Son zamanlarda aklımı en çok meşgul eden konulardan biri de Müslüman devletlerin/toplumların neden iki yüz yıldan fazladır diğer dünya toplumlarına göre bu kadar geri ve sıkıntılı durumda oldukları idi.
Bilhassa Nur suresi elli beşinci ayeti, Ramazan ayından beri aklımda dönüp duruyor:
“Allah, içinizden iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapan kimselere vaad etti ki, kendilerinden öncekilere verdiği gibi onlara da yeryüzünde iktidar verecek, onlar için hoşnutluğuna vesile kıldığı dinlerinin yerleşip yayılmasını sağlayacak, şu andaki korkularını güvenliğe çevirecektir; çünkü onlar bana hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmektedirler. Bütün bunlardan sonra kim inkâra saparsa yoldan çıkmış kimseler işte bunlardır. (Diyanet)”
İlahi hüküm çok açık. Öyleyse İslam âlemi neden bu halde. Ezilmişlik, fakirlik bir yana iç savaşlar, kavgalar, ayrışmalar… En temel konularda bile bir araya gelememeler… Hâlbuki Allah’ın ipine sımsıkı sarılmamız, bölünüp parçalanmamamız da emredilmiyor muydu ezeli mesajda?
İş dönüp dolaşıp yine eğitime geliyor. Daha önce bu konularla ilgili araştırmalar yapmış ve yazılar yazmıştım. Üzerinde çalıştığım Thomas Macaulay ve “Minute on Indian Education” isimli kitabı aklıma geldi. Detaya girmiyorum. Meraklısı için linkleri ekleyeyim.
(http://izzetirmak.com/guncel/egitimde-bir-dakika.html / https://www.ajanskamu.net/makale/egitimde-bir-dakika-m1993.html )
Derken…
Değerli bir dostum olan Aliya İzzetbegoviç Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı İbrahim Günay, iki yıl önce bana bir miktar kitap vermişti. Aliya’nın kitaplarından oluşan kolide yaklaşık on beş adet “İslam Deklarasyonu” da vardı.
O zamanlar, her hafta bir kişiye kitap hediye etmek gibi, bireysel bir çalışma yapıyordum. Kendisi de bu kitapları bana dağıtmam için vermişti. Birer tane de kendime ayırmış ve hepsini okumuştum.
Özellikle İslam Deklarasyonu isimli kitabı okurken, muhtemelen birçok düşüncemi tasdik etmesinden, bazı sorularıma cevap vermesinden; en çok da bana yeni ufuklar açmasından dolayı, epey notlar almıştım. Hem okumuş hem de çok heyecanlanmıştım.
İki yıl önce bugün, konuyla ilgili paylaşımlarımı hatırlatan sosyal medya hesabım ve ardından takip ettiğim çeşitli internet sitelerinde aynı makale ile karşılaşınca bilgisayarımı kurcaladım ve notlarım ortaya çıktı.
Bu önemli kitabı ve özellikle kitapta yer alan “Müslüman mı Yoksa Tebaa mı Yetiştiriyoruz” isimli makaleyi sizlerle paylaşmak istedim. Makalenin tamamını değil de aldığım birebir bazı notları dikkatlerinize sunarak bir an önce bu kitabı okumanızı öneriyorum âcizane:
Makale: Müslüman mı Yoksa Tebaa mı Yetiştiriyoruz
Yazar: Aliya İzzetbegoviç
Kitap: İslam Deklarasyonu
“Kısa bir süre önce, iyi ve heyecanlı bir Müslüman olan yakın dostumu, Müslüman gençliğin eğitimi hususunda bir makale yazarken buldum.
(…)Dostum dinin ruhuna uygun bir eğitimde ısrar ederken, ebeveynleri, çocukları nezdinde nezaket, iyi davranma, tevazu, kendisini ön plana çıkarmama, merhamet, bağışlama, kadere boyun eğme, sabır vs. hasletlerini kazandırmaya çalışmalarını davet ediyordu.
O, çocukların sokaktan, kovboy ve kriminal filmlerinden, faydasız basından, saldırganlığı ve yarışmacılık ruhunu tahrik eden sporlardan vs. uzak tutulmaları hususunda eğiticileri özellikle ikaz ediyordu. Yine de dostumun makalesinde en sık rastlanan kelime “itaat” idi. Evde çocuk ana ve babaya, mektepte hocaya, okulda öğretmene, sokakta düzen koruyucusuna (polise), yarın ise işte müdüre, şef ve sorumluya karşı itaatkâr olmalıydı.
“İdealini” tasvir etmek maksadıyla yazar, her türlü kötülükten sakınan, sokakta dövüşmeyen, kovboy filmleri seyretmeyen (onun yerine müzik okuluna giden), futbol oynamayan (çünkü bu spor çok fazla serttir), uzun saçı olmayan, kızlarla gezmeyen (“zamanı gelince ana ve babası onu evlendirir”) bir çocuğu tasvir etmektedir. O asla bağırmaz, sesi hiçbir yerde duyulmaz, o her zaman ve her yerde teşekkür eder ve özür diler. Yazar söylemiyor ancak devam edebiliriz: Hakkını yiyorlar o susuyor. Şamar vuruyorlar o karşılık vermiyor, sadece bunun iyi bir şey olmadığını ortaya koymaya çalışıyor. Tek kelimeyle o ‘karınca bile ezmeyenler’dendir vs.
Bu makaleyi okurken, cehenneme giden yolun iyi niyetlerle döşendiğini ifade eden o sözü anladım. (…)İnsanların hatalı eğitimi… Aslında, asırlardır, birinci kaynaktan gelen İslamî fikrin anlaşılamamasının neticesi olarak biz, gençliğimizi yanlış eğitiyoruz.
(….)
Gerçek kökenini bilmediğim, fakat kesin olarak İslam’dan kaynaklanmayan itaatin bu mutsuz felsefesi mükemmel ve bahtsız bir şekilde birbirini tamamlamaktadır: Bir taraftan o, canlı olanları ölü haline getirmekte, diğer taraftan ise din adına yanlış ülküleri ön plana çıkararak, daha yaşamadan evvel ölen kimseleri İslam’ın etrafına toplamaktadır. O, normal insan mahlûklarından, suç ve günah duygularının takibatında, aynı zamanda hakikatten kaçan ve pasiflik ve tesellide sığınak arayan hayatı ıskalamış şahsiyetler için çok cazip olan, kendinden emin olmayan insanlar yaratmaktadır.
(…) Müslüman değil, tebaa… Mükemmel, sakin, tam tebaa. Neredeyse uşaklar eğitiyorduk (veya topluyorduk). Bizimle her türlü iktidara ne mutlu! Fitne, esaret ve adaletsizlik dolu bir dünyada, gençliğe sakınmasını, sakin olmasını, itaat etmesini öğütlemek aynı zamanda kendi halkının ezilmesi ve esir edilmesinde ortak olmak değil midir?
(…)Gencimize İslam’ın ne olması gerektiği değil, eskiden ne olduğu anlatılmaktadır. O, Alhambra ve geçmişteki fetihleri, Binbir Gece’nin şehrini, Semerkand ve Kurtuba’daki zengin kütüphaneleri bilir. Onun ruhunu devamlı olarak geçmişe doğru çevirmektedirler ve o, ondan yaşamaya başlar. Tabiî ki geçmiş önemlidir. Ancak bugün, eski atalarımızın yaptığı mükemmel güzellikteki tüm camileri saymaktan çok, mahallemizdeki mütevazı camimizin eskimiş çatısını tamir etmek daha önemlidir. Hatıralardan ve geçmişi arzulayarak yaşamaya sebep olacaksa eğer, bütün o muhteşem tarihi yakmak gerekecek galiba. Eğer, geçmişte yaşanamayacağını ve kendimizin bir şeyler yapmamız gerekeceğini öğrenmemiz şart olacaksa, o muhteşem abideleri yakmak daha iyi olur. (…)
Rahatlıkla söylenebilir ki Kur’an teslimiyetçiliği yasaklamıştır. Çok sayıda sahte büyüklük ve otorite yerine Kur’an, sadece tek ve biricik teslimiyeti tesis etmiştir. (…)
Şimdi, ana babalara ve eğitimcilerimize ne tavsiyelerde bulunabiliriz? Her şeyden evvel, gençlerde bulunan güçleri öldürmemelerini tavsiye edebiliriz. Öyle yapacaklarına, onları yönlendirsin ve belli bir şekle soksunlar. Onların uyuşuğu Müslüman değildir ve ölü birini İslam’a “çevirmenin” imkânı yoktur. Müslümanları eğitmek için insanları eğitsinler, hem de en mükemmel ve kapsayıcı şekilde. Onlara tevazudan çok şeref ve haysiyet, teslimiyetçilikten çok cesaret, merhametten çok adalet hakkında konuşsunlar. Kendi yolundan gidecek ve bunun için kimseden izin istemeyecek şeref sahibi bir nesil yetiştirsinler. Çünkü hep aklımızda tutalım: İslam’ın ilerlemesini –her türlü ilerlemeyi- sakin ve teslimiyetçi kimseler değil, cesur ve itirazcı (isyankâr) ruhlu kimseler gerçekleştirecektir.”