Yeni Türkiye’nin ekonomik inşâ mülâhazaları HÜKÜMETİMİZİN ilân ettiği ve ülke ekonomisine dair önemli tedbirler içeren Orta Vadeli Program ile ülkemizde hangi iktisadî sorunlarla mücadele edileceği belirlenmişti.
Ancak söz konusu programın açıklandığı süreçte 12 yıllık olan AK Parti iktidarı döneminde, verilen yoğun emek sonucunda tek haneye kadar indirilen işsizlik oranı maalesef yine çift haneyi görmüştü. Bu konuyu işlemeden evvel, birtakım iktisadî gelişmeleri irdelemekte muhakkak fayda var.
Bilindiği gibi inşaat sektörü, her ekonomide lokomotif görevi üstlenir. Türkiye, bu “lokomotif" -bir anlamda ekonominin besleyicisi-niteliğe sahip sektöre daha çok önem vermek zorundadır. Bu noktada gösterilen çabalar da ortadadır. Orta Vadeli Program’ın muhtevâsını belirleyen 9 madde de bu çabaların göstergelerinden biridir.
“İşsizlik” kavramı, dünyadaki gelişmelerden bağımsız şekilde değerlendirilebilecek bir kavram değildir. Düne ya farklı iktisat ekolleri arasında gidip gelirken, Türkiye bu anlamda önüne sürülen formüllerle ekonomisine yön vermeye çalışıyor. Ancak ülkemizde, bu bakımdan devletçi politikalarla özelleştirmeci politikalar arasında net bir denge yakalanmamıştır.
Türkiye’de devlet, “yatırımcı devlet” anlayışı ile ekonomiyi diri tutma adına önemli bir paydaya sahiptir ki bu pay, yaklaşık yüzde 40’1ar1 buluyor. Bu, şu demektir: “Türkiye'de ekonominin lokomotifi devlettir!”
Peki, nereye kadar?
Türkiye’nin önümüzdeki süreçte yeni bir üretim anlayışına ihtiyacı vardır. Bu sebeple büyük yabancı sermaye dahi üretim tekniğini ülkemizde sağlamak, örneğin IBM fırması know-how tekniklerini ülkemize taşımalı, üretim atölyelerini Türkiye’ye getirmeli veya Samsung gibi önemli bir marka, ileri teknoloji üreten fabrikalarını ülkemize getirmeli ve bu fabrikalarda ülkemiz mühendis ve işçisini istihdam etmek kaydıyla çıktı almalıdır.
Know-how kodlara ihtiyacımız var
Bu faaliyetler, oluşturacağımız serbest bölgelerde konuşlandırarak yapılmalıdır. Oluşturacağımız serbest bölgelerin avantajlarından bu tür fırmaları ciddî manada yararlandırmalıyız. Türkiye’nin gelecek vizyonunda teknolojinin know-how kodlarının yer almasını sağlamalıyız. Bu noktada teknik ve söz konusu kodları transfer edecek yatırım politikalarının ülkemize sunacağı fayda açık şekilde ortadadır. Zira ilânihâye inşaat sektörünün tetiklemesiyle ekonomi yürümez.
Devlet bu yaklaşımla özelleştirme konusu üzerindeki engelleri kaldırarak daha çok verimliliğe odaklanırken, diğer taraftan da gelişme ve büyümeye yönelik adımları rahatlatarak ülkenin cazibesini arttıracaktır.
Olağan şartların tersine döndüğü, paradigmanın eksenini şaşırdığı bir dönemdeyiz. Zira “büyüme yukarı, işsizlik aşağı” olması gerekirken, büyümeyle beraber işsizliğin de yukarı çıktığını görüyoruz. Bu eksen şaşkınlığının sebebi, üretim modellerinin değişimidir. Yeni anlayış, dünyayı insansız üretime doğru götürüyor. İşte bunu hesaba katmadan, bunu görmezlikten gelerek işsizlik hesabı yapıldığında bir taraf eksik kalır!
Peki, ne yapmalı?
Üretimi de, tüketimi de bereketlendirmek şart!
Şöyle bir düşünceyle “Ne yapmalı?” sorumuza cevaplar arayalım: Bir elmadan kaç şey üretilebilir? Yahut bir elma kaç şekilde tüketilebilir? Bu iki soru, önümüze üretimde de, tüketimde de bir “bereket kültürü” yakalamamız gerektiğine dair sadece bir kapı aralamak için sorulmaktadır.
Aşikâr ki, ortada bir realite var: İstihdam üretemeyen bir yapı, bireyde mutluluk üretemez. İstihdam problemi olan bir insan mutlu olamaz. O hâlde derhâl ihracata dayalı büyüme modelini ülkemizde daha güçlü bir yapıya kavuşturmalıyız. Öyle ki, Türkiye’de tarımı “işlenmiş tarım ürünleri” rayına da oturtacak yeni ve alternatif tarım mekanizmaları kurmalı, bu mekanizmaları güçlü hâle getirmeliyiz. Örneğin elmayı yalnız elma olarak satmamalı, bir elmayı kurutulmuşundan konsantresine, suyundan kabuğuna ve hatta losyonuna dek her noktası ile ayrı birer fonksiyonda değerlendirmeliyiz.
Tarıma dair öncelikli tesisler, işlenmiş tarım ürünü elde etmeye yönelik olmalıdırlar. Bu da istihdama ayrıca yeni zeminler hazırlayacak bir organizasyondur. Türkiye, 200 milyonluk bir nüfusa bakabilecek kadar verimli araziye sahiptir. Dolayısıyla bu organizasyonları kurmak asla hayâl değildir ve hayata geçirilmesi de elzemdir!
Elbette üretime dair bu tür yapıları kurgularken tüketimi de aynı eksende pozisyonlandırmamız lâzım. Bunun için konuşlandırılacak ilk başlık şudur: “Yerli olanı tüket!”
Yerli olanı tüketmeye dayalı oluşturulacak kültürün iki yakın ahbabı var: “Verimlilik ve bereket kültürü”.. Bu üç yakın arkadaş, ekonominin en önemli ayağı olan tüketimi dizayn etmemizde bize en çok yardımcı olacak başlıklardır.
Hiçbir ülke, dış ticaret serbestisi üzerinden kendi kaynaklarinin verimsizleşmesinin önünü açmaz. Dolayısıyla bizim yeni bir tüketim kültürüne, yeni bir bereket anlayışına ihtiyacımız var. Bu noktada şunu hatırlatmakta fayda var: İçerideki tasarruf oranlarının son dönemde düşme sebeplerinden biri de siyasal istikrâra olan güvenle birlikte, uyuyan varlıkların aktife ve bununla birlikte de yatırıma çekilmesidir.
Dünyadaki gerilemeye rağmen her yıl büyüyen bir ekonomi var oldu böylece. AK Parti’nin iktidarı devraldığı dönemdeki işsizlik rakamlarını bütün bu süreci düşünerek hatırladığımızda ise acınası bir durumla karşılaşıyoruz.
Hâsılı, yeni dönemde tarım, hizmetler ve ileri teknoloji başlıkları üzerinden ve de anlayışı özellikle “bereket” fıkri üzerine kurulu tüketimi tasarlayarak ekonomimizi millî bir duruşa endekslemeli, netîcesinde de istihdamın arttığı ve daha verimli kullanıldığı bir Türkiye inşâ etmeliyiz.
Metin KÜLÜNK