فِي بُيُوتٍ اَذِنَ اللّٰهُ اَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهاَ اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهاَ بِالْغُدُوِّ وَاْلاَصاَلِ
“(O kandil) O mescitlerde (yakılır ki), onların yüce tanınmasına ve içlerinde isminin anılmasına Allah (-u Tealâ) izin vermiş (emretmiş) tir. Buralarda sabah akşam (beş vakit) Allah’ı tesbih ederler (namaz kılarlar). (Nûr Sûresi: 36)
مَنْ قَلَّدَ قَنْدِيلًا صَلَّى عَلَيْهِ سَبْعُونَ اَلْفَ مَلَكٍ حَتَّى يَنْكَسِرَ ذَلِكَ الْقَنْدِيلُ
-Kim (mescide) kandil (mum, lamba) asarsa bu kandil kırılana değin ona yetmiş bin melek salat eder.
Enes (Radiyallahu anh) buyurur:
مَنْ اَسْرَجَ فِى مَسْجِدٍ سِرَاجًا لَمْ تَزَلِ الْمَلآَئِكَةُ وَ حَمَلَةُ الْعَرْشِ تَسْتَغْفِرُ لَهُ مَادَامَ فِى ذَالِكَ الْمَسْجِدِ ضَوْؤُهُ
-Kim bir mescidi lamba (takmak) ile ay¬dınlatırsa arşı yüklenen melekler ve diğerleri bu lamba sönün¬ceye değin o kimse için af talebinde bulunurlar.
Mescide ilk olarak kandil takan Hz. Ömer (Radiyallahu anh) dır. Ubey b. Kâb’ın etra-fına, tera¬vih namazı kılmak için insanlar toplandığında, Hz. Ömer oraya kandil asmıştı.
Hz. Ali bunu her parlar halde gördüğünde:
نَوَّرْتَ مَسْجِدَنَا نَوَّرَ اللّٰهُ قَبْرَكَ يَا ابْنَ الْخَطَّابِ
-Ey Hattab’ın oğlu! Mescitlerimizi aydın¬lattın. Allah da senin kabrini aydınlatsın, diye dua ederdi.
Hasan (rahmetullahi aleyh)
مُهُورُ الْحُورِ الْعِينِ كَنْسُ الْمَسَاجِدِ وَعِمَارَتُهَا
Cenneteki hurilerin mehirleri, mescidleri süpür¬mek ve tamir etmektir (bakmak ve korumaktır) der.
Bir kutsi hadiste şöyle buyurulur:
اِنَّ بُيُوتِى فِى اَرْضِى اَلْمَسَاجِدُ وَ اِنَّ زُوَّارِى فِيهَا عُمَّارُهَا فَطُوبَى لِعَبْدٍ تَطَهَّرَ فِى بَيْتِهِ ثُمَّ زَارَنِى فِى بَيْتِىِ
-Yeryüzünde benim evim mescidlerdir. Beni evim¬de ziyaret edenler ise (mescidleri) imar eden (inşa eden, bakan, koruyan)lardır. Evinde temizlenip de sonra beni evimde ziya¬ret edenlere müjde olsun.
MEDRESE YAPIMINDA YARIŞ
Başta sahabe-i kiram (Radiyallahu anhüm) olmak üzere tüm Müslümanlar imkanları el verdikçe yukarıda zikri geçen ayet ve hadislerinherbirine birine dahil ol¬maya çaba göstermişlerdir. Şöyle ki bilindiği üzere İs¬lâm’ın ilk yıllarında eğitim ve öğretim mescidlerde ya¬pılı¬yordu. Mescid-i Nebevi İslam’ın ilk üniver¬sitesi (med¬resesi) idi. Dini ve ilmi hayatın kuvvetli olduğu dö¬nemlerde her mahalleye bir cami yapılmıştı. Mes¬cid¬ler sadece ibadet evleri değil aynı zamanda ilim yuva¬ları idi. Sonradan eğitim ve öğretim camile¬rin bi¬ti¬şi¬ğine yapılan mektep ve medreselerde veril¬meye başladı.
Resûlullah (Sallahu Aleyhi ve sellem)’in ilme, âlimlere ve onların tahsil yerlerine ver-diği öneme vakıf olan Müslümanlar onun yo¬lundan gitmek ama¬cıyla mescid, mektep ve medreselere ve burada tah¬sil gören talebe ve ders veren müderrislere birbiriyle yarışırca¬sına ellerinden gelen tüm maddi ve manevi yardımları yapmışlar, mektep ve medreseleri kalkın-dırmaya çalışmışlardır. Böylece iyiliklerini ebedileş¬tirmek istemişlerdir. İslam’ın parlak döneminde he¬men her şehirde med¬rese vardı. İstanbul, Şam, Ku¬düs, Kahire, İskenderiye, Musul, Baalbek, Nişabur, Semerkant, Buhara gibi şehirlerdeki medre¬seler övünülecek cinstendi. Osmanlı Dev¬leti’nin yükseliş devrelerinde sadece İstan¬bul’da medreselerin sayısı 515’e ulaşmıştı. Köylerde dahi medreseler vardı.
Medreselerin ihtişamı da bir başkaydı. İbn-i Cübeyr, Bağdat’taki medreselerden bahsederken, en güzel köşklerin bile onların yanında çok sönük kal¬dıklarını anlatır. Bunların içinde Nizamiye medrese¬leri ise en muhte¬şemleriydi.
MESCİDLER NASIL AYDINLATILIYORU?
Elektriğin bilinmediği yüzyıllarda birkaç bin kişinin girebildiği Sülyemaniye ve emsali dev camiler ne ile aydınlatılıyor idi?
Ateş ile, ateşi bir cam içinde habsetmek odun yerine yağ yakarak ateşin aydınlatma süresini uzatmak, bir fiTil ile ateşin ışığını kısıp açmak vs usuller ile aydınlatma sağlanıyordu. Evlerde birkaç kandil ile temin edilen aydınlamma büyük camilerde nasıl yapılacaktı?
Selçuklu ve Osmanlılar bu sorunu çok gözlü kandil üretmekle çözdüler. İçine yüzlerce cam kandil alabilen demir aksamlar imal edildi. Bu çok gözlü demir avizeler Kubbeye demir zincirlerle asıldı. Ateş ışığını bu kandil kaplarının alt kısmındaki küçük bir top halindeki yağdalıkta ki yana yağdan alıyordu. İkindiden sonra akşama doğru cami görevlileri ellerinde uçlarında birer çırağ bulunan uzun sırıklarla camiye girer , tutuşturdukları çırağı ile her bir kandilin içindeki yağa batık vaziyette duran fitili tutuştururladı. Böylece cami içndeki yüzlrce kandilden küçük ışıklar ışımaya başlar ortalık aydınlanırdı.
Caminin kapatılma zamanı geldiğinde yine görevliler ellerinde sırıklarla gelirdi fakat bu defa sırıkların üzerinde küçü kapaklar olurdu. Sırık yardımıyla bu kapakları kandil bardaklarının ağızlarına tutar ateşi havasız bırakarak hızlıca fitilleri söndürürlerdi.
İS’İ MİS YAPAN ECDADA RAHMET OLSUN
“Atalarımız inşâ etmiyorlardı, ibâdet ediyorlardı; çünkü taşa bile sirâyet etmesini istedikleri sağlam bir ruhî değere sahiptiler.. “(Ahmed Hamdi Tanpınar)
Süleymaniye Camii’de
yapıldığı dönemde elektrik olmadığı için cami 275 adet kandil ve bunlara ek olarak mihrabın 2 yanına yerleştirilen dev mumlar ile aydınlatılırdı.
Pekiyi aydınlatmayı sağlayan bu yüzlerce yağ lambalarından çıkan is ne olacaktı?
Bu ihtişamlı, Camii Şerif islerle kirlenecekmiydi? Tabiki hayır. Yağ lambalarından çıkan islerin tek bir noktada toplanmasını sağlayan bir hava akımı yaratacak şekilde inşa edilen camiden çıkan isler, "is odası"nda toplandı. Evet yanlış duymadınız is odası.
Mimar Sinan yanan mumlardan çıkan isin camiye zarar vermemesi için orta kapının üstünde bir oda tasarladı, kandillerden çıkan isin meydana gelen akımla mihrabın aksi yönüne hareket ederek kapının üstünde dışarıya açılan 4 adet küçük pencereden is odasına çekildi.
Tabi is odasının duvarına çarpan bu isler zamanla aynı soba borusunda olduğu gibi kalın bir tabaka halinde kurum oluşturuyordu. Görevliler aralıkalarla bunları mala vs vasıtasıyla kazıyorlardı. Eee, sonra çöpe mi gidiyordu? Hayır efendim bilakis bir cevhere dönüşüyordu. Allah’ın evinin isleri Allah’ın kelamı başta olmak üzere o günün siyasi, dini, idari bütün fermanlarının kendi si ile yazıldığı bir mubarek mürekkebe dönüşüyordu.
Bu mürekkeb çok kaliteli idi.
Bütün bu el yazması eserler gibi önemli belgelerde bu mürekkep kullanıldığı zaman, herhangi bir akıcı maddenin dökülmesiyle yazılar kaybolmuyor. Kaybolması için illa ki o kağıdın tahrip olması gerekiyordu.
İkincisi bu mürekkeb Allah’ın mubarek evinin kandillerinden çıkan mubarek bir ma-i idi. Nasıl mı?
Her sene Kabe Örtüsü İstanbul’da dokunur ve hac mevsiminde Sürre Alayları ile Mekke’ye gönderilirdi . Kabe Örtüsünü taşıyan bu kervana Sürre (kese) Alayı denmesinin sebebi geçilen yerlerdeki ahaliye keseler içinde hediyelerin dağıtılıyor olmasıydı . Ayrıca bu alaydaki develerin boyunlarındada keseler asılıydı. Bu keselerin içlerinde , az önce anlattığımız İs Odasından kazınan ve bir takım mayilerle zenginleştirilen is malzemesi konulurdu . Develerin boyunlarında meşin keseler içinde aylarca sallanarak yolculuk yapardı bu enterasan karışım . İstanbul Mekke arası git ve gel aylarca sürerdi . Alay önce Medine’ye uğrar ve Peygamber Efendimizin (s.a.v) kabir ve mescidleri ziyaret edilirdi . Sonra Mekke’ye geçilir ve hac ibadeti yerine getirilirdi . Develerin boyunlarında seyahatlerini sürdüren bu mayi , dolaşmanın ve sallanarak halis bir kıvam almanın yanında mübarek yerleri gezerek de manevi bir hüviyet kazanırdı . Aylar sonra İstanbul’a dönüldüğünde açılan keselerin içinden dünyanın en kaliteli is mürekkebi çıkardı . Hac mevsiminde Mekke ve Medine’yi de ziyaret etmiş bu mübarek ve kaliteli mürekkepler ile Kuran-ı Kerim yazılırdı.
"Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde" (Ziya Paşa)
En son fotoğrafta İs odasının son halini görüyorsunuz. Nasıl ama , ecdadın değer değer yargısına bakın bir de bizim.
İs odası olmuş pis odası. Süleymaniye Camii gibi nice VAKIF eserimizi ortalık malı gibi kullanan yitik nesil dediğimiz zamanımız neidüğü belirsiz tipleri güzelim tarihi odayı isimler, şekiller, kalp işaretleri, aşk ilanları ile doldurmuşlar. Ah ki ah!!!
Onlar hayır ile yaşamış hayır bırakmışlar. Bizim nesil ise bırakın hayır ile yaşayamayı yapılıp bırakılan hayra sahib çıkmıyor kendi elleriyle berbad ediyor.
Hasılı insan eğitimi zor ki zor, İslam’ı öğrenmeli yaşamalı içselleştirmeli yani ecdad gibi tarikat vasıtasıyla Onun hakikatine ulaşmalı ki ecdadın sahib olduğu anlayışa ulaşabilelim. Görünen köy kılavuz istemez.