Bitlisli Kürt İsmet’in(!) ağzından çıkan sözleri pür dikkat okuyun lütfen.
“ Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları mutlaka Türk yapmaktır. Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır. “
Belli ki ironi yapıyordu(!) “Türk” kelime anlamı olarak güçlü, kuvvetli ve korkusuz demektir. Korkuyu her daim iliklerine kadar hisseden bu adam; 27 Ağustos 1919 tarihinde, Karabekir Paşaya yazdığı mektupta; Milli Mücadelenin başarılı olamayacağını ve Amerikan mandasına girmenin gereklerini anlatıyordu. Türklüğün hiçbir emaresini taşımayan mandacı İnönü, Türk olmayanları, Türk ve Türkçü yapmaktan bahsediyordu! Bu arada, Kürt Kürümoğulları Aşiretine mensup olduğu halde Kürtlüğünü de, kendi hayata geçirdiği uygulamalarla inkâr ediyordu!
Velhasılıkelam 1925 Yılında tek parti diktasının “Kimliksiz ve Milliyetsiz, Milli Şefi! ” Sarf ettiği kafatasçı sözlerden tam 10 yıl sonra harekete geçmiş ve 25 Aralık 1935 tarihli 2884 Sayılı Tunceli Vilayetinin İdaresi hakkında kanun çıkarmıştı.
CHP hükümeti tarafından, geniş yetkilerle donatılan Askeri Vali, Namı diğer insan kasabı Abdullah Alpdoğan sert otoritesi ile bölge de yaşayan aileler üzerinde karabasan etkisi yapmış, birçok aile keyfi kararlarla sürgün edilmişti.
Bundan sonra halk ayaklanmaları başlamış ve durumu fırsat bilen CHP rejimi, Tunceli vilayetini uygarlaştıracağız diyerek katliamın emrini vermişti. Alpdoğan’ın ve güya Dünya’nın ilk kadın savaş uçağı pilotu olan Sabiha Gökçen’in ( Dünyanın ilk kadın savaş uçağı pilotu Rus Eugenie Shakhovska’dır. 1914, İlk Türk kadın pilot Bedriye Tahir Gökmen’dir. 1932 ) liderlik ettiği katliam harekâtında, Resmi rakamlara göre 13 bin 806, Gayrı resmi rakamlara göre 90 bin kişi öldürülmüş, binlercesi kara vagonlarla sürgün edilmişti. Dahası, özellikle kızlar olmak üzere binlerce çocuk CHP rejimi Subayları tarafından kaçırılarak alıkonulmuştu.
Bahsettiğimiz bu katliamların tamamı askeri harekât, kimyasal silahlar ve bombalamalarla gerçekleşmedi elbette, birçoğu işkence sonucu öldürülen genç, yaşlı, kadın çocuk…
Yazımın bu kısımdan sonrası tam bir trajedi ve travma(!) kaldıramayacak olanlar devamını getirmesin, çünkü 1950 yılında bölgeyi ziyaret edip, tanıklarla görüşen Necip Fazıl’ın dinlediklerinden sadece bir kaçını olduğu gibi aktarıyorum;
ÖLÜ KADININ SAĞ BEBEĞİ
Hozat’ın Zımbık Köyündeki durum diğerlerinden farklı değildir. Erkekleri tamamen katledilen köyde, kadın ve çocuklar, kurşun harcanmadan sivri uçlu aletlerle öldürülmüştür. Katledilenlerin arasında doğumlu, gebe bir kadın da vardır. Sivri uçlu kesici alet, karnını kesip bağırsaklarını yere dökmüş, rahmini parçalayarak ölümünü sağlamıştır. Faciadan sonra, gizlendikleri yerlerden çıkıp gelen birkaç kadın, ölüler arasındaki gebe kadın rahminden düşen çocuğun, sağ olduğunu dehşetle görürler. Bu çocuğu alıp emzirip büyütürler. Yalnız, “Besi” adını verdikleri bu kız çocuğu da annesinin rahmini parçalayan delici alet tarafından topukçuğundan yaralanmıştır. Büyüdüğünde, bebekliğinden kalma o yaranın izini taşımaya devam eder (Kısakürek, 3 Şubat 1950: 17/3, 16)
TİTREŞEN YİRMİ ÇOCUK
Mazgirt Tersemek Nahiyesinin halkı, tenkil edilmektedir. Bu sıra merhamet sahiplerinden birisi, birle on yaş arasındaki yirmi çocuğu kaçırarak bir derenin içine saklar. Fakat vaziyet haber alınmıştır. Çocukların öldürülme emri verilir. İlk emredilenler, küçüklere karşı silah kullanamayarak görevi yerine getiremezler. Dere içinde titreşerek bekleyen çocuklar, en katı yürekleri bile sızlatmıştır. Ama kara yüzlü, cellâttan daha “karanlık suratlı” biri bulunarak görevlendirilir. Ve o karanlık adam eliyle, yirmi masum çocuk, dere içinde öldürülür (Kısakürek, 3 Şubat 1950: 17/16). Artık “Murat suyu kandan kıpkırmızı” akmaktadır.
YAKILAN ÖĞRETMEN
İmhası öngörülen bir köyün, bütün evleri yakılmak üzere tutuşturulmuş, ayrıca dört tarafını kaplayacak şekilde dış çevresi de çalı-çırpı ile alev alev yanmaktadır. Alevler içinden biri deli gibi çıkıp, yangın gerisinde manzarayı seyredenlere doğru koşarak haykırır: “Durun, ben köy ahalisinden değilim! Muallimim! Müsaade edin, kendimi size ispat edeyim!” Bu sözler karşısında, öğretmen, alevler içinden kurtarılacak yerde, kalasla alevlerin içine geri itilir. Önce göğsünün kılları tutuşan öğretmenin yanışını âmir, “zevk ve istihza ile sigarasını içerek” seyreder (Kısakürek, 3 Şubat 1950, 17/3).
***
Bu ülkede, CHP diktası ve vesayetinden, Sünni dindar kesimden, çok daha fazla zulüm gören bir kesim varsa eğer, onlar da alevilerdir.
CHP’nin kara tarihini unutmayıp, karşılarına en büyük güç olarak dikilen, muhafazakâr kesim iken, Alevi kardeşlerimiz tarafından yalnız bırakılmaları ne yazık ki çok üzücü bir hadisedir.
CHP ile oturup kalkan alevi kardeşlerimizin; Artık CHP’de biz de varız, devran değişti söylemlerini anlamayacağız. Lamı cimi yok! Bu parti, bu ülkede var olduğu sürece Kanları, Murat suyuna akan yavrucakların ruhu huzura kavuşmayacak. Şimdi halen kendini kandırmak isteyenler varsa buyursun kandırsınlar. Ancak değil bunlara oy vermek, partilerinin önünden bile geçenlere Seyyid Rıza’nın idam sehpasından haykırdığı cümlelerle, haykırmak istiyorum;
“Evladı Kerbelayık! Bihatayık! Ayıptır, zulümdür, cinayettir!”
Lütfen ortak olmayın..!
twitter : @AkkoyunNam