***
“Seni benden medeni yapan kendi medeniyetini bilememen mi, başka medeniyetleri benden daha iyi bilmen mi Gökhan? Bak dünya tarihine, ancak iki medeniyet göreceksindir, bunlar biri hak medeniyetlerdir, diğeri ise batıl medeniyetlerdir. Hak batıla galip gelsin diye çarpışıyoruz…” (sf. 127)
Başından geçen inanılmaz olaylar neticesinde kendisini Çanakkale’de, 1915 yılında, insanlık mahşerinde bulan Gökhan’a, ona yoldaşlık eden Cebrail isimli nefer tarafından söylenen bu sözler ve bu kitapta geçen nice önemli vurgular bir anlamda okuyucuyu sarsıp kendine getirmeye çalışıyor.
Çanakkale, tarifi kelimelerle mümkün olmayan bir kahramanlık destanı. Bir milletin, hayat hakkına tecavüz eden yamyamlarla, amansız mücadelesinin gerçek öyküsü. Eğer elde o kadar kayıt, belge, şahit ve görüntüler olmasaydı kim inanabilirdi ki bütün bunlara…
Son Nefeste Doğmak isimli bu kurgusal ama tarihi gerçeklik ışığında yazılmış roman “Çılgın değil, imanlı bir milletin gerçek kahramanlık hikayesi” sloganı ile okuyucunun karşısına çıkıyor.
Çanakkalede üstün gücüne rağmen boğazı geçemeyen şer ittifakı, Osmanlı medeniyetini bu şekilde, yani silah zoruyla yıkamayacağını anlamıştır. Her ne olursa olursun vatanını namus, namusunu vatan bilen bu milleti, Millet-i İbrahim’i zorbalıkla alt edemeyeceğini iyice idrak etmiştir. Çanakkaleyi gemilerle, silahlarla, dünyanın dört bir tarafından topladığı sömürge askerlerle ve haçlı çapulcuları ile geçemeyeceğini kodlamıştır beynine.
Bunu analiz eden düşman elbette ki boş durmamış, bu sefer de farklı yollarla yani şeytanın sağdan yaklaşması ile amacına ulaşmaya çalışmıştır. Bunlar öyle hemen birkaç yılda değil, en az yüz yıllık bir süreçte tezahür etmiştir. Çanakkale boğazını geçemeyenler ağzımızdan girip burnumuzdan çıkarak, boğazımızdan geçmiş ve hayal bile edemeyecekleri kadar büyük sonuçlara ulaşmışlardır.
İşte bu romanda bu durumlara ironik git gellerle değinilmiş ve tarihin bize gizlenen perde arkası olaylarına hafif dokunuşlar yapılmıştır. Yani bir anlamda yazar, bizleri bugünkü halimizden alıp Çanakkalede canlarını verme pahasına mücadele ederek bu toprakların bize vatan kılınmasını sağlayan dedelerimiz ile yüzleştirmiştir.
Neleri kazanıp neleri kaybettiğimizi ve tarih muhasebemizi ise Gökhan ve arkadaşlarının İngiliz askerlerine esir düşmesi sonucu ingiliz subayı ile yaşadıkları diyaloglardan rahatlıkla anlayabiliyoruz. Evet, burada yazar kendi görüşlerini yansıtıyor belki ama son yüz elli yılımızı az çok bilen her kişinin rahatlıkla kavrayabileceği gerçeklikleri ifade ediyor aynı zamanda.
Kitabın en önemli vurgusu da şudur kanaatimce, İngiliz oytunlarıyla sersemletilmiş ve kimliğinden arındırlmış Gökhan, yaşadıkalrı sonucunda adeta küllerinden yeniden doğmuştur. Gökhan aslında bu milleti temsil ediyor. Her ne kadar yok edilmeye çalışılmış ve görüntüde önemli bir ilerleme kaydedilmişse de aslında küllerin altındaki öz hiç ölmemiştir. İşte o öz, 15 Temmuz’da küllerini savurmuş ve diriliş harekatını başlatmıştır.
***
Amacım kitabı özetlemek veya bilimsel tahlil yapmak değil, reklam hiç değil. Sadece okuduğum ve okurken faydalı olduğuna ğinandığım kitaplar hakkında düşüncelerimi yazarak dostlarıma tavsiye ederim. Bunda yazarı tanımam da etkildir elbette.
Bu kitabın yazarı Mustafa Sefa Güvenir ile geçen yıl ağustos ayında bir program vesileris ile tanıştım. Vatanını milletini seven ve “aşkım milletim” sözleri ile meşhur olmuş bir kişi. 1973 yılında doğduğu Kadıköy’de büyümüştür. İlk, orta ve lise eğitimini burada tamamlamıştır. Bir yandan sivil toplum kuruluşlarında birçok konuda gönüllü çalışmalar yaparken öte yandan kendisini geliştirmeye, hayatı anlamaya ve anlatmaya devam ediyor. Satış, inovasyon, motivasyon seminerleri ve şirketlere danışmanlık gibi çok sayıda alanda uğraş veriyor. Yazar, editör ve aynı zamanda tv yapımcısıdır.
Kitabın arka kapağında yazan önemli anekdot ile yazımı bitirken sizleri bu kitabı temin etmeye ve okumaya davet ediyorum.
“Haykırsam seni şiirlere, hece kahrolur gücüne gider Hangi mısra senin bakışını tavsir etmeye muteber? Sen ki amber kokulu dilber, bense bi-çare beşer, Kokun yoksa şuursuz yüreğimde, ilaçtır bana makber..
Tarihi dedelerimiz kanları ile yazdılar, onlar ise okutmamak için ellerinden geleni yaptılar, unutturdular ve anımsamamızı istedikleri tarihi kendi elleri ile yazdılar. Üstelik de yazarlarken, doğruların içerisine yalanları katarak, oysa en tehlikeli yalan, doğruların arasına gizlenmiş olan değil midir?
Çocuklarımız sadece bir asır önce yaşanan kahramanlıkları unutuyor, unutturuluyorlar. Bir asır önce yapılan savaşları hakkıyla okuyamayan bu nesil, sadece iki asır önce kurulmuş ülkelerin süper kahramanları ile büyütülüyorlar. İman dolu milli değerlere sahip bir nesle, belki de tarihinde görülmemiş bir şekilde ihtiyaç olacaktır yakın gelecekte, bunun için artık harekete geçmenin zamanı geldi de geçiyor.
Kendinize şu soruyu sorun; “Millet olarak tekrar Çanakkale yaşasaydık, yeni bir destan daha yazar mıydık?” -Yazar/Editör Mustafa Sefa Güvenir 2017-(Tanıtım Bülteninden)”
***