Es Selamun Aleyküm kıymetli dostlarım, uzun bir süre sonra tekrar bu muhabbet ve istişare ortamında sizlerle buluşmanın mutluluğu içerisinde olduğumu ifade etmek istiyorum.
Kardeşlerim, bu yazımız da “Milliyetçilik” ve “Irkçılık” kavramlarını müşahede ederek birbirine çok yakın hatta birbirinin aynı zannedilen bu kavramların aslında hiçte birbirine yakın veya aynı olmadığını, hem lugat manaları itibariyle hem de tarihin bize sunduğu örneklerle görmeye ve anlamaya gayret edeceğiz...
Irkçılık lugat manası itibariyle “Kendi ırkını diğer ırklardan üstün tutarak, siyasal tutumunu toplumlara dayatma eğilimidir.”
Milleyetçilik ise, “Toplumları birbirine bağlayan dil, din ve kültürel varlıkların birikiminin paylaşılmasıdır.”
Kardeşlerim, ele aldığımız kavramların lugat manaları işte böyle. Peki dinimiz İslâm bu konuya nasıl yaklaşıyor ona da göz atmadan yapamayız.
İslâm kesin ve keskin bir dille ırkçılık hastalığını yasaklarken Müslümanlara şöyle seslenilmiştir, “Muhakkak ki, Allah indinde en kerim olanınız, takvada en ileri olanınızdır” Allah C.C. insanlar arasında üstünlüğün ırk, renk, dil kavramlarıyla değil ancak iman ve amel cihetinde Allah’a yapılan kulluk neticesinde elde edilen takva ile mümkün olduğunu örnek verdiğimiz Ayet-i Kerim’de beyan ediyor.
Irkçılığın uygulanmasına bakıldığında gördüğümüz bir tek manzara karşımıza çıkıyor. Zulüm saltanatına oturanlar mazlum coğrafyaları inim inim inletmiş, asimile etmiş ve dahi baskı kurduğu toplumları sadece sömürmüş.
Bunun en açık ve net örneklerini Afrika bölgesinde görmek pek tabii mümkündür.
Fransa, kuzey ve güney Afrika ülkelerine giderek önce size daha iyi bir yaşam kalitesini sunacağız bize güvenin dedi sonra biz sizden üstünüz biz ne dersek o olur hadi dininizi, dilinizi değiştirerek tamamen bize bağlı olacaksınız dedi ve tabi bunu derken yapılan katliamların, tecavüzlerin haddi hesabı yok. Aynı yöntemlerle İngilizler Hint bölgesinde ve Ortadoğu’da sömürü düzenini kurdular.
Irkçılık, zulüm, acı ve gözyaşı getirdiği gibi İslâm alemi içerisinde de derin bölünmelere yol açarak dünya genelinde Evanjelistlerin ve Siyonistlerin ellerini güçlendirdi.
İngilizler, Cennet Mekan Sultan Abdülhamid Han Hz.’ni içerideki maşalarında büyük gayretiyle devirmeyi başarınca Anadolu ve Hicaz’da hemen ırkçılık virüsünü aşılamak için ajanlarıyla harekete geçti.
Anadolu’da Türklerin yanına gelip “Gördün mü Araplar sizi sattı, Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” diyerek bizi Araplara düşman etti. Aynı fitne odakları Araplarında yanına gidip “Siz peygamberlerin soyundansınız Türkler sizi kullanıyor görmüyor musunuz? Türkler Halifeliği taşıyamıyor bunu ancak siz yaparsınız” diyerek Arapları da bize düşman ettiler. Ve sonuç olarak asırlarca beraber yaşayan, birbirleri arasında kız alıp veren toplum yavaş yavaş düşman oldu ve İslâm kimliği unutularak ırk üzerinden “Ben daha üstünüm” ideolojisiyle kardeşlik ve huzur ortamı darmadağın edildi.
Kardeşlerim, peki ırkçılığı anladık ayrıştırıcı, ötekileştirici ve baskıcı bir hastalık ya milletçilik nedir, ırkçılıktan ayıran özelliği nedir?
Milliyetçilik ile ırkçılık arasındaki en büyük fark fikirde ve yaşantıda mensubu olunan millete gerektiği dozda sevgi ve muhabbet beslemek, icraatlar da öteki toplumları baskı altına almadan, ezmeden hizmet etmektir.
Bir misal verecek olursak, Cennet Mekan Fatih Sultan Mehmed Han Hz. bir Türk hükümdarı milletine hizmet yolunda gecesini gündüzüne katmış ömrü at sırtında zalimlerin zulüm saltanatlarını yıkıp mazlumlara din, dil, ırk ayrımı yapmadan hizmet etmekle geçmiş mübarek büyük bir şahsiyet.
Tarihler İstanbul’un fethinin üzerinden on sene sonrayı 1463’ü gösterirken Fatih Sultan Mehmet Han Hz. ordusuyla Bosna’yı fethetmiş ve Sultan fethin sembolü olan sancağı dikmek üzere Saray Bosna’ya gelmiştir. Halk tedirgin adını sıkça duydukları ve kendileri hakkında hiçte hoş şeyler duymadıkları Türkler artık topraklarındaydı. Cennet Mekan Sultan Fatih Sultan Mehmed Han Hz. fetih öncesi altı dil bilirken sırf fetih için Boşnakça öğrenmiş ve Saray Bosna’da halkın kendi dili ile onlara fetih hakkında ve sonrası yapılması gerekenler hakkında bir konuşma yapmıştı. Ve o kutlu konuşmanın tesiriyle hemen o konuşmayla birlikte 50 bin Boşnak Müslüman oluvermişti.
İşte kardeşlerim, milliyetçi bir ruh ile hizmet edildiğinde karşı karşıya geldiğiniz toplumu asimile etmeye, baskı altına almaya gerek kalmıyor. Nitekim hani meşhur atasözümüz vardır ya “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” işte aynen böyle.
Milleyetçi bir ruh ile bir yere sefer düzenlendiğinde bunun adı fetihtir. Fetihten gaye artık biz geldik biz sizden üstünüz ne dersek o olur demek değildir. Fethin gayesi kendi milletine hizmet olduğu gibi gidilen yerlerde de senin dilin, ırkın sana benim ki bana birbirimize karışmaya gerek yok denilerek kardeşçe zulüm saltanatlarını yıkıp huzur ikliminde hayat sürmektir. Ve işte bunun içindir ki üzerinden asırlar geçmiş olsa da Osmanlı bugün mazlum coğrafyalarda hasret ve özlemle anılıyor.
Vel hasılı kelam dostlar, ırkçı bir ideoloji ile toplumlar ancak birbirine düşman olurken bu sistemde güçlü olan güçsüz olanı daima eziyor, sindiriyor ve neticede asimile ediyor. Milliyetçi ideoloji de ise, asıl amaç renk, din, dil, ırk ayrımı yapmadan asıl maksadın Allah rızası için halka hizmet olduğunu bilmek ve bu şuurla kardeşlik ve huzur ortamı içerisinde bir yaşam sürmektir....
Sözlerimize son verirken Hz. Rasûlullah (Aleyhissâlâtu Vesselâm)’ın, “Vatan sevgisi imandandır” Hadis-i Şerif’ini hatırlayarak vatanın biz Müslümanlar için sadece belirli ırklara haiz bir toprak parçası olduğu fikriyle değil dindaşlarımızın, karındaşlarımızın hepimizin bir arada yaşadığımız ve ait olduğumuz topraklar olarak idrak ettiğimizde sınırlar yıkılacak İslâm alemi tekrar vahdet şuurunu kuşanıp yeniden zulüm saltanatlarını yıkmak için omuz omuza cenk edecektir....
Rabbimiz Ümmete ve Millete yeniden vahdet şuuru ve zaferler nasip etsin...
Selam ve dua ile...
Muhammed Mustafa Aslantürk