Son vuku bulan sahte mürşid vak’asıyla ilişik Ahmed Mahmud Ünlü Hoca Efendi uyarıyor :
“Bir çok Dînî cemâat aleyhinde bir şey çıkana kadar hiçbir sapık kimseye reddiye yapmıyor ama kamuoyu oluşunca bir kınamayla işi geçiştirmeye çalışıyor.
Diyanet olmak üzere İslâmî câmiaların vazîfesi Müslüman halkın îmanlarını, mallarını, canlarını ve ırzlarını muhâfaza etmektir. Bu hususta bedel ödemek gerekirse ödemektir. Velâkin inşâallâh bundan sonra önceden uyarı sistemine onlar da geçerler.”
Bazı kardeşlerimizde bu sahte hoca ve şeyhlerin diğerlerinden ayırt edilmesi için resmî bir denetime tabi tutulması gerektiğini savunuyor.
Bu konuda acizane fikrimi serdetmek isterim.
Osmanlı’daki Meclis-i Meşayih benzeri bir denetleme ve onay kurumu olabilir belki ama bu devlet (diyanet) bünyesinde değil sivil olmalı.
Neden?
Zira devletin insafına güvenecek durumda değiliz.
Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara bu minvalde uyarıyor ve teklifte güzel bir bulunuyor ve diyor ki:
“Tarikat deyince aklımıza Ahmet Yesevi, B. Nakşibend, Mevlâna Halid, Mevlâna, Yunus Emre, H.Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli...gelir. Onların yolunda giden ve onların devamıdevamlara bakarız. Harama bulaşmış, sahtekar ve çürüyen kişi ve yapılara değil.
Evet ben de Osmanlı’daki Meclis-i Meşayih benzeri bir denetleme ve onay kurumunun olması gerektiği kanaatindeyim.
Ancak bunun devlet (diyanet) bünyesinde değil sivil olması gerektiğini düşünmekteyim.
Dini cemaatler hususunda maalesef devletin insafına (!) güvenecek durumda değiliz. Bu iş sivil yürütülmeli.
Epey dayak yemiş olsa da bir kaydı-kuydu olan ve bir ölçüde sürekliliği bulunan cemaat geleneğine ve bunun usul ve esaslarına güvenebiliriz.
Yani gelenekli yapıların öz-denetiminden bahsediyorum
Bu teklifimi farklı istişari toplantılarda dile getirdim:
Diyanet, ilahiyat gibi resmi & gayri resmi yapılar ancak bu mekanizmanın parçası olabilirler
Resmi /devlet denetimi ise sadece mali ve adli takibattan ibaret kalır.