Soyut düşünceler, somut izler
Genç yaşlı birçok kişi kaygı, isteksizlik, halsizlik, yorgunluk, bıkkınlık, sürekli uyku hali gibi durumlardan şikâyetçi. Bu gibi düşüncelere sahip kaygılı kişilerin hayatı çekilmez hale geliyor. Kaygı, bireyin olaylara yüklediği anlam ve değerlendirme şekli ile bağlantılıdır. Normal kaygı insanı korurken, tehdit yokken duyulan kaygı zarar verir. Ama bu duygulara takılıp kalma süresi ve tepkiler değişim gösterir. Kaygı henüz maruz kalınmamış ama her an yaşanma ihtimali olan tehditlere karşı hazırlık amacı taşır. Kaygıdan kurutulmak için maruz kalıp yüzleşmek, mücadele vermek gerekir. Kaçınma davranışı bir süre sonra kısıtlamalarla hayatı yaşanmaz hale getirir. Hayat hem kaygılı olan kişi hem de yakınları için zordur. Kaygının kaynağının düşüncelerdir. İnsan beyni, gördüğü her şey hakkında düşünceler üretir. Akıldan geçen düşünceler hayatı etkiler. Çünkü düşünceler duygulara, duygular ise eylemlere dönüşür. İnsan zihni bir makine gibi çalışarak sürekli düşünür. İbni Haldun “İnsan beyni değirmen taşına benzer. İçine yeni bir şey atmazsanız, kendi kendini öğütür durur” der.
Kaygı bir duygu durumu olup düşüncelerden kaynaklanır. “Soyut düşünceler, somut izler” bırakır. Bu nedenle düşüncelerin gücünü fark edip, yönetmek gerekir. Düşünce yönetimi ile istek ve hedeflere ulaşmak için bilinçaltının ve duyguların gücünden yararlanmak mümkündür. Düşünce her şeyin tohumudur ve bir eylemi başlatan güçtür. İnsan, sahip olduğu düşüncelerin bir sonucudur. Hz. Mevlana Zihin insanın tarlasıdır, Kişi tarlada her gün hangi bitkinin bittiğine bakmalıdır yabani otları hemen koparmalıdır ki kök salmasınlar! Düşünceler misafir gibidir gelir ve giderler. İstenmeyen düşünceler geldiğinde, verilecek tepkiyi yönetmek gerekir. Kaygıyı oluşturan durum değil, kişinin olay ile ilgili gerçekçi olmayan düşünceleridir. Nörobiyolojik yaklaşım, eylemleri bedenin içinde, özellikle de beyin ve sinir sisteminde oluşan olaylarla ilişkilendirir. Her davranışın temelinde son derece karmaşık sinirsel süreçler olduğunu ve sinirsel süreçlerin belirli bir düzen içinde kaslara geçerek gözlenebilen davranışları oluşturur. Olumsuz düşünceler daha önce de akla gelmiştir, ancak olumsuzlukla sonuçlanmadan da gitmiştir. Ancak insan olumsuz anıları daha öncelikli ve sıklıkla hatırlar. Yaşananlara yüklenen anlamlar da tepkileri değiştirir. Düşünceler geçmişe takıldığında depresyon, geleceğe yöneldiğinde ise kaygı oluşur. Olası bir kaygılı düşünce sürecinin başlangıcında tüm dikkati vererek en az bir dakika süreyle kaygılı düşünceye odaklanıp, durum dayanılmaz olunca “yeter!” diyerek ortamdan ayrılma, uygulaması vardır. Burada düşünceyi değiştirme amaçlı kullanılacak kelimenin kısa, net ve akıldaki olumsuz düşüncelerin durması gerektiğini belirtecek nitelikte kesin olması gerekir. Bu uygulamaya düşünce her geldiğinde, ama daha alçak sesle seçilen kelimenin tekrar edilmesi şeklinde 3-4 kez yapılması durumunda olumsuz düşünceler kaybolacaktır. Bazen zihni kandırıp, bazen kendine getirmek için sarsıp, bazen de şefkat göstererek düşünceler yönetilebilir. Kaygı, öğrenilmiş bir durumdur. Yatkın olanlarda bile çevresel etkenlerle, sağlıklı bir ortam ve uygun rol modeller varlığında oluşan öğrenmeyle telafi etmek mümkündür. Kaygıda iyileşme ölçütü kaygı geldiğinde ortaya çıkan belirtilerin azalması değil, bu belirtilere verilen anlamı (düşünceyi) değiştirebilme becerisidir. Kişinin tehdit algısını gerçekçi değerlendirmeyi öğrenmesi ise en önemli adımdır. “Cesur bir kere korkak bin kere ölür” derler. İnsan en kaygılı olduğu anda, düşünmeden, harekete geçmelidir. Kalıcı çözüm için yapılabilecek ne varsa yapmak ve kaçınılan durumla yüzleşmek gerekir. Aslında hayat rengârenk, çok seçenek var. Hayatta çok fazla seçenek olabileceği gerçeğini kabul etmek ve esnek düşünmeyi öğrenerek her şey olabilir diyebilmek rahatlık sağlayacak yoldur. Esasında iyi de kötü de yok, hepsi bütünün parçası, insan olma yolunda olması gerekenler oluyor. Olanda hayır var diyebilmek için de hikmetli bakış gerekiyor. Müdahale edebileceğimiz tek şey tepkilerimiz. Bunun olabilmesi ise insanın sahiplenme, beklenti ve hırslarından kurtulup, görev sorumluluk ve faydalı olma düzeyine geçebilmesi gerekir. İnsan zaman içinde sahiplenme, beklenti ve hırslarını azme ve iradeye dönüştürmüş olmalıdır. Hırsın temelinde ego ve bencillik vardır. Kendi öz değerinin farkında olmayan kişiler toplumun değerli olma tanımlamalarının sınırlarında kalır. Hırslı insanın övgü, beğenilme, yüceltilme ve saygı görme takıntısı yaşar. Bu takıntılar kişiyi kibirli ve kindar, sürekli büyüklenen ve kendini herkesten üstün görmesine neden olur. Bu gibi özelliklerinin farkında olan insan ise yakında kendini de bilecek demektir. Pozitif düşünce yaşananlara ir nasıl bakacağınızın seçimidir. Olumlu düşünce de ise yaşananlarda olumlu yönleri bulmak ve iyiyi çoğaltmak çabası vardır. Günümüz insanının iyi bir hayat, amacı var ama bu amaç için zorluğa göğüs gerecek “inancı” yok. Viktor E. Frankl “Bir amacı olan, her koşula dayanabilir”. sözü de bunu vurgular. Kişilerin “ben ne yapabilirim” sorusu ile çözüm arayan zihin yapısına geçmesi için zihninin kontrolünü ele alması çok mümkündür. Bir günde değil ama “zamanı geldiğinde ve emek verildiğinde” beklenen sonuç alınacaktır.