“Bir abla taşrada yaşayan kız kardeşini ziyarete geldi. Abla bir tüccarla evliydi ve şehirde yaşıyordu. Kardeş ise köyde yaşıyordu ve bir köylü ile evliydi.”
(Yazar notu: Ablanın şehirde ne kadar rahat yaşadıklarını anlatıp, kız kardeşini küçümsemesi üzerine…)
Küçük kız kardeş: “Ne fark eder ki?” diye cevap verdi. “İşimiz kaba ve bayağı bir iş olabilir ama güvenilir bir iş. Hiç kimseye boyun eğmiyoruz. Ama şehirde sizin etrafınız insanı günaha teşvik edici şeylerle çevrilmiş.
Bugün her şey yolunda olabilir, ama yarın şeytanın kocanı kumarla, kadınla, şarapla baştan çıkarmayacağı ne malum? O zaman her şey mahvolur. Böyle şeyler görülmemiş mi sanki?”
(Yazar notu: Bu konuşmaları duyan…)
Evin reisi Pahom, fırının üzerine uzanmış kadınların konuşmalarını dinliyordu. “Gerçekten de öyle” diye düşündü.
“Biz köylüler çocukluğumuzdan ölümümüze kadar toprakla uğraştığımız için aklımıza böyle sersemce şeyler gelmez. Bizim tek sıkıntımız, yeterli toprağımızın olmayışıdır. Eğer istediğim kadar toprağım olsaydı, şeytandan bile korkmazdım.”
***
Yukarıdaki satırlar, dünyaca ünlü Rus yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy’un “İnsana Ne Kadar Toprak Lazım” isimli hikâyesinin giriş bölümünden…
Hikâyede, Çiftçi Pahom’un başına gelenler, insan yaşamına dair ilginç benzeşim ve imgelerle anlatılıyor.
Pahom, sürekli daha fazla kazanmaya ve zengin olmaya çalışan bir çiftçidir. Kendi köyünde başlayan toprak sahibi olma macerası, işinin rast gitmesi ile onu çok farklı yerlere sürükler. Bir yandan toprakları ve zenginliği artarken; öte yandan yeni arayışları ve hırsı da bitmek tükenmek bilmez.
Bir gün, bir tüccar kendisine Başkır’ların bölgesinde bin rubleye beş bin hektarlık arazi aldığını söyleyince; hırsı tavan yapar ve aklı başından gider.
Daha verimli ve daha geniş arazilere sahip olmak için “Başkır”ların yaşadığı topraklara gider. Onlara misafir olur ve gerçekten de uçsuz bucaksız toprakları olduğunu, bu toprakların hiç işlenmemiş olduğunu, türlü türlü otlarını, son derece verimli olduğunu bizzat görür.
Yazar burada, Başkır’ların yaşamından da bir küçük dokunuş ile bahseder ve Pahom gibilerin aksine, sadece yeme içmeye önem verdiklerini, çadırlarda yaşadıklarını ve şen insanlar olduklarını vurgular.
Başkır’ların reisi, Pahom'a, istediği kadar toprak satabileceğini söyler. Fiyat ise günlük bin rubledir. Pahom “günlük” denilen ölçüyü anlamaz ve sorar.
Anlamı şudur günlük ölçü biriminin: Pahom, bir noktadan almak istediği toprağı küçük çukurlar kazarak işaretleyecektir. Bir gün boyunca etrafında döndüğü arazi kendisinin olacaktır. Ancak akşama kadar istediği genişlikte araziyi kazarak başladığı noktaya gelmek zorundadır. Ölçüm, sabah güneşin doğuşuyla başlayacak ve batışıyla da bitecektir.
Bu fikir Pahom’u mest eder. Bir gün ne demek, isterse otuz mil çevreleyebileceğini düşünür.
Pahom güneşin doğuşuyla hoşuna giden merayı büyük bir hızla işaretlemeye başlar. Yolun yarısı geçmiştir ki güzel bir mera daha görür. “Burayı da arazimin içine katarsam iyi olur, verimli bir alan” der. Böylece arazi alanını daha da genişletip durur. Çok geniş araziler çevirmiş olmasına rağmen, biraz daha, biraz daha almak ister.
Güneşin batmasına az kalmıştır. Ayakları yara, kendisi kan ter içindedir, çok yorulmuştur ama ne olursa olsun başladığı yere güneş batmadan yetişmelidir. Hırs gözünü bürümüştür. Hızını arttırır, var gücüyle koşar. Alkışlar içinde güneş batmadan başladığı yere yetişir.
O yorgunlukla yığılır kalır. Koşup gelen uşağı seslenir ama cevap alamaz. Ağzından kan gelmiş ve ölmüştür Pahom. Yarışın başladığı ve bittiği noktaya, hemen olduğu yere gömülür uşağı tarafından. Ve burada ibret verici o son sözü söyler bize Tolstoy: “Başından topuğuna kadar yüz seksen santim uzunluğundaki bir toprak parçası Pahom’a yetip artmıştı bile”
***
Gözünü toprak doyursun, derdi eskiler. O gün için toprak; bugün için yanında evler, villalar, köşkler, banka hesapları, lüks arabalar… Say say bitmez.
Her gün yanı başımızda birileri ölüyor. Bir metrekaresi için her türlü melaneti işlediğimiz toprağın altına kendi ellerimizle gömüyoruz. Ama ibret almıyoruz. Bütün ömrümüzü hırslarımıza kurban ediyoruz.
Çiftçi Pahom’un çok geniş ve verimli arazilere sahip olmak için verdiği bir günlük mücadele, aslında insan ömrünün de sembolik bir benzeşimidir.
Bu hikâye, kapitalizmin köleleri olan bizleri, hızlı hayat koşuşturmacası içerisinde, farklı bir iklimin serin ve dingin rüzgârları ile buluşturuyor.
Tam burada durup düşünme ihtiyacı hissediyor: Yaşamın gerecek amacı nedir? Yaşam sürecinde ihtiyaç duyulan araçlar nelerdir? Araçlar amaç olduğunda ne tür dengesizlikler ortaya çıkabilir?
Gerçek yaşam amacımızı ve hayatın güzelliklerini, hırslarımıza kurban etmemiz durumunda neleri kaybederiz?
Sahi, bu dünyanın kaynakları bütün insanlara yetmez mi? Adil bir paylaşım ve kardeşçe bir yaşam, çok mu hayalî bir yaklaşım olur, insanoğlu için?
Oturamayacağımız kadar evler, yiyemeyeceğimiz kadar gıda stokları, giyemeyeceğimiz kadar giysiler, birikim, birikim, birikim…
Bu birikim/güç/varlık hırsı uğruna, adeta cennetin bir sureti olarak türlü nimetlerle donatılmış dünyamızı cehenneme çeviriyoruz.
Hemcinslerimiz olan insan kardeşlerimizin önemli bir kısmını açlıktan ölüme terk ediyoruz. Hem de depolarımız, onların yüz katını bile doyuracak kadar doluyken… Bir kısmını da korkularımızın eseri olan silahlarımızla bizzat kendimiz öldürüyoruz.
Neden?
Neden?
Neden?
İnsana ne kadar toprak lazım ki? Ne kadar ev, ne kadar, araba, ne kadar para?
Ha, ne kadar?
***
Bilgi notu:
Lev Nikolayeviç Tolstoy
1828'de Rusya'da doğdu. Toprak sahibi soylu bir ailenin oğluydu. Anne ve babası çocuk yaşta ölünce akrabaları tarafından yetiştirildi. Özel öğretmenlerden dersler aldı. Kazan Üniversitesi'ne girdiyse de resmî eğitime duyduğu tepkiyle 1847'de Yasnaya Polyana'ya dönerek topraklarını yönetmeye başladı. Moskova ve Petersburg'un hareketli yaşamına kırsal yaşamı yeğledi. 1855–63 yıllarında yazdığı Polikuşka adlı öykülerinde, ahlâkî sorunlara ağırlık verdi, maddeci toplumun doğal insan üzerindeki etkilerinden söz etti. Karşı olduğu Çarlık yönetimi tarafından sevilmedi. 1850'lerden sonra köylülerin eğitimsizliğini sorun görerek Polyana'da köylü çocuklar için açtığı okulda farklı öğretim yöntemlerini başarıyla uyguladı. Ahlâkçı düşünür Tolstoy ailesinin rahat yaşamıyla inancının gerektirdiği basit yaşam arasındaki çelişkiye daha fazla katlanamayarak 1910 yılında doktoru ve küçük kızı Alexandra'yla birlikte bir gece evi gizlice terk etti; birkaç gün sonra da ıssız bir tren istasyonunda zatürreeden öldü.