Geçmişten günümüze insanlığın karşı koyamadığı bir olgu olan güzelliğe sahip meşhur yıldızların mutsuzluk hikâyeleri, "çirkin şansı" sözünü doğrular gibi duruyor. Güzellik insanların, beklentilerini yükseltiyor, kanaatkârlığı zorlaştırıyor. Hatta güzeli daha bir talepkar ve daha bir cüretkâr yapıyor. Güzellik kıskanılan olmayı ve ardından, her şeyin en iyisini kendine hak görmeyi getiriyor. Kıskanılmak ise kişinin gergin, huzursuz, güvensiz ve bir başına olmasına hatta dışlanmasına neden oluyor. Yine de "İnsan doğası gereği hep güzeli istiyor, arıyor ve seviyor". Öklid, milattan önce 300′lü yıllarda yaptığı “elementler” çalışmasında “ekstrem ve önemli oranda bölmek” suretiyle "altın oran " diye bilinen, matematik ve sanatta, bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum açısından en doğru boyutları verdiği bir oran olduğunu öne sürmüştür. Mısırlıların Keops Piramidinde, Leonardo da Vinci’nin resimlerinde bu oranı kullanarak yaptığı söyleniyor. Bu orana sahip olan canlı cansız nesneler de genel olarak insanlar tarafından güzel olarak tanımlanıyor. Mesela mükemmel insan vücudunda insanın kolları bir doğru üzerinde düz olarak düşünüldüğünde, dirsekten aşağısı küçük parça, dirsekten yukarısı ise büyük parça olarak alındığında büyük parçanın küçük parçaya oranı (altın oranı) 1,618 sayısını veriyor ve bu da altın orana uyuyor. Ama mutluluğun böyle bir formülü yok. "Mutluluk şansını yakalayan, iyi kullanabilenler mutlu olabiliyor".
Mutlu musunuz? Sorusuna, iyimserler evet, kötümserler ise hayır cevabını veriyor. Bilinçli olsun olmasın herkes yaşamı kendi penceresinden, bakış açısın ile görüp değerlendirdiği için aynı olaylara farklı tepkiler verebiliyorlar. Hiç kimse acıdan veya zorluklardan kaçamaz, ama yaşanan acı bir olayı zorluğu değerlendirme şekli, tepki düzeyi insan üzerindeki etkiyi değiştirebiliyor. Başarısızlığa tecrübe deneyim demek ya da kayıp olarak görmek, kişisel bir tercihi olarak kalıyor. Nelson Mandela “ya kazanır ya öğrenirim ama hiçbir zaman kaybetmem,” diyerek bunu anlatmış. Tayfun Topaloğlu da "Alkışlar, hep sahneye çıkanlar içindir" diyerek aynı durumu vurgular.
İyimser düşünen bir insan enerjisini çözüm üretmek, daha iyiye gitmek yönünde kullanırken kötümser insan, şikâyet etmek, bahane üretmek ve mazeret bulmak için kullanır. Martin Seligman, bunu anlamak için bir deneme yapmış. Yetenek ve beceri puanları düşük, iyimserlik puanları yüksek olan 1.grup ile yetenek ve beceri puanları yüksek ama iyimserlik puanı düşük olan ikinci gurubu işe alıyor. 3 yıl süreyle bu kişileri takip ettiklerinde ilk yıl, 1. gurubun başarısı 2. gruptan daha düşük oluyor. İkinci yılın sonunda 2. guruptan birçok kişi yorgunluk ve bıkkınlık gösterip işi bıraktığı halde, 1. gruptan hiç kimse işi bırakmadığı ve aksine şevkle daha iyi performans göstererek çalıştıkları belirleniyor! “Öğrenilmiş iyimserlik” kuramının sahibi Martin Seligman
(1) başarmanın mutlaka bir yolu olduğuna inanmak,
(2) başarısızlığı geçici bir durum olarak görmek,
(3) çözümleyici bakış açısının kilit noktalar olduğunu vurgulamaktadır.
Mutluluk şansı ise, fiyat ve değer arasındaki fark gibidir. Oscar Wilde, "Bazı insanlar her şeyin fiyatını bilirler ama hiçbir şeyin değerini bilmezler," diyerek belirtir bunu. Çünkü, "fiyat" elimizde olmayanın elimizde olması için istenen bedelken "değer" elimizde olana verilen kıymettir.
Bakış açısını fiyattan değere çevirmek gerekiyor. Ama bu değişim, "zihin değişimini gerektirdiği için çok zordur.
Bakış açısı "Bir olaya, konuya, düşünceye, belirli bir noktadan veya belirli bir yönden bakma“ olarak tanımlanıyor. Buna da dünyaya bakılan gözlük olarak tanımlanan paradigma deniyor. Herkesin kendine özgü bir bakış açısı var. Buda genelde yaşananlar, tecrübe, deneyim ve birikimlerle oluşur. Çoğu zaman yaşananları değiştirmek mümkün olmaz. Hayat, dünya, insanın rahatlık yeri değildir. İlk doğduğu günden ölen kadar süren zamanda insan yavrusu büyümeye gelişmeye devam eder. "Hayat olması gerektiği gibi değil, olduğu gibi akar". İnsanın mutluluk, haz, coşku ve huzuru da akışa verdiği tepkilerle şekillenir. Akışta olmayı, Macar psikolog Mihaly Csikszentmihaly "İşini severek yapmak, yaptığı işin aşığı olmak" diye tanımlamıştır. Eğer insan, yaptığı işte saatler geçirip zamanın farkına varmıyor ve olumlu-mutlu kelimeleri sıklıkla kullanıyorsa "mutluluk şansını " iyi kullanıyor demektir. Mutluluk herkese eşit şans sunar ama bazıları mazeret bulup bahanelerle avunup sürekli şikâyet ederken, bazıları bu fırsatı dört gözle bekler, arar ve seçer.