan rahatlıkla anlayabiliyoruz. Evet, burada yazar kendi görüşlerini yansıtıyor belki ama son yüz elli yılımızı az çok bilen her kişinin rahatlıkla kavrayabileceği gerçeklikleri ifade ediyor aynı zamanda.
Kitabın en önemli vurgusu da şudur kanaatimce, İngiliz oyunlarıyla sersemletilmiş ve kimliğinden arındırılmış Gökhan, yaşadıkları sonucunda adeta küllerinden yeniden doğmuştur. Gökhan, aslında bu milleti temsil ediyor. Her ne kadar yok edilmeye çalışılmış ve görüntüde önemli bir ilerleme kaydedilmişse de aslında küllerin altındaki (k)öz hiç ölmemiştir. İşte o (k)öz, 15 Temmuz’da küllerini savurmuş ve diriliş harekâtını başlatmıştır.
Bu kitabın yazarı Mustafa Sefa Güvenir ile birkaç yıl önce, ağustos ayında, bir program vesilesi ile tanıştım. Vatanını milletini seven bir kişi. Bir yandan sivil toplum kuruluşlarında birçok konuda gönüllü çalışmalar yaparken; öte yandan kendisini geliştirmeye, hayatı anlamaya ve anlatmaya devam ediyor. Satış, inovasyon, motivasyon seminerleri ve şirketlere danışmanlık gibi çok sayıda alanda uğraş veriyor. Yazar, editör, oyuncu ve aynı zamanda tv yapımcısıdır.
Kitabın arka kapağında yazan önemli hikâyecik ile yazımı bitirirken; sizleri bu kitabı temin etmeye ve okumaya davet ediyorum.
“Haykırsam seni şiirlere, hece kahrolur gücüne gider Hangi mısra senin bakışını tasvir etmeye muteber? Sen ki amber kokulu dilber, bense bi-çare beşer, kokun yoksa şuursuz yüreğimde, ilaçtır bana makber.
Tarihi dedelerimiz kanları ile yazdılar, onlar ise okutmamak için ellerinden geleni yaptılar, unutturdular ve anımsamamızı istedikleri tarihi kendi elleri ile yazdılar. Üstelik de yazarlarken, doğruların içerisine yalanları katarak, oysa en tehlikeli yalan, doğruların arasına gizlenmiş olan değil midir?
Çocuklarımız sadece bir asır önce yaşanan kahramanlıkları unutuyor, unutturuluyorlar. Bir asır önce yapılan savaşları hakkıyla okuyamayan bu nesil, sadece iki asır önce kurulmuş ülkelerin süper kahramanları ile büyütülüyorlar. İman dolu milli değerlere sahip bir nesle, belki de tarihinde görülmemiş bir şekilde ihtiyaç olacaktır yakın gelecekte, bunun için artık harekete geçmenin zamanı geldi de geçiyor.
Kendinize şu soruyu sorun; “Millet olarak tekrar Çanakkale yaşasaydık, yeni bir destan daha yazar mıydık?” -Yazar/Editör Mustafa Sefa Güvenir 2017-(Tanıtım Bülteninden)”
***
Haftaya yeni bir kitabın dünyasında buluşmak üzere. Selam ve möuhabbetle…
İzzet Irmak
#kitaplarlahersalı www.izzetirmak.com